SOYUT ölçüt kriterleri,
edep ve ahlâk gibi güzide kavramları tanımlamada sıkça kullanılır. Başvurulan
bu kıstaslar, elle tutulamaz ve şekil verilemez tabiatlarından dolayı “soyut”
sıfatıyla anılır. Ve nerede bir soyutluk dile gelse, orada bütün normlar
esnetilip genişletilebilir ve kenarından kırpılıp daraltılabilir. Maalesef…
Edep
ve ahlâk nedir, ne olmalıdır?
Hiç
öyle anlama düz yolla gittiğim vâki değildir. Ben önce “Ne olmamalıdır?”ı
konuşmak niyetindeyim. Hattâ ondan da evvel “norm” kavramına bir açıklık
getirerek, bahsedilen değerlerin yanında ne işi olduğuna değineceğim…
Norm(al);
hemen hemen her soyut ve bir o kadar güçlü kavramın varlık hikâyesinde
belirleyici ne kadar veri varsa hepsini kapsayan bir kavram. İnsan denilen
varlığa bir değer isnat edecek tüm soyut kavramlar (ahlâk, hicap, edep, saygınlık,
doğruluk, dürüstlük gibi), bir kurallar bütününe ve bir yargılama ölçütüne
dayanarak var olurlar. Bu kavramlar aslında hiç de kişiye ve ortama göre
değişebilen hudutlarda değildirler ama hem kendi varoluş sürecindeki mücerret
karakter, hem de onu belli bir kriterle değerlendirmeye almamızı sağlayan
normlar, kolay şekil verilebilen birer malzeme niteliğindedir. Böylece insan ve
insanî birlikler tarafından öznel beklentileri karşılayacak şekilde defalarca
biçimlendirilir.
İşte
bir şeyin ne olduğunu anlatmaktan ziyâde ne olmadığına dikkat çekme isteğim de
burada başlıyor!
Nihâyetinde,
sınırlar içinde var olan her şeyin, aslında ne olduğu herkes tarafından bilinir
ve kabul görür. Fakat bütün aşırılık, o kavramın ne olmadığını belirleyecek sınırları
genişletme ve daraltma yoluyla başlıyor.
“Ahlâk, belli
normlar içinde davranmaktır” dediğimizde de yeterli olması beklenirdi.
Fakat böyle soyut ifadelerin sınırlarını belirlemek, anlamını belirlemekten
daha zor oluyor.
En
basit anlamıyla norm, kurallar bütünüdür. Bir kavramın dayandırıldığı kurallar
bütününe uygun olan her şeye ise “normal” denir.
Normlara
riâyet etmek, “normal” sıfatına erişmektir. Fakat “normal” sıfatı, insanı
cezbeden bir frekansa ve toplumsal takdire sahip değil. Bir insanın normal
olduğunu dile getirdiğimde, aslında ahlâk, edep, saygı, hak ve hukuk normlarına
riâyet ettiğinden bahsetmiş olmalıyım. Fakat bu üstün nitelikleri işâret eden
sıfatı bugün kime yakıştırsak, övmekten ziyâde hakâret etmiş kabul
edilebiliriz. İşte size esnetilmiş ya da daraltılmış anlamlara mahkûm olmuş bir
kavram daha: Norm(al)…
Ahlâk
kavramı da öyle hemen bir cümleciğe sığdırılıp, sonuna nokta koyulup
sunulabilecek kadar dar anlamlı değil. İçine başka başka kavramlar ve biçimleri
sığdırabilecek kadar esnek... Bu esneklik sorun değil; ilk bakışta… Çünkü bir
kavramı diğer nitelikli kavramlarla desteklediğimizde, anlamı
genişlettiğimizde, bütün bu anlamlarla o kavramın ne olduğunu açıkladığımızda,
uyulması gereken normları da arttırmış ve standardı yükseltmiş oluruz. Bu da
daha nitelikli insan ve daha kabul edilebilir bir toplum saygınlığı anlamına
gelir ki hiç de fenâ olmaz. Fakat esneklik, sadece genişletmek mevzubahis
olduğunda karışımıza çıkmıyor.
Bu
esneklik, içi boşaltılan ve daralan anlamlara mahkûm edilen bütün kavramların
yıkımıyla da karakterize oluyor. Böylece sınırlar, ölçütler ve normlar,
belirleyici olmak yerine belirsiz bir vücûda bürünüyor.
Normlara
riâyet etmek, normal olmak, sığlık ve tekdüzelikle anlamdaş hâle gelmiş
durumda. Daha ahlâk ve edep kavramlarının yıkımına gelemeden, onları belirleyen
norm ve normallerin algısında kayıp veriyoruz.
Üstün
nitelikli hareket yönelimi sanattır. Bunun icracısı ve tasarlayıcısı bireye ise
“sanatkâr” denir. Sanatı, “toplumda kabul gören normalleri aşmak” olarak
tanımladığımızda, sanatçıyı da bu normları tanımayan birey olarak kabul
ediyoruz. Yani diyoruz ki, “Sanatçı
normal insan değildir”. Bu normsuzluk, sanat gibi devâsa bir anlamı
karşıladığında ne kadar da hoş ve ahenkli bir yapıya büründü, değil mi? Artık
toplumda normal olmak itici ve sığ bir faaliyetsizlik olarak algılanıyor. Ne
acayip! Bu kabule göre sanatçı normal
değildir, normlara itaat etmez, kendi kriterleri vardır ve o kriterler, geniş
sınırları olan hareket yönelimlerini kapsar. Ve bu, son derece övgüye lâyık bir
tutumdur(!).
Hiç
de öyle değil! Hem ne demiştim, ne olduğunu anlatmıyorum ben, neyin ne
olmadığını anlatıyorum!
Hem
bir sır daha vereyim: Sanat temâyülü, insanı bütün ahlâkî ve toplumsal
kurallara, tüm insan biçimlerinden daha fazla uymaya iter. Sanat, üstün bir
incelik hâlidir. Öyle olmalıdır. Bütün kavramların sınırını aştığınızda
karşınıza bir sanat ürünü çıkmaz. Bütün kavramların derinindedir sanat. Ahlâk
sınırlarını aşmak, sanat değildir. Ahlâk düzleminde yaşayıp giden insanın o
düzlemin derinliğini keşfedip içine dalmasıyla sanat meydana gelir. Edep
çizgisini aştığımızda da karşımıza sanat ve sanatkâr çıkmaz. Orada topluma ve
değerlere aykırı bir insan yığını vardır, onlar kendi hareket tercihlerine
sanat adı verebilirler fakat bu alan hiçbir şekilde sanatı ve sanatçıyı
barındırmaz. Burada toplum ayrıkları bulunmaktadır. Sanatçı ise tüm o
değerlerin ve normların sınır dışında değil, bahsi edilen bütün değerlerin
sınırlarında fakat derinliklerindedir. İşte bu yüzden ahlâk sınırını aşan ve
normalin dışına taşan hareketlere sanat diyemeyiz; en derin ahlâk ve edep
hareketleri sanat olabilir.
Sanatçı,
normallerin dışında değil, normallerin en derininde, kalbinde gezinir.
Nedir
sanat ve ne değildir?
Bir
de şöyle örneklendireyim: Yine böyle insanî değerleri üst seviyeye taşıyacak
bir kavram bulalım… O kavramın sınırlarla belirlenmiş sahasında gezinenler ve
sınırı aşanlar olarak iki ayrı gruba temas edelim. Sonra da o kavramın ne
olmadığına bir perspektif açalım…
Kavramımız,
“dürüstlük” olsun...
Dürüstlük
kavramının normunu ne belirler? Öncelikle İlâhî sistem tabiî ki… Zira tüm bu
güzel ve kayda değer kavramlar, Yaradan’ın isim ve sıfatlarından meydana gelir,
dünya için belirlediği günah ve sevaplardan, yanlış ve doğrulardan temel alırlar.
Öyleyse İlâhî sistemin belirlediği sınırlar, o kavramın ne olduğunu da, ne
olmadığını da anlatmada yeterlidirler.
Dürüstlük
her şekilde ve her ortamda hakkı konuşmak ve gerekmedikçe de konuşmamaktır.
Kimseye hainlik etmemek ve hak edilmeyen hiçbir şeye göz dikmemektir. Kimseyi
kandırmamak ve çıkarına göre yönlendirmemektir. Dürüstlük yücedir ve çok büyük bir
insanî mücadele gerektirir. İnsanın kendine göre belirleyebileceği bir alan
değildir. Sırf işine gelmiyor diye bir konuda dürüstlüğü pas geçerek ve kendini
avutacak cümlelerle olayı en hafife indirgeyerek şekil verilemez. Fakat bu norm
ve normaller hususu yok mu, burada da karşımıza çıkıyor ve genişletilip
daraltılabilen bir esneklikte, dürüstlük gibi keskin bir anlam bile farklı
formlara büründürülüyor.
İnsanın
menfaatine ters düşen bir dürüstlük eylemi, genişletilmiş sınırlarda absorbe
ediliyor. Sınır dışı bir davranış biçimi, yine sanat ya da ihtiyaç gibi
kavramlarla açıklanıyor. Hâlbuki denklem çok basit. Dürüstlük normları İlâhî
takdirde ve toplumsal algıda nasıl şekillendiyse, onların içinde kalana “insan”
denir. “Norm-al insan”...
Bu
normallik hiç de küçümsenecek ve garip görülecek bir sıfat değil. Tam tersine,
bir iltifattır.
Belirlenen
İlâhî ve toplumsal normların dışına çıkana ise “anormal” denir. Fakat hangi
anlamın sınırını aşıyorsa, onun zıddıyla da anılır. Ahlâk normlarını aşan bir
insana sadece anormal demeyiz, aynı zamanda başka bir sıfata da nail olur: Ahlâksız…
Fakat bazen ahlâksız ya da edepsiz demek yerine “kural tanımaz, özgür ruhlu ve
sanatkâr” gibi hoş kavramları tercih ediyoruz. İşte bu norm dışı insan
topluluğu hiçbir şekilde sanatkâr ya da özgür ruhlu değildir! Ama evet, kural
tanımaz oldukları bir gerçektir.
Buradaki
itirazım da şu olacak: Kural tanımazlık, bir övgü cümleciği değil, bir yergi
yargısıdır.
Normal
insan, zaten dürüst olur. Dürüstlüğün bütün değer katan kurallarına uygun insandır
normal insan. Bu, yüce bir sıfattır. Bunun dışı ise sahtekârlık, yalancılık ve ahlâksızlıktır.
Peki, sanat denilen üstün hareket yönelimi, dürüstlük gibi bir kavramdan
bahsediyorsak, olayın neresindedir?
Ben
yine hemen nerede olmadığını söyleyeyim: Dürüstlük kavramını aşan sınırlarda
yani sahtekâr ve yalancıların bulunduğu o sonsuz ve sınırsız alanda sanatı ve
sanatçıyı aramayın. Orada aykırılar ve günahkârlar var. Ama “normal” dediğimiz
alanda, yani kavramı karşılayan bütün diğer kavramların bulunduğu alanda da
değildir sanat. O içtedir. Derinlerde... Sınırları aşmaz, tam tersine anlamın
en derinlerindedir.
Özetle,
bir yerde İlâhî/toplumsal kavramlar ve onları belirleyen normlar varsa, hep bu
alanın sınırlarını aşan bir özgürlükte sanatçıyı arıyorlar. Hâlbuki bu sınır
tanımazlık özgürlük değil, bir başkasının hakkına zulümdür. Dürüstlüğün
sınırlarını aştığınız anda bir başkası için yalancı ve sahtekâr olursunuz. Ahlâk
normlarını es geçtiğinizde ahlâksız, edep dairesinde kalmadığınızda edepsiz
olursunuz. Bunları aşmak ve sınır tanımazlık ne sanattır, ne de sanatkârlık.
Bunları normal denilen insandan bile daha büyük bir hassasiyet ve incelikle
yaşıyorsanız, bu rikkat, sanatı ve sanatkârı doğurur.
Normların sınır dışında değil, fakat sınır içinde de değil, bütün değerlerin ve onları belirleyen normların en derinindedir sanat.