Sarsıldıkça sarıldık

Evet, bu defa yaramız çok derin. Ne zaman iyileşiriz, bilemiyoruz. Ama toparlanırız. Her birimiz ellerimizle diğerinin yarasını sarar, “Kızılelma”ya doğru yola koyuluruz!

NE derinden sarsıldık! Rakamsal değeri 7,7 ve 7,6 şiddetindeydi lâkin yüreklerimizdeki acının karşılığının olmadığı muhakkak.

Enkaz altından çıkarılan bebeklerin masumiyeti gözlerimizden akan yaşların müsebbibi olurken, çocukların saflığı ise buruk tebessümlerimizin mahcup ifadelerine yerleşti. Hele hele olay yerinde var güçleriyle mücadele eden arama-kurtarma ekiplerinin gayreti şükürlerimizin cümlelerini kurdurttu.

Güvenlik güçleri, sağlık görevlileri gibi, birçok kurumun ve sivil toplulukların bu daireye dâhil olmaları ise umutlarımızın, güven duygumuzun kıpırdanmasına ziyadesiyle kâfi geldi.

Ardından Devlet, felâketin yaşandığı bölge insanına uzattığı elin maddelerini açıkladı sırasıyla. Öncelikle barınmak üzere kurulan çadırkentlerin yanı sıra her aileye 10 bin lira nakdî yardım ve bunun yanında kira yardımı, bir yıl içerisinde konutların yapımı, teslimi ve daha niceleri...

Türk halkının bir bedenin uzuvları gibi bütünleşmiş hâliyle yaptığı yardımların listesini ise saymakla bitiremeyiz. Bunları TV ekranından izlerken zihnim kısa ama can yakıcı bir hafıza yoklaması yaptı hesapsızca ve “Ah ülkem ah!” dedim, “Hiç mi bitmez çilen, hiç mi hafiflemez imtihanın? Adına kutladığımız bayramlarında dahi acılarını yâd ediyoruz kürsülerde, meydanlarda. Şiirlerimiz, marşlarımız kaderinin kederini haykırıyor mısra mısra yüreğimize”.

Çileli bir ananın göz pınarlarına dolan yaşlarını, dimdik durmak adına burnunun kemiğini sızlatarak içine akıttığı türden badireleri, Millî Mücadele yıllarında kenetlenmiş kadın, erkek, yaşlı, genç her guruptan vatanına tırnaklarını geçiren mücahit ruhlu insanlar düştü aklıma. Topraklarını tutan, koparan, kaldıran sevdalılar… “Yurdum olsun, ekmek azmış, ne gam!” düsturuyla dirayetli duruşlarını bozmayanlar... Devletini kurup yavaş yavaş toparlanırken, ellerinin üzerine doğrulmaya çalışan yarı aç, yarı tok ülkemin cefakâr insanları...

Ne var ki, kararlıydı “gölgelerin eli” kol gezmeye. Millî projelerin önüne vurulan setler, terör ateşini yakıp harlayanlar... Devamında, kısır döngülerin çarkında döndürdükçe başlanan noktaya getirmek için, “iki adım ileri, üç adım geriye” yürüterek bütün “alicengiz” oyunlarını devreye sokuyorlardı. Çünkü “Hedefe varan her yol mubahtır” istikâmeti, “o” zihniyetin yegâne ilkesiydi.

Uzun zaman aldı nekâhat dönemi. Toparlandı, kısa (bize göre) sürede gelişme hamleleriyle silkelendi ülkem. Ayaklandı, doğruldu cesur kararlarla. Tam kişisel kimliklerimizin sahasında özgürleşip uluslararası arenada ülkemizin prestijinin ivmesi hız kazanmışken, semalarımızdan kurşun kurşun ihanet yağdı üzerimize kanımızla, canımızla beslediklerimizden.

Milletimizin feraseti ve basireti bu badireyi de atlattı. Lâkin derler ya, “Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz” misali, unutmadı bedenine yediği keskin ayazları. Belirlediği hedeflerinden asla şaşmadı.

Şimdi daha kavi, daha hür ve daha özgüvenli bir devlet aklıyla göğüslüyoruz saldırıları. Sınır ötesi operasyonlar, savunma sanayiindeki hamleler, Akdeniz’de yürütülen sondaj çalışmaları, petrol rezervlerinin keşfi ve nicelerini hayata geçirirken dahi eski geleneklerinin üzerinden sonuç devşireceğini sananların “kiraya verdikleri seda”larından işitiyoruz itirazlarını.

Ne var ki, köprünün altından çok su aktı. Devlet-millet, birbiriyle entegre oldu. “Yönetenler” ve “yönetilenler” arasındaki mesafe çoktan kapandı. Kategorize edilmiş, “Kast” sistemine göre gruplandırılmış halk, bu tabuları aşarak sosyal statüsünü geri kazandı.

Evet, bu defa yaramız çok derin. Ne zaman iyileşiriz, bilemiyoruz. Ama toparlanırız. Her birimiz ellerimizle diğerinin yarasını sarar, “Kızılelma”ya doğru yola koyuluruz!