FİZİK, insanlara mikro
ve makro ölçekte veriler sunup bunların yorumlarını bilim insanlarına bırakır.
Veriler ne kadar objektif yorumlanırsa doğrulara o kadar yaklaşılır. Burada iki
önemli durum ortaya çıkar: Birincisi, olayların makro veya mikro ölçekte
olduğuna doğru karar verilmesi; diğeri ise verilerin bilimsel ölçekte
yorumlanmasıdır.
Mikro
ölçekteki kuantum olaylarına alternatif olarak ortaya çıkan sosyoloji ise makro
ölçekteki toplumsal olayları izah eder. Sosyolojinin bu ölçekteki “toplumsal”
olayları açıklarken menfaat odaklı eksende durması, genelde daha kuvvetli
ölçektedir. Zira menfaat olmadan toplumsal olayların yorumlanması ümmet kavramı
içerisine giriyor.
Toplumsal
olayların makro ölçekte açıklanması, klasik fizik ve sosyoloji açısından ortak
payda olarak görülmektedir. Bireylerin kendilerini ilgilendiren olaylarda ise
Kuantum Kuramı üzerinden gitmek daha doğrudur. Bireyi ilgilendiren normal dışı
davranışları konumuzun dışında tutuyoruz. Bu durum daha çok “sağlık” alanıyla
ilgili olduğundan, uzmanların yorumlaması ve açıklaması doğru olanıdır.
Toplumu
ilgilendiren olaylarda ise toplum bilim veya makro ölçekte açıklanması daha
doğrudur. Son günlerde gündemi işgal eden “sapık” ifadesinin muhatabı toplumun
bir kesimi olduğundan, konunun makro ölçekte dinamik sistemin “etki-tepkisi”
olarak görülmelidir. Böyle bir bakış doğrudur. Buradaki “etki-tepki” ifadesi “amaca
yönelik eylem” içerdiğinden, Newton tarafından dinamik sistemlerin
açıklanmasında sıklıkla müracaat edilen yasalardan üçüncüsü olarak bilinir.
Toplumu
ilgilendiren veya doğrudan toplumsal olayları tetikleyen durumlar bir ülkede
beş temel gruba ayrılabilir: Bunlar ekonomi, savunma, istihbarat, içişleri ve
dışişleridir. Toplum bu beş grup
içerisinde birliktelikten ayrılırsa iç karışıklık, müdahale veya beklenmedik
her türlü olayın olması mümkündür.
Ekonomide
ne önemli mihenk taşlarından biri, ocakta pişen aş kalmadığında tencerenin
götüremeyeceği yönetimin olmadığı anlayışıdır. Pandemi ile birlikte oluşan
ekonomik darboğaz bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’yi de derinden
etkilemiştir. Her gün değiştirilen raflardaki fiyat artışları milletin boğazını
sıkmaya başlamıştı. Bu aziz milletin sabrı neticesinde ücretlerdeki artışa
karşı resmî marketteki indirim hareketi, bir nebze de olsa durup gözlemlemeyi
millete fırsat olarak sundu. Özellikle İngilizlerin haince pusuda beklemeleri hiç
gözlerden kaçmadı. Çünkü artan enflasyon ve ekonomik darboğaza rağmen Türk
ekonomisindeki artışı bilimsel oalrak açıklayamayan İngilizler, içerideki
birilerinin beklentilerini boşa çıkarmış görünüyor.
Savunma
alanında yapılan dijital atılımlar birilerinin boğazına düğümlenmiş durumdadır.
15 Temmuz öncesinde, kritik alanda çalışan onca mühendis sudan bahanelerde
devre dışı bırakılırken, şimdilerde fersah fersah yol alınması ise birilerini yine
çileden çıkarmıştır. Kızılelma, semalarda uçmaya başlayıp TSK envanterine dâhil
olduğunda o çevrelerin umutları iyice tükenecektir.
Yıllarca
askerî darbeler konusunda ABD’yi bilgilendiren istihbarat, Türkiye
Cumhurbaşkanı ve Başbakanına o bilgilerden haberdar bile etmemişti. 15 Temmuz’dan
önce yine dinleme skandalları ülkeyi derinden sarsmıştı. 17-25 Aralık
olaylarında en büyük hedef Hakan Fidan değil, doğrudan Türk İstihbaratı ve bütün
yönetime el koymaktı. Bunu da başaramadıklarında, hak görünümlü küfür, askerî
darbeye kalkıştı. Ardından iki bin yıllık Türk Devleti gömlek değiştirdi ve
millet, doğrudan idareyi taçlandırdı.
ABD’nin
Türkiye’nin çevresinde sürekli olarak askerî üsler kurduğu malûm. Özellikle
NATO tatbikatı yapmasına rağmen Yunanistan’ın Türk F-16’larını Rus yapımı
S-300’ler ile taciz etmesi, ABD’nin hain plânının devrede olduğunu
göstermektedir. Hiç kimse “Darbeler devri bitti” diye düşünmesin, canhıraş bir
şekilde 2023 Seçimlerine her koldan çalışanlar susamış durumdalar. Her yolu
denemektedirler. Bu nedenle dışişlerinde ABD’ye göz kırpıyorlar.
Yukarıdaki
sıralamaya bakınca içişlerini atladığımız sanılmasın. Şimdilerde ABD’nin
Türkiye’ye müdahale etmesinin tek yolu kalmıştır: İç karışıklık ve kaos!
Böyle
bir ortam oluşursa, ABD, İngiltere ve maşaları, haricî ve dâhilî olarak
halkımızı korumak (!) ve demokrasiyi yeniden tesis etmenin (!) yanında Türk
sınırlarını korumak(!), kimyasal silahlara engel olmak (!) ve iç huzuru yeniden
sağlamak (!) gibi bahanelerle Türk sınırlarından içeri girip tecavüz etmeyi
beklemektedirler.
İç
karışıklık olmadan ABD ve yandaşlarının bunları yapması mümkün değildir. Şu
asla unutulmamalıdır: Gerek formel, gerekse informel düzeyde bu aşamada
çalışanlar, inanın 15 Temmuz’dan daha çok çalışıyorlar. Hem de gece gündüz! Bu
nedenle uyanık olmak gerekir. 2023 Haziran’ında değişiklik olursa, kazanımların
hepsinin bir yıl içerisinde yok edileceğini unutmamak gerekir.
Böyle
bir fotoğrafta toplumun bir kesimine yöneltilmiş olan “sapık” söyleminin iyi
bir ifade olmadığı herkesin malûmudur. Böyle bir ifadenin mikro ölçekte
bireysel bir kelime olduğu da söylenemez. Newton’un ifade ettiği üzere, dinamik
sistemlerin üçüncü yasası olarak bilinen “etk-tepki”nin içerisine uymaktadır.
Buna
göre “sapık” söylemi bireyden çok daha büyük bir etki ile karşı tepki oluşturma
potansiyelinde görülmektedir. Tepkinin “Gezi” benzeri bir olay olması kuvvetle
muhtemeldir. Bu nedenle, tamamen dil sürçmesi ise, söylem sahibinin
avukatlarıyla birlikte böyle bir amacının olmadığını belirtip halkın huzurunda
derin “özür” dilemesi şart olmuştur. Aksi takdirde “sapık” söyleminin Klasik
Fizik Kuramı’na göre bir iç karışıklığa neden olmak üzere bir oluşu tetikleme
hedefi olarak durmaktadır.
Sanatçıların
biraz toplumdan aykırı olmaları normal ve anlaşılabilir bir durumdur. Ancak
nasıl oluyorsa bu aykırılık ve devrimci söylemler hep toplumun değerlerine,
duyularına ve mayasına çevrilmiş birer ok gibi oluyor. Neden topluma saygı ve
toplumu ileri taşımak yönünde bir aykırılık olmuyor?