Şapka Musul’dan önemlidir

Hiç kimsenin aklına, “Devlet vatandaşın kıyafetine niye karışmaktadır? Vatandaşın başına neyi örteceğine bile karar vermeye hak ve yetkisi yoksa bağımsızlık ve özgürlük ne anlama gelmektedir?” diye bir itiraz gelmemiştir. Belki gelmiştir de dinleyen olmamıştır. Böylece “medenî ve beynelmilel kıyafet” denilen ve Türkiye’yi işgale gelenlerin kıyafeti, hükümet zoruyla ve kanlı idam sahneleriyle vatandaşa kabul ettirilmeye çalışılmıştır.

HER milletin kültürünü ve kimliğini tayin eden önemli unsurlardan biri kıyafettir. İklim, coğrafya, ekonomik şartlar ve nihayet dinî inançlar gibi nedenler, hayatın doğal akışı içinde milletlerin kıyafetini teşkil ederler.

Türklerin Batı etkisi ve resmî zorlamalarla benimsediği kıyafetlerine kadarki kıyafet anlayışı da böyle şekillenmiştir. Türklerin göçebelik, yerleşik olmak ve nihayet İslâmiyet’i benimsemek gibi yaşam biçimlerinin değişmesine bağlı olarak farklı kıyafetler ve kıyafetin doğal bir parçası sayılan başlıkları da böyle olmuştur. (Bahattin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, C. I, İstanbul, 1997.) 

Türklerin kültür hayatını tayin eden en önemli unsurlardan biri İslâmiyet’i kabul etmeleridir.

***

Başlık, hem kıyafetin tamamlayıcı bir unsuru, hem de kişinin toplum içindeki veya hiyerarşideki yerini gösteren önemli bir semboldür. Devlet görevlileri rütbelerini gösteren başlıklarla, Müslim ve gayrimüslimler kendi anlayışlarına göre tercih ettikleri bir başlıklarla, hatta daha da ayrıntıda her tarikat mensubu kendi anlayışını sembolize eden bir başlık veya onu tamamlayan bir kıyafetle toplum içerisinde yer almıştır. (Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu. Çev: Metin Kıratlı, TTK, Ankara 1984, s.266.)

Osmanlı Devleti gerileme dönemiyle birlikte Batı’nın üstünlüğünü kabul etmiş, sorunlarını Batı’yı örnek alarak çözebileceği görüşünü benimsemiştir. Bu görüşle birlikte yönetici seçkinlerde Batı’ya karşı önce takdir, sonra bir hayranlık duygusu galip gelmiştir. Tek parti idaresiyle birlikte 1923’ten itibaren mutlak bir şekilde Batı’yı taklit etme fikri resmî görüş hâlini almıştır.

Yönetici seçkinlerin bu tutumuna karşılık halkın kabulleri arasında şapka oldukça olumsuz bir yerdedir. Üçüncü Selim döneminde Batılılaşma (o zaman ki adlandırmayla “Alafrangalık”) hızlanmış, İkinci Mahmut ise Batılılaşmayı bir adım daha ilerleterek kılık kıyafet alanına taşımıştır.

Yeniçeri ocağının kapatılmasından sonra (1826) kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye birlikleri ve de memurlar için Batı tarzında giyinmek zorunlu sayılmış, ceket-pantolon-potin ile bunların tamamlayıcısı olarak sarık yerine fes giyilmesi öngörülmüş, başta ilmiye sınıfı olmak üzere bu değişimlere toplum içinde tepki gösterilmiş, yapılanlar İslâmî bakımdan sakıncalı görülmüş ve İkinci Mahmut bu uygulamalarından dolayı “Gâvur Padişah” diye adlandırılmıştır. (Bernard Lewis, a.g.e.s.102.)

Bu tepkiler üzerine İkinci Mahmut, hazırladığı kıyafet nizamnamesinde ilk devirlerde Müslüman libasının yalnızca vücudu örtecek kadar sade ve basit olduğunu belirterek, “Müslümanların şehirleşmesiyle bu usulün değiştiğini, lehü’l-hamd ve’l-min-ne Osmanlı padişahlarının devrinde asker ve hoca sınıfının derecelerine göre itibarları o kadar yüksek imiş ki esvap süslerine muhtaç değil imişler. Zaten Müslüman haysiyeti ahlâk ile ve ‘libası takva ile olur’. Bunun için bedevi şartlara dönmek lâzım gelir. Padişah tebaasını çekidüzen külfetlerinden kurtarmak istemiş, bu sadeleşme vücut ve keseye daha elverişli, Osmanlılar böylece sefahatten ve israftan ve fazla masraftan kurtulmuş olurlar” (Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, Haz. M. Münir Aktepe, C.VIII, TTK, Ankara 1999, s.230) ifadelerini kullanmıştır.

Görüldüğü gibi Padişah İkinci Mahmut bile sarık yerine fes giyme şartını getirdiği ve halkın tepkisiyle karşılaştığı için, bu tepkiyi bertaraf etmek amacıyla “takva elbisesine” vurgu yapan bir nizamnameye ihtiyaç duymuştur. Çünkü halkın şapkaya ve şapkalıya karşı bakışı oldukça olumsuzdur. Şapkalı birinin bir Müslüman evine gelip şapkasını koyduğu yer, onun gidişinden sonra ev sahibi tarafından defalarca yıkanarak dezenfekte edilecek kadar, halkın gözünde şapka kerih görülmüştür. (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 2012, s.497.)

***

1924’te yazdığı “Frenk Mukallitliği ve İslâm” adlı kitabından dolayı 4 Şubat 1926’da idam edilen İskilipli Atıf’ın şapka hakkında yazdıkları, halkın şapka için genel kanaatinin özeti sayılır: “Şapka, örfte küfür alâmetidir. Yani gayrimüslimlerin Müslümanlardan ayrılmalarına alâmet eden baş kisvesidir.” (Sadeleştiren: Sadık Albayrak, İstanbul 1975, s.18.)

Üstelik Osmanlı sınırları içindeki Türkler ve Müslümanlar gayrimüslimlerle birlikte yaşamış, kendi kıyafetleri ile gayrimüslimlerin kıyafet ve başlıkları arasındaki farkı doğrudan din farkının bir sonucu olarak görüp kabul etmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu'yu işgale gelen İtilaf Devletleri temsilcileriyle onların yerli işbirlikçileri Ermeniler ve Rumlar şapkalıydı. Türkiye Türkleri için şapka, doğrudan işgalci düşmanı temsil eden bir başlıktır. Zaten Millî Mücadele de şapkalılar ile kalpaklı Kuva-yı Milliyeciler arasında olmuş ve o mücadeleyi şapkalılara karşı kalpaklılar kazanmıştır.

Türk halkına kalpak ve benzeri bir başlık yerine şapkayı teklif etmek, doğrudan düşman kıyafetini teklif etmekle eş anlamlıydı. İşte bu denli olumsuz bir anlamı ve geçmişi olan şapka, Türk halkı için neden gereklidir? Türkler şapka takınca ne kazanmış olacaklardır?

Karar alıcı kişilerin psikolojik yapıları da şapka meselesinde önemli yer tutmuştur. Nizamî mekteplerde okuyanlar ve Avrupa’ya seyahat etmiş olan kimseler, fırsat buldukça şapka giymişlerdir. Mustafa Kemal Paşa da böyledir. 

Mustafa Kemal, Fransa’daki Picardy Manevraları’nı izlemek için Arnavut kökenli Binbaşı Selahattin Bey ile Paris’e giderken, Sırbistan’a geçer geçmez üniformasının bir parçası olan başındaki fesi çıkararak çantasında taşıdığı kasketini başına takmıştır. Arkadaşı Binbaşı Selahattin Bey, kendilerinin birinci sınıf mevkide devleti temsilen devlet imkânlarıyla seyahat ettiklerini ve Osmanlılık veya Müslümanlıklarının belli olması gerektiğini söyleyerek Mustafa Kemal’e itiraz etmiştir. Buna karşılık Sırbistan’daki bir istasyonda bir çocuğun ona, “Tuh Türk!” diye bağırması üzerine Selahattin Bey de çantasından çıkardığı kasketini başına yerleştirmiştir. (Andrew Mango, Mango, Andrew, 2018; “Atatürk: Modern Türkiye’nin Kurucusu”, Çev: Füsun Doruker, İstanbul 2018, s.120-121.)

Şerafettin Turan’a göre bu olay, Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyet döneminde şapka inkılâbı yapmasının psikolojik temelini oluşturmuştur. (Şerafettin Turan, 1999, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar. Ankara 1999, s.4.)

***

Musul’un kaybedildiği 1925’te, dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, şapka meselesi hakkında CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’ya, “şapka giymenin Türk milleti hesabına Musul’un fethinden daha üstün olduğunu söyleyerek” onun takdirini kazandığını belirtmiştir. (Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, C.I-II, Ankara 2008, s.99-100.)

Dönemin tek parti iktidar seçkinlerinin Musul’dan daha önemli saydıkları şapka meselesi hakkında CHP Genel Başkanı Kemal Paşa, görüşlerini 27 Ağustos 1925’te Kastamonu İnebolu’da şöyle açıklamıştır: “Bizim kıyafetimiz millî midir? (Yükselen ‘Hayır!’ seslerine) Size iştirak ediyorum. Tabirimi mazur görünüz, altı kaval, üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O hâlde kıyafetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? (Yine yükselen ‘Hayır, hayır, katiyen!’ sesleri.) Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzar-ı âleme göstermekte mânâ var mıdır? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabiî bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine ‘şapka’ denir…” (Mehmet Saray, Hüseyin Tosun, Hüseyin (2005). Atatürk ve Çağdaşlaşma: Belgeler ve Görüşler. Ankara 2005, s.132-133)

Hiç kimsenin aklına, “Devlet vatandaşın kıyafetine niye karışmaktadır? Vatandaşın başına neyi örteceğine bile karar vermeye hak ve yetkisi yoksa bağımsızlık ve özgürlük ne anlama gelmektedir?” diye bir itiraz gelmemiştir. Belki gelmiştir de dinleyen olmamıştır. Böylece “medenî ve beynelmilel kıyafet” denilen ve Türkiye’yi işgale gelenlerin kıyafeti, hükümet zoruyla ve kanlı idam sahneleriyle vatandaşa kabul ettirilmeye çalışılmıştır.

***

Yöneticilerin şapka meselesini her sorunun üstünde gördükleri bir zamanda, 24 Kasım 1925 günü Erzurum’da 50-60 kişilik bir grup hükümet binası önüne gidip şapka kararını protesto etmişler, içlerinden bazıları ise hükümet binasının camlarını kırmış, yerel yöneticiler bu olayı hükümete karşı bir isyan sayarak Erzurum’da sıkıyönetim ilân etmişlerdir.

Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin Erzurum’a gelmesini beklemeden Vali Mehmet Zühdü Bey başkanlığında Harp Divanı Mahkemesi kurulup tutuklanan 117 kişi yargılanmışlardır. Olay yerine kardeşlerini aramaya giden Şalcı Bacı adındaki seyyar satıcı bir kadın da burada yargılanarak 6 Aralık 1925 günü Erzurum’da üç kişi ile birlikte idam edilmiştir. (Çetin Altan, Komünizm Diye Diye, İstanbul 1976, s.59; Mete Tunçar, Türkiye’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Ankara 1981, s.152.)

O dönemde bütün basın, CHP hükümetinin yayın organıdır. Yerel yöneticiler gibi basın organları da Erzurum’daki protestoya katılanları aşağılayıcı sözlerle haberleştirmişlerdir. Bunlardan biri olarka 15 Aralık 1925 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, olaya karışanları cahil, olayın öncülerinden sayılıp idam edilen Gacıroğlu Şeyh Osman Efendi’yi “irtica/kara kuvvet”, Gullebioğlu Akif Ağa’yı işgal zamanı Ruslara hizmet etmek, yedi defa evlenip boşanmak, yine olayın öncülerinden sayılan Pırtın Köyü İmamı Abdullah Efendi’yi “gâvur imam” olup Ermenilere hafiyelik etmekle suçlamıştır.

Konya Milletvekili Refik Bey, Sakallı Nureddin Paşa’nın Meclis’teki tahrik edici konuşmasının bu olaya sebep olduğunu, milletin canı gibi koruyarak benimsediği şapkaya karşı irticacı fikirlerin etkisiyle masumların suça teşvik edildiğini, Nureddin Paşa’nın milletin arasına nifak soktuğunu, olaylara karışanların zavallı insanlar olduklarını ileri sürerken, dönemin Erzurum Albayrak Gazetesi sahibi Süleyman Necati Bey ise olaylardan Vali Mehmet Zühtü Bey’in sorumlu olduğunu belirtmiştir. (Süleyman Necati Güneri, Hatıra Defteri, Ali Birinci -Haz.-, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999, s.47-51.)

Şapkayı protesto eden Erzurumlular zavallı, cahil, irticacı (doğrusu “mürteci”) diye aşağılanırken, idam edilenlerin arasında Şalcı Bacı adlı seyyar satıcı bir kadının olmasının utancını kimse üzerine almamıştır. Hatta günümüzde bile masum/çaresiz bu kadının idamını savunma utanmazlığını gösterenler, “Şalcı Bacı’nın işgal döneminde Erzurum’da genelev işletmeciliği yaptığını” ileri sürmekten çekinmemişlerdir. Neredeyse Şalcı Bacı’nın hayâlî genelev işletmeciliğinden dolayı idam edildiğini bile söyleyecek ölçüde muhakemelerini kaybetmişlerdir.

Cumhuriyet idaresinin genelev işletmeciliğini suç sayması ve bunun için insanları idam etmesi gibi akıl/vicdan sınırlarını zorlayan mazeretler icat etmektedirler. Muhalefeti kan ve ateşle tasfiye etmek, halkı korkutup sindirmek için şehir meydanlarında insanların idam edilmelerinden sonra günlerce asılı cesetlerin teşhir edilmesini meşru gösterme çabası için hiçbir sınır tanımayanlar, idam edilen çaresizlerin hatıralarını bile aşağılayıp onları mahkûm etmeye çalışmakta, tek parti döneminin borazanlığını yapmaktadırlar.

1811-1827 arasında Kaptan-ı Derya olan Koca Hüsrev Paşa’nın Fas’tan İstanbul’a getirdiği ve İkinci Mahmut’un resmî başlık yaptığı fesin ise Kuzey Afrika’da bir ülkenin, bir şehrin adı olduğunu bilmeden sözde Yunan başlığı olduğunu tekrarlayan cahil bir koronun şamatası ise maalesef gerçeğin sesine galip gelmiştir.