Sararmış sayfalar arasından göz kırpanlar

Her birinin hikâyesini merak ederiz. Kim bilir hangi medrese köşelerinde dolaşmış, kaç tane talebeye yol göstermiş, hangi sevdalıya yastık arkadaşlığı etmiştir. Belki de köşklerde, saraylarda yahut bir köy odasında, ahşap evlerin raflarında ağırlanmıştır.

KİMİ üç beş katlı bir iş hanının eksi ikinci katında, kimi önünde salkım söğüt ağaçların bulunduğu denize nazır bir mekânda, kimi ise emsalleriyle birlikte bir pasajda; çoğunun cildi solmuş, kırışmış, bazıları kabuk bağlamış, kabuğu koparılmış, bazısı ise tertemiz, parlak ve pürüzsüz…

Bir dermatoloji kliniğinden bahsetmiyorum elbette. Çağa ve mekâna direnen kutsal savaşçılardan, geçmişten bugüne varlığını idame ettirebilen süper kahramanlardan bahsediyorum.

Gıcırdayan kapısında çıngırağıyla karşılaştığımız, çay sıcaklığındaki sohbetleri şeker niyetine katıp karıştırdığımız, bir pîr-i fâninin hikmetli sözleriyle zihnimizi maziye, yönümüzü istikbale çevirdiğimiz, muhabbet kapılarının defaatle kitaplara aralandığı, hiç duyulmamış anekdotların nakledildiği masalsı bir yer, büyülü bir mekândan söz ediyorum.

Sahaflar, tutkuyla kitaba sevdalı olan âşıkların maşukuyla buluştuğu alanlardır. Gece kelebeğinin mum etrafında attığı onlarca turun sonunda ateşe kapılıp yanması gibidir buraların müdavimleri. Kitapların etrafında döner dururlar; ne vakit aradıkları esere ulaşırlar, o eserin içinde yok olurlar. Kim bilir, belki bu kayboluş ile yepyeni, farklı eserler doğururlar.

Gerçek birer okur ve edebiyat severliğin apoletlerini omuzlarına takan eski dostlarımızı mekânında ağırlayan kişilerse, Osmanlı’dan ve daha öncesinden başlayan derin bir kitap tarihine hâkim olan, kitapların maddî değerinden öte manevî değerinin farkındalığını yaşayan, kafalarının içinde on binlerce kitap ismi muhafaza ederek ve hatta kitapların basım tarihlerini ve çevirmenlerini sıralayacak kadar işini ciddiye alan, zihinleri bilgi departmanı, derya deniz kimselerdir.

“Sahaf” denilince zihnimizde ilk beliren düşünce, ikinci el kitapların alınıp satıldığıdır. Oysa sahaf, bulunması güç ve basımı yapılmayan eserleri okuyucusuna ulaştıran, taliplisinin ilim ve medeniyetle temasını sağlayan bir kültür taşıyıcısıdır. Bu mekânlarda eskiye olan talebi geçerli kılansa müşterilerinin çokluğu değil, keyfiyeti ve niteliğidir. Kitap müptelâlarının, yazarların, bilim adamlarının sık sık uğradıkları, sohbet ettikleri, edebiyatın ve ilmin uğrak yeridir.

Kırtasiye ve kütüphaneler gibi belli kategorilere ayrılmış bir raf sistemi göremezsiniz sahaflarda. Bırakın rafları, yerlerde dahi kitap görebilirsiniz. Eski plaklara, fotoğraflara, gazete ve dergilere de ulaşabileceğiniz biraz tozlu, biraz dağınık-dingin ve sükûn mekânlardır. Kokusuyla, yaşanmışlıklarıyla geçmişi anımsatırlar.

Mirasçıları tarafından yük olarak görülen kıymetli eserlerin yetimhanesi, bir çöp konteynırının kenarına bırakılmış, terk edilmiş kimsesizlerin sığınağı, zaman içerisinde sararan, yıpranan yaşlı kitapların huzurevidir sahaflar.

Buradaki kitaplar da insanlar gibi vuslatı beklerler; sahibi gelip onu bulunca şükür dolar yapraklarına, aksi durumda vefasızlık düşer her birinin bahtına.

“Adam mezarda, kitap mezatta” şeklindeki yürek burkan, iç acıtan tabiri duymuşluğunuz vardır halk arasında. İşte bu sebepten kayıp ve yitik bir hayatın ruhu sinmiştir kapaklarına. Bu kıymetli eserleri toplayan, kollayan, gözeten, gerekirse onaran, kıymetini bilen biri çıkana kadar nasıl vardılar bu durağa? Bilinmez hangi heyecan, hangi coşku, hangi ümit ile alınmıştı ilk sahipleri tarafından, ne kadar misafir oldular onlara, nasıl hikâyelerle, nasıl bir serüvenle yol aldılar?

Ruhumuzun ab u havasını değiştiren nostaljik bir atmosferi vardır bu düşler diyarının ve hem kokusuyla etkisi altına alan. Bir fırın düşünün; nasıl buram buram ekmek kokar, kokusu sokağa taşar. Sahaflar da eski kokar, zamanın rayihasını bulundukları ortama yayarlar.

Yaşanmışlığın en özel anılarından geriye kalanları, bir dost, bir sırdaş gibi yıllarca saklarlar. Sarı selüloz kokulu sayfaları çevirirken arasına saklanmış, kurumuş güzelliğine hafif bir melankoli katan bir gül ile bize sürpriz yapar. Ya da yıllarca göğsünde sakladığı bir mektupla… Notlar, katlanmış yapraklar, altı üstü çizilmiş satırlarla bizi bambaşka hayatlara, bambaşka zamanlara salar.

Her birinin hikâyesini merak ederiz. Kim bilir hangi medrese köşelerinde dolaşmış, kaç tane talebeye yol göstermiş, hangi sevdalıya yastık arkadaşlığı etmiştir. Belki de köşklerde, saraylarda yahut bir köy odasında, ahşap evlerin raflarında ağırlanmıştır. Dışarıdan baktığımızda tozlu küflü bu eski dostlar, içinde ne hazineler saklarlar. Ruhunda koskoca bir tarihin emaresini taşıyan, zamanın ve anıların gönüllü bekçileridir onlar.