Sanatkârın edep ve ahlâk normları

Sanat temâyülü, insanı bütün ahlâkî ve toplumsal kurallara, tüm insan biçimlerinden daha fazla uymaya iter. Sanat, üstün bir incelik hâlidir. Öyle olmalıdır. Bütün kavramların sınırını aştığınızda karşınıza bir sanat ürünü çıkmaz. Bütün kavramların derinindedir sanat. Ahlâk sınırlarını aşmak, sanat değildir.

SOYUT ölçüt kriterleri, edep ve ahlâk gibi güzide kavramları tanımlamada sıkça kullanılır. Başvurulan bu kıstaslar, elle tutulamaz ve şekil verilemez tabiatlarından dolayı “soyut” sıfatıyla anılır. Ve nerede bir soyutluk dile gelse, orada bütün normlar esnetilip genişletilebilir ve kenarından kırpılıp daraltılabilir. Maalesef…

Edep ve ahlâk nedir, ne olmalıdır?

Hiç öyle anlama düz yolla gittiğim vâki değildir. Ben önce “Ne olmamalıdır?”ı konuşmak niyetindeyim. Hattâ ondan da evvel “norm” kavramına bir açıklık getirerek, bahsedilen değerlerin yanında ne işi olduğuna değineceğim…

Norm(al); hemen hemen her soyut ve bir o kadar güçlü kavramın varlık hikâyesinde belirleyici ne kadar veri varsa hepsini kapsayan bir kavram. İnsan denilen varlığa bir değer isnat edecek tüm soyut kavramlar (ahlâk, hicap, edep, saygınlık, doğruluk, dürüstlük gibi), bir kurallar bütününe ve bir yargılama ölçütüne dayanarak var olurlar. Bu kavramlar aslında hiç de kişiye ve ortama göre değişebilen hudutlarda değildirler ama hem kendi varoluş sürecindeki mücerret karakter, hem de onu belli bir kriterle değerlendirmeye almamızı sağlayan normlar, kolay şekil verilebilen birer malzeme niteliğindedir. Böylece insan ve insanî birlikler tarafından öznel beklentileri karşılayacak şekilde defalarca biçimlendirilir.

İşte bir şeyin ne olduğunu anlatmaktan ziyâde ne olmadığına dikkat çekme isteğim de burada başlıyor!

Nihâyetinde, sınırlar içinde var olan her şeyin, aslında ne olduğu herkes tarafından bilinir ve kabul görür. Fakat bütün aşırılık, o kavramın ne olmadığını belirleyecek sınırları genişletme ve daraltma yoluyla başlıyor.

“Ahlâk, belli normlar içinde davranmaktır” dediğimizde de yeterli olması beklenirdi. Fakat böyle soyut ifadelerin sınırlarını belirlemek, anlamını belirlemekten daha zor oluyor.

En basit anlamıyla norm, kurallar bütünüdür. Bir kavramın dayandırıldığı kurallar bütününe uygun olan her şeye ise “normal” denir.

Normlara riâyet etmek, “normal” sıfatına erişmektir. Fakat “normal” sıfatı, insanı cezbeden bir frekansa ve toplumsal takdire sahip değil. Bir insanın normal olduğunu dile getirdiğimde, aslında ahlâk, edep, saygı, hak ve hukuk normlarına riâyet ettiğinden bahsetmiş olmalıyım. Fakat bu üstün nitelikleri işâret eden sıfatı bugün kime yakıştırsak, övmekten ziyâde hakâret etmiş kabul edilebiliriz. İşte size esnetilmiş ya da daraltılmış anlamlara mahkûm olmuş bir kavram daha: Norm(al)…

Ahlâk kavramı da öyle hemen bir cümleciğe sığdırılıp, sonuna nokta koyulup sunulabilecek kadar dar anlamlı değil. İçine başka başka kavramlar ve biçimleri sığdırabilecek kadar esnek... Bu esneklik sorun değil; ilk bakışta… Çünkü bir kavramı diğer nitelikli kavramlarla desteklediğimizde, anlamı genişlettiğimizde, bütün bu anlamlarla o kavramın ne olduğunu açıkladığımızda, uyulması gereken normları da arttırmış ve standardı yükseltmiş oluruz. Bu da daha nitelikli insan ve daha kabul edilebilir bir toplum saygınlığı anlamına gelir ki hiç de fenâ olmaz. Fakat esneklik, sadece genişletmek mevzubahis olduğunda karışımıza çıkmıyor.

Bu esneklik, içi boşaltılan ve daralan anlamlara mahkûm edilen bütün kavramların yıkımıyla da karakterize oluyor. Böylece sınırlar, ölçütler ve normlar, belirleyici olmak yerine belirsiz bir vücûda bürünüyor.  

Normlara riâyet etmek, normal olmak, sığlık ve tekdüzelikle anlamdaş hâle gelmiş durumda. Daha ahlâk ve edep kavramlarının yıkımına gelemeden, onları belirleyen norm ve normallerin algısında kayıp veriyoruz.

Üstün nitelikli hareket yönelimi sanattır. Bunun icracısı ve tasarlayıcısı bireye ise “sanatkâr” denir. Sanatı, “toplumda kabul gören normalleri aşmak” olarak tanımladığımızda, sanatçıyı da bu normları tanımayan birey olarak kabul ediyoruz. Yani diyoruz ki, “Sanatçı normal insan değildir”. Bu normsuzluk, sanat gibi devâsa bir anlamı karşıladığında ne kadar da hoş ve ahenkli bir yapıya büründü, değil mi? Artık toplumda normal olmak itici ve sığ bir faaliyetsizlik olarak algılanıyor. Ne acayip!  Bu kabule göre sanatçı normal değildir, normlara itaat etmez, kendi kriterleri vardır ve o kriterler, geniş sınırları olan hareket yönelimlerini kapsar. Ve bu, son derece övgüye lâyık bir tutumdur(!).

Hiç de öyle değil! Hem ne demiştim, ne olduğunu anlatmıyorum ben, neyin ne olmadığını anlatıyorum!

Hem bir sır daha vereyim: Sanat temâyülü, insanı bütün ahlâkî ve toplumsal kurallara, tüm insan biçimlerinden daha fazla uymaya iter. Sanat, üstün bir incelik hâlidir. Öyle olmalıdır. Bütün kavramların sınırını aştığınızda karşınıza bir sanat ürünü çıkmaz. Bütün kavramların derinindedir sanat. Ahlâk sınırlarını aşmak, sanat değildir. Ahlâk düzleminde yaşayıp giden insanın o düzlemin derinliğini keşfedip içine dalmasıyla sanat meydana gelir. Edep çizgisini aştığımızda da karşımıza sanat ve sanatkâr çıkmaz. Orada topluma ve değerlere aykırı bir insan yığını vardır, onlar kendi hareket tercihlerine sanat adı verebilirler fakat bu alan hiçbir şekilde sanatı ve sanatçıyı barındırmaz. Burada toplum ayrıkları bulunmaktadır. Sanatçı ise tüm o değerlerin ve normların sınır dışında değil, bahsi edilen bütün değerlerin sınırlarında fakat derinliklerindedir. İşte bu yüzden ahlâk sınırını aşan ve normalin dışına taşan hareketlere sanat diyemeyiz; en derin ahlâk ve edep hareketleri sanat olabilir.

Sanatçı, normallerin dışında değil, normallerin en derininde, kalbinde gezinir.

Nedir sanat ve ne değildir?

Bir de şöyle örneklendireyim: Yine böyle insanî değerleri üst seviyeye taşıyacak bir kavram bulalım… O kavramın sınırlarla belirlenmiş sahasında gezinenler ve sınırı aşanlar olarak iki ayrı gruba temas edelim. Sonra da o kavramın ne olmadığına bir perspektif açalım…

Kavramımız, “dürüstlük” olsun...

Dürüstlük kavramının normunu ne belirler? Öncelikle İlâhî sistem tabiî ki… Zira tüm bu güzel ve kayda değer kavramlar, Yaradan’ın isim ve sıfatlarından meydana gelir, dünya için belirlediği günah ve sevaplardan, yanlış ve doğrulardan temel alırlar. Öyleyse İlâhî sistemin belirlediği sınırlar, o kavramın ne olduğunu da, ne olmadığını da anlatmada yeterlidirler.

Dürüstlük her şekilde ve her ortamda hakkı konuşmak ve gerekmedikçe de konuşmamaktır. Kimseye hainlik etmemek ve hak edilmeyen hiçbir şeye göz dikmemektir. Kimseyi kandırmamak ve çıkarına göre yönlendirmemektir. Dürüstlük yücedir ve çok büyük bir insanî mücadele gerektirir. İnsanın kendine göre belirleyebileceği bir alan değildir. Sırf işine gelmiyor diye bir konuda dürüstlüğü pas geçerek ve kendini avutacak cümlelerle olayı en hafife indirgeyerek şekil verilemez. Fakat bu norm ve normaller hususu yok mu, burada da karşımıza çıkıyor ve genişletilip daraltılabilen bir esneklikte, dürüstlük gibi keskin bir anlam bile farklı formlara büründürülüyor.

İnsanın menfaatine ters düşen bir dürüstlük eylemi, genişletilmiş sınırlarda absorbe ediliyor. Sınır dışı bir davranış biçimi, yine sanat ya da ihtiyaç gibi kavramlarla açıklanıyor. Hâlbuki denklem çok basit. Dürüstlük normları İlâhî takdirde ve toplumsal algıda nasıl şekillendiyse, onların içinde kalana “insan” denir. “Norm-al insan”...

Bu normallik hiç de küçümsenecek ve garip görülecek bir sıfat değil. Tam tersine, bir iltifattır.

Belirlenen İlâhî ve toplumsal normların dışına çıkana ise “anormal” denir. Fakat hangi anlamın sınırını aşıyorsa, onun zıddıyla da anılır. Ahlâk normlarını aşan bir insana sadece anormal demeyiz, aynı zamanda başka bir sıfata da nail olur: Ahlâksız… Fakat bazen ahlâksız ya da edepsiz demek yerine “kural tanımaz, özgür ruhlu ve sanatkâr” gibi hoş kavramları tercih ediyoruz. İşte bu norm dışı insan topluluğu hiçbir şekilde sanatkâr ya da özgür ruhlu değildir! Ama evet, kural tanımaz oldukları bir gerçektir.

Buradaki itirazım da şu olacak: Kural tanımazlık, bir övgü cümleciği değil, bir yergi yargısıdır.

Normal insan, zaten dürüst olur. Dürüstlüğün bütün değer katan kurallarına uygun insandır normal insan. Bu, yüce bir sıfattır. Bunun dışı ise sahtekârlık, yalancılık ve ahlâksızlıktır. Peki, sanat denilen üstün hareket yönelimi, dürüstlük gibi bir kavramdan bahsediyorsak, olayın neresindedir?

Ben yine hemen nerede olmadığını söyleyeyim: Dürüstlük kavramını aşan sınırlarda yani sahtekâr ve yalancıların bulunduğu o sonsuz ve sınırsız alanda sanatı ve sanatçıyı aramayın. Orada aykırılar ve günahkârlar var. Ama “normal” dediğimiz alanda, yani kavramı karşılayan bütün diğer kavramların bulunduğu alanda da değildir sanat. O içtedir. Derinlerde... Sınırları aşmaz, tam tersine anlamın en derinlerindedir.

Özetle, bir yerde İlâhî/toplumsal kavramlar ve onları belirleyen normlar varsa, hep bu alanın sınırlarını aşan bir özgürlükte sanatçıyı arıyorlar. Hâlbuki bu sınır tanımazlık özgürlük değil, bir başkasının hakkına zulümdür. Dürüstlüğün sınırlarını aştığınız anda bir başkası için yalancı ve sahtekâr olursunuz. Ahlâk normlarını es geçtiğinizde ahlâksız, edep dairesinde kalmadığınızda edepsiz olursunuz. Bunları aşmak ve sınır tanımazlık ne sanattır, ne de sanatkârlık. Bunları normal denilen insandan bile daha büyük bir hassasiyet ve incelikle yaşıyorsanız, bu rikkat, sanatı ve sanatkârı doğurur.

Normların sınır dışında değil, fakat sınır içinde de değil, bütün değerlerin ve onları belirleyen normların en derinindedir sanat.