Sanat üzerine

Sanat, medeniyet kurmanın en etkin amilidir. Sanat olmadan medeniyet kurulmaz. Sanat olmadan hayata dair sağlıklı bir tespit yapılmaz. Sanatın ve medeniyetin olmazsa olmazı dildir. İnsan, dil üzere yaşar.

NEDİR sanat? Sanat, belki bir ressamın tuvalindeki bir renktir. Belki bir hattatın “vav” harfinin kıvrımlarındaki kayboluştur. Belki bir müzisyenin kemanındaki ses, belki bir romanın kahramanındaki haykırış...

Sanat belki de, “Yara yeri/ Sızıldar yara yeri/ Kervan göç etti gitti mine boylum/ Yalvarıram yara yeri/ Ne senden nem tükendi gözlerim/ Ne mende yara yeri” diye çığlık atan bir Kerkük hoyratında saklanan acıdır, yaradır.

Sanat Dede Efendi’dir, Yahya Kemal’dir, Şeyh Galib’dir. Belki de Buhurizade Mustafa Itrî Efendi’dir o en çok bilinen Segâh Tekbir’iyle gönüllerimizi büyüten…

Evrenin ruhunda saklı bulunan güzellik ve uyumun insan ruhundaki tebessümü sayılan şiirdir sanat. Bu tebessümün sonsuzun kapılarını zorlaması olan mûsikîdir. Belki bir bakış, belki bir duruş, belki bir gözyaşıdır.

Sanat aşkınlıktır, tutkudur, ısrardır, menzilden öte geçmektir. Sanat “fazla” olmayı, hatta “daha fazla” olmayı şart kılar. Sıradanlığın uçsuz bucaksız evreninden çıkıp özel olmanın dar kalıpları altında, aşırılığın mengeneleriyle sıkılmayı göze almaktır.

Andre Gide, “Sanat baskıyla doğar, dövüşle yaşar, hür olarak ölür” diye yazar ve ekler ardından: “Sanat ancak hasta devirlerde hürriyeti arar. Kolayca var olmak ister. Kendisi her kuvvetli buluşta düşüş ve engel arar, kalıplarını paramparça etmekten hoşlanır. İşte bunun için hayatın en taşkın olduğu devirlerde değil midir ki en heyecanlı dehalar, en sıkı kalıpların ihtiyacı ile kıvranmışlardır. Bereketli Rönesans zamanında Shakespeare’in, Ronsard’ın, Petrarca’nın, Michalengelo’nun soneyi, Dante’nin üçlü kafiyeyi kullanmaları, Bach’ın fugue’se aşırı duyduğu dayanılmaz ihtiyaç hep bundandır. Verilecek daha ne örnekler var! Lirik ilhamdaki genişleme kuvvetinin onun baskısı ile orantılı olduğuna yahut da yenilmesi gereken yer çekiminin mimarlığına imkân verdiğine şaşmamak mı lâzım?”[i]

Sanatın birlikte ve özdeş olduğu yegâne varlık insandır. Kur’ân-ı Kerim, emanetin önce göklere, dağlara ve taşlara verildiğini, ancak onların haşyetle ürpererek bunu kabul etmediğini yazar. Gerçekten de emanet insana yüklenmiştir. Çünkü insan inşâ eden, yapan ve ruhu olandır. Bu insan, eşya ve hâdise karşısında pozisyonunu sanat yoluyla öğrenir. 

Sanat bir ekmeğe benzer. Ama bu ekmek, gönül yangınlarında başağa durmuş ekinlerin sevda değirmenlerinde öğütülmesiyle elde edilen undan yapılır. Sonra bu un, vazgeçilmezlik teknesine konur. İçine sevginin ölümsüzlük suyu katılır ve o teknede ümit pervanesiyle, çile küreğiyle yoğrulur, yoğrulur ve hasret mayasıyla mayalanarak hamur hâline gelir. Sonra içine bir tutam sabır suyu, bir tutam gurbet baharı ve bir tutam tutku tuzu ilâve edilir. Hâlâ hamur hâlindedir. Bu hamurun ekmek olması için son bir işlem daha yapılır: Bu hamur, ekmek şekline dönüştürülür ve gönül fırınında pişirilerek “ekmek” olur. İster şiir olsun, ister roman, ister müzik, ister resim, her birinde yüreğinizi yakan bir şeyler varsa, işte bu, ekmekten kaynaklanmaktadır. Necip Fazıl Kısakürek’in, “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış/ Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış”[ii] demesi bundandır.

Sanat, medeniyet kurmanın en etkin amilidir. Sanat olmadan medeniyet kurulmaz. Sanat olmadan hayata dair sağlıklı bir tespit yapılmaz. Sanatın ve medeniyetin olmazsa olmazı dildir. İnsan, dil üzere yaşar. Çocuk, diline tutunarak büyür; merak eder, nesneleri tanımaya çalışır. Toplumu millete dönüştüren unsurların başında dil gelir. Medeniyetleri yaşatan da, ortadan kaldıran da dildir.

“Kamus, bir milletin hafızası yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla… Kamusa uzanan el, namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilâli tek mukaddese saygı göstermiş, kamusa. Eski sözlüğe kızıl bir külâh geçirdiğini söyleyen Hugo. Tek kelime uydurulmamış. Sembolizmin üç silahşoru de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı’da cinnet bile terbiyeli!”[iii]

Bilir misiniz, hatta rivayet olunur ki, Üçüncü Ahmed devrinde “Kambur Hafız” namıyla bilinen bir zakirin, üç bin ilâhiden fazla bilmediği hâlde, sesinin letafeti sebebiyle Edirnekapı civarındaki Nurettin Cerrahi Tekkesi’nin zakirbaşılığına tayin olunması hayretle karşılanmış ve tarihe, “Kambur Hafız üç bin ilâhi ile zakirbaşı oldu. Ne günlere kaldık Ya Rabbi!” deyu kıl-u kale neden olmuş, bu durum böylece kayda düşürülmüştür.[iv]

Sanat, duraklarında nefes almanın ancak sevgiyle, sevdayla, aşkla mümkün olduğu uzun, hem de çok uzun bir yolculuktur. Sanatın yolculuğu zordur. Yorucudur. Çünkü sanatın uzun ve zorlu yolculuğunda yer bakır, gök demirdir.

İster bir konser, ister bir resim sergisi, ister bir şiir etkinliği ya da başka bir sanat faaliyeti hazırlansın, eğer işin içinde sanat varsa, mutlaka zahmet vardır, eziyet vardır, sorun vardır, sıkıntı vardır ve en çok da yorulmak vardır.

Ama şunu da unutmamak gerekir: “Bir yıldız kayıyor, kayıyor, kayıyor/ Bir dal uzuyor, uzuyor/ Bir gül kanıyor bir seher vaktinde/ Yanıyor bir ateş için için/ İçimde, içimin de içinde/ Bir ezgi dönüyor, dönüyor, dönüyor/ Bir ney eriyor dudaklarımda:/ Aşkın bir adı da yorulmamaktır…[v]

Velhâsılıkelâm, sanat varsa aşk vardır, sevda vardır, yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmek vardır.



Notlar ve Kaynakça

[i] Gide, Andre, (1955). Denemeler (Çev.: Suut Kemal Yetkin), İstanbul: Varlık Yayınları.

[ii] Kısakürek Necip Fazıl (2013). Çile, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.

[iii] Meriç Cemil, (1974). Bu Ülke, İstanbul: Ötüken Yayınları.

[iv] www.musikidergisi.com (2015). “Osmanlı'da Zâkirbaşılığın koşulları”,

http://www.musikidergisi.com/haber-4085-osmanlida_z%C3%A2kirbasiligin_kosullari....html, Erişim tarihi: 10.10.2022.

[v]Bayazıt, Adil Erdem (2014). Şiirler, İstanbul: İz Yayıncılık.