Sapkınlıkların perde arkası

Doğru düşünce sistematiğine sahip olunmadığında sapkınlıklar başlar. Zamanla, yaşanan hatâlar sıradanlaşarak toplumu sarar. Bir toplumda yanlışların sıradanlaşması, o toplumun çöküşüdür. En azından ahlâkî çöküşüdür…

DÜŞÜNMEK, fikir üretmek ve akıl erdirmek, varlıklar arasında sadece insana ait bir özelliktir. Bilimsel bilginin üretilmesi ve kullanılmasında fikir erdirmek hayatî öneme sahiptir. Bu nedenle düşünmek, bilim ve bilginin kullanılmasından daha önemlidir.

Doğru düşünmek ise, ancak ölçülerin içselleştirildiği durumlarda gerçekleşir. Asrımız “bilgi” çağı olduğundan, evrensel ve her insanın kabul edebileceği ölçüler çerçevesince fikir üretmek gerekiyor.

Doğru düşünmede en kestirme yol, fiziksel/somut durumların ölçüsüdür. Bunlar günlük hayatta bilinerek ya da bilinmeyerek içselleştirilmiştir. Pazarda yapılan alışverişlerdeki işlemler buna birer örnektir. 

Bu nedenle fiziksel anlamda ölçme, “fiziksel bir niceliği tam olarak tanımlayabilmek için o niceliğin nasıl ölçüleceğini bir kurala bağlamak ve bir birim ile ifade etmek” şeklinde tanımlanır. Ölçmede en önemli mihenk noktası birimdir. Ölçülecek olanların inilebilir en alt düzeyi birim olup, işe buradan başlanır. Evrende inilebilecek en küçük değerli birim insan, insanda ise egodur/nefstir.

Atom, maddenin bütün özelliğini taşıyan en küçük yapı olduğu gibi canlının bütün özelliğini taşıyan en küçük yapının da hücre olması gibi çok önemli bir birim teşkil eder.

İnsan, gerek fizik evreni, gerekse fizik ötesini tanırken kendisinin ulaşabileceği ölçüleriyle yol alır. Fizik evrene dair “genel kabul” sıradanlaşmıştır. Ancak fizik ötesi evreni de kapsayacak şekilde bir ölçme ve buna dair bir sistematikler bütünü günümüzde az kullanılmaktadır.

Bunun en az derecede kullanımının nedeni; metre uzunluğun, kilogram kütlenin ve saniye zamanın birimleri iken soyut sistemler için benzer birimlerin ya unutulmuş ya da kullanım dışına itilmiş olmasıdır.

Doğru düşünce sistematiğine sahip olunmadığında sapkınlıklar başlar. Zamanla, yaşanan hatâlar sıradanlaşarak toplumu sarar. Bir toplumda yanlışların sıradanlaşması, o toplumun çöküşüdür. En azından ahlâkî çöküşüdür…

Kendini bilmeyen/tanımayan, Rabbini de tanımaz. Hayvanî özelliklerin esiri olmuş bir kişi, her türlü normal dışı davranışı rahatlıkla yapacak yola girer. Kendini bilmekten maksat, kişinin iç ve dış dünyada olan her olayın bir kasıt, maksat ve irade üzerine yürüdüğünü görmesidir. Bu durum bilim, ilim ve irfan ölçülerinde madde-enerji, enerji-sinerji ve birey-toplum morfik rezonans hâllerini tetikler.

Perdenin arkasındaki olayları görmeden gerçek kişi olunmaz, karakter olgunlaşmaz. Bireyin önüne konulan tuzaklar da görülmez.

Ölçüsüz ve nizamsız fikir üretmekle rahmet anlaşılmaz, kudret fark edilmez, Cemâl görülmez, Kemâl idrak edilmez, gerçek hayat yaşanmaz, Ruh bilinmez ve şuur derk edilmez.

Öz’de ölçülü görme ve doğru düşünce olmazsa kalp atmaz, sır aşikâr olmaz, akıl hakikati bilmez ve insan hayâl dahi kuramaz. Böylece insan bir “özne” olarak sevilmekten de çok uzaklaşır. Giderek cimrilik, korkaklık ve harîslik insanı sarar.

Ölçüsüz bir hayat, O’nsuz bir yol; zulmeder, haset eder, kin besler ve her günahı işler. Ayrıca huy güzelliği kaybolur, merhamet kalmaz, insanları bağışlamaz ve çekiştirir, kötü söz ağza pelesenk olur, insanlara yeis aşılar ve öç almak için aylarca ve yıllarca kardeşinin, arkadaşının bir hatâ veya açığını kollar.

İnsan, emrolunduğu gibi dosdoğru yaşasa ve hâddi aşmasa, bütün bir evreni sever, hayatı mutlulukla karşılar, her şeyi birer kusursuz meyve gibi görür, her şeyin özüne nüfûz eder, güzel ziynetlere lâyık olur ve hayatın vahdet sırrına erişir.

İnsan, emrolunduğu gibi dosdoğru yaşasa, kâinatın her şeyini görür, her canlının lîsanına tercüman olur, âlem-i gayb ve şâhâdet kitabını okur, evrende perdeli bütün hazîneleri keşfeder ve âlemin mânevî bir güneşi olur.