DÜŞÜNMEK, fikir üretmek ve
akıl erdirmek, varlıklar arasında sadece insana ait bir özelliktir. Bilimsel
bilginin üretilmesi ve kullanılmasında fikir erdirmek hayatî öneme sahiptir. Bu
nedenle düşünmek, bilim ve bilginin kullanılmasından daha önemlidir.
Doğru
düşünmek ise, ancak ölçülerin içselleştirildiği durumlarda gerçekleşir. Asrımız
“bilgi” çağı olduğundan, evrensel ve her insanın kabul edebileceği ölçüler
çerçevesince fikir üretmek gerekiyor.
Doğru
düşünmede en kestirme yol, fiziksel/somut durumların ölçüsüdür. Bunlar günlük
hayatta bilinerek ya da bilinmeyerek içselleştirilmiştir. Pazarda yapılan alışverişlerdeki
işlemler buna birer örnektir.
Bu
nedenle fiziksel anlamda ölçme, “fiziksel bir niceliği tam olarak
tanımlayabilmek için o niceliğin nasıl ölçüleceğini bir kurala bağlamak ve bir
birim ile ifade etmek” şeklinde tanımlanır. Ölçmede en önemli mihenk noktası
birimdir. Ölçülecek olanların inilebilir en alt düzeyi birim olup, işe buradan
başlanır. Evrende inilebilecek en küçük değerli birim insan, insanda ise
egodur/nefstir.
Atom,
maddenin bütün özelliğini taşıyan en küçük yapı olduğu gibi canlının bütün
özelliğini taşıyan en küçük yapının da hücre olması gibi çok önemli bir birim
teşkil eder.
İnsan,
gerek fizik evreni, gerekse fizik ötesini tanırken kendisinin ulaşabileceği ölçüleriyle
yol alır. Fizik evrene dair “genel kabul” sıradanlaşmıştır. Ancak fizik ötesi
evreni de kapsayacak şekilde bir ölçme ve buna dair bir sistematikler bütünü günümüzde
az kullanılmaktadır.
Bunun
en az derecede kullanımının nedeni; metre uzunluğun, kilogram kütlenin ve
saniye zamanın birimleri iken soyut sistemler için benzer birimlerin ya
unutulmuş ya da kullanım dışına itilmiş olmasıdır.
Doğru
düşünce sistematiğine sahip olunmadığında sapkınlıklar başlar. Zamanla, yaşanan
hatâlar sıradanlaşarak toplumu sarar. Bir toplumda yanlışların sıradanlaşması,
o toplumun çöküşüdür. En azından ahlâkî çöküşüdür…
Kendini
bilmeyen/tanımayan, Rabbini de tanımaz. Hayvanî özelliklerin esiri olmuş bir
kişi, her türlü normal dışı davranışı rahatlıkla yapacak yola girer. Kendini
bilmekten maksat, kişinin iç ve dış dünyada olan her olayın bir kasıt, maksat
ve irade üzerine yürüdüğünü görmesidir. Bu durum bilim, ilim ve irfan
ölçülerinde madde-enerji, enerji-sinerji ve birey-toplum morfik rezonans hâllerini
tetikler.
Perdenin
arkasındaki olayları görmeden gerçek kişi olunmaz, karakter olgunlaşmaz. Bireyin
önüne konulan tuzaklar da görülmez.
Ölçüsüz
ve nizamsız fikir üretmekle rahmet anlaşılmaz, kudret fark edilmez, Cemâl
görülmez, Kemâl idrak edilmez, gerçek hayat yaşanmaz, Ruh bilinmez ve şuur derk
edilmez.
Öz’de
ölçülü görme ve doğru düşünce olmazsa kalp atmaz, sır aşikâr olmaz, akıl
hakikati bilmez ve insan hayâl dahi kuramaz. Böylece insan bir “özne” olarak
sevilmekten de çok uzaklaşır. Giderek cimrilik, korkaklık ve harîslik insanı
sarar.
Ölçüsüz
bir hayat, O’nsuz bir yol; zulmeder, haset eder, kin besler ve her günahı
işler. Ayrıca huy güzelliği kaybolur, merhamet kalmaz, insanları bağışlamaz ve
çekiştirir, kötü söz ağza pelesenk olur, insanlara yeis aşılar ve öç almak için
aylarca ve yıllarca kardeşinin, arkadaşının bir hatâ veya açığını kollar.
İnsan,
emrolunduğu gibi dosdoğru yaşasa ve hâddi aşmasa, bütün bir evreni sever,
hayatı mutlulukla karşılar, her şeyi birer kusursuz meyve gibi görür, her şeyin
özüne nüfûz eder, güzel ziynetlere lâyık olur ve hayatın vahdet sırrına erişir.
İnsan,
emrolunduğu gibi dosdoğru yaşasa, kâinatın her şeyini görür, her canlının lîsanına
tercüman olur, âlem-i gayb ve şâhâdet kitabını okur, evrende perdeli bütün hazîneleri
keşfeder ve âlemin mânevî bir güneşi olur.