Batı’nın 15’inci yüzyıl Rönesans’ı ve Pablo Picasso’nun 20’nci yüzyıl
Guernica’sı
BEŞ
asırlık farkı izhar eden dosyamızın bu yeni başlığı, akıl karıştırıcı olmakla
birlikte, ihtimâlleri zorlayacak bir bağ kurma çabası içinde olduğumu
düşündürebilir.
Ancak, Hıristiyan dünya, kadim bilimlerin ve son din İslâm’ın
izini sürüyor olmasa idi, dünyaya ne yeni bir şey söyleyebilirdi, ne de yeni
icatların mucidi olarak “büyük güç” gösterisi hakkını kazanabilirdi…
Büyük ihtimam gösterilerek korunan ve tüm dünyaya “savaş karşıtı”
bir imaj ile sunulan Guernica, gerçekten İspanya İç Savaşı’nı resmeden dramatik
bir sanat eseri midir, yoksa başka bir eserin tema örgüsü üzerinde kübik
uygulamalarla orijini deforme edilmiş çalıntı bir kurgu mu?
Guernica’nın tüm dünya dilleriyle aynen anlatılan ve dünya
halkları tarafından aynı biçimde bilinen hikâyesini “İspanya İç Savaşı” penceresinden
aktarırken, sanatçının etkileyici demeçlerinden bir örnek ve “şık” olarak
tanımladığım bir diyaloğundan da söz ettim.
“Ben
başkalarını değil, kendimi kopya etmekten korkarım” sözünün
sahibi Pablo Picasso sözünün eri olup, kendini değil, bir başka sanatçının
eserini kopyalamış olabilir mi?
Bir başka rivâyetle, “İyi
sanatçılar kopyalar, büyük sanatçılar çalar!” dediği iddia edilen Picasso,
Guernica’nın temasını bir başka eserden çalmış mıdır?
Şimdi yönümüzü Vatikan’a çevirelim ve 15’inci yüzyıla ait Rönesans
Dönemi bir eser üzerinde iz sürerek Guernica’ya tekrar bakalım!
Vatikan Müzelerinde bir Rönesans ressamı: Raffaello
Müze olarak dünyanın en büyükleri arasında yer alan Vatikan
Müzeleri, Roma Katolik Kilisesi tarafından İtalya’da inşâ edilmiş olup,
Rönesans prensipleri dairesinde üretilmiş dünyanın öne çıkan heykellerine, dinî
resimlere, fresklere ev sahipliği yapan önemli bir kompleks yapı.
Toplamda, Sistine Şapeli ile birlikte 54 galeri (sala) bulunmakta.
Ziyaretçiler Sistine Şapeli’ne 53 galeriyi gezdikten sonra “ek sadaka” (!) vererek
girebiliyorlar.
1506 yılında Santa Maria Maggiore bazilikasına yakın bir şarap
mahzeninde, Yunan mitolojisinde yer alan ve bir rahip olan “Laocoön ve Oğulları”
heykelinin bulunmasıyla başlayan bir serüvene sahip Vatikan Müzeleri, Papa
İkinci Julius’un heykelleri halka teşhir etme isteği doğrultusunda kurulur.
Bu kompleks içinde yer alan Papa İkinci Julius, meşhur Sistine
Şapeli’nin tavanlarını Michelangelo Buonarroti’nin resmetmesini ve o vakit
“İmza Odası” olarak kullanılan, bugün ise “Rafael Odaları” olarak anılan
odaların duvar resimlerinin yapımını Raffaello Sanzio Urbino’dan ister.1
Ve Rönesans’ın ilk temelleri atılmış olur.
Raffaello ve öğrencileri tarafından; Sala di Costantino
(Constantine Hall), Stanza di Eliodoro (Odada Heliodorus), Stanza della
Segnatura (Signatura Oda) ve Stanza dell’Incendio del Borgo (Odada Borgo Fire)
adlı dört odadan oluşan bölüm, 1508 ile 1524 yılları arasında fresklerle
resmedilir.
Tüm duvarlar ve tavanlar baştanbaşa resimlerle donatılır.
Rönesans, 15 ve 16’ncı yüzyıl İtalya’sında Orta Çağ’ı geride
bırakıp sanatta, bilimde, felsefede, mimarîde reformasyona geçilerek klâsik
antikite eserlerin yeniden yorumlandığı ve ayrı dalların aynı eser üzerinde
bağdaştırıldığı dönemdir.
Bilindiği gibi, Eski ve Yeni Ahit’ten ilham ile kilise
duvarlarının resmedildiği bu dönemde figür ve objeler gayet belirgin,
olabildiğince renkli ve mânevî bir his barındırmaktadır.
“Yeniden doğuş” anlamı barındıran “Rönesans”, Batı’nın çağ
atladığı zaman dilimidir. 15 ve 16’ncı yüzyıl İtalya’sında Antik Yunan felsefesinin
uyandırıldığı, deneysel düşüncenin hız aldığı, zulmü perdeleyecek olan hümanizmin
tasarlandığı, matbaanın icadıyla bilginin geniş kitlelere ve uzak topluluklara
ulaştırıldığı, hâsılı radikal dönüşümlere imza atıldığı bir dönemdir.
Raffaello Sanzio ise bu dönemi şekillendiren güçlü isimlerden
biridir ve Antik Yunan felsefesi ile ilâhiyatı (İncil) mezcederek, gerek
deneysel düşünce alanında, gerek sanatsal nitelik itibariyle yüksek kalitede eserler
üreten klâsik üslûplu bir ressamdır.
Vatikan Müzeleri’nde kendi adıyla anılan odaların birinde yer alan
ve meşhur “Atina Ekolü” (Anita Okulu) olarak adlandırılan baş yapıtında astronominin,
matematiğin, mimarî gelişimlerin, mühendisliğin, anatominin, mûsikînin, görsel
sanatların, botaniğin, jeolojinin, retoriğin, gramerin, hâsılı Batı ilminin ve
bilimin inkişafında rol almış filozofları resmedişinden de anlaşılacağı gibi,
Rönesans döneminde bir ressam olmak kadar, toplum mühendisliği görevini
üstlendiği de anlaşılmaktadır.
Çünkü “Atina Okulu” adlı tablosunda Batı biliminin temelini
oluşturan pek çok filozofu ağırlaması, sanatsal bir kurgu ve bir rastlantı
olmaktan çok, geleceği yönetecek devlet erkânına ve elit kitlelere ilmi yön
tayini yapması, plânlanmış bir manifesto niteliğindedir. Heraklitos, Demokritos,
Empedokles, Averroes, Pisagor, Büyük İskender (Alcibiades), Timon, Leonardo da
Vinci, Sokrates, Heraklitos (Michelangelo), Platon, Aristoteles (Giuliano da
Sangallo), Diyojen Plotinus (Donatello), öğrencileriyle Öklid veya Arşimet, Batlamyus
gibi pek çok Antik Yunan filozofu bu tabloda ağırlanmıştır.
Meşhur Guernica’nun kurgusu çalıntı mı?
Vatikan’da yer alan ve Hıristiyan dünyanın ilim, sanat ve bilim
düzleminde medâr-ı iftiharı olarak görsel sanatlara ev sahipliği yapan Vatikan
Müzeleri’nin zengin sanat eseri portföyünden sadece sanatçı Raffaello’nun
yaşadığı döneme, sanatına ve eserlerine bu kısa bakıştan sonra, şimdi de bu
odalarda yer alan eserlerin büyüsüne kapılmış Türkiye’den bir ismin sanat
birikimi ve tespitlerini çalışmamızın tam burasında, sözü Guernica’ya bağlamak
üzere ağırlayalım…
Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü mezunu Canan Elçioğlu’nun
yolu, 1990 yılında eşinin mesleği gereği İtalya’ya düşer ve oradan da
Vatikan’a... Oralara gidince Vatikan Müzeleri’ni gezmemek olmaz. “Rafael
Odaları”nda gördüğü bir resim (goblen halı) tüm sanat birikimini harekete
geçirir. Raffaello’nun ve/veya öğrencilerinden birine ait olduğu sanılan
“Masumların Katli” adlı resim, Elçioğlu’nun zihninde Pablo Picasso’nun Guernica’sını
çağrıştırır. Bu eseri heyecanla fotoğraflar ve iki eser arasında tespit ettiği
benzerlikleri etüt eder.
Elçioğlu sanat eleştirmeni, Picasso uzmanı yahut ünlü bir ressam
değildir. Fakat güzel sanatlar eğitimi alan ve çağdaş sanat akımlarıyla ilgilenen
herkes Guernica üzerinde sair sanat eserlerinden daha fazla düşünmeden edemez.
Benim de, “Zihin Tuvalimde Guernica” adlı bir şiir çalışması
yapmışlığım vardır.
“Her sabah, Guernica sancısı aynalarımda”
dediğim ve “Guernica bir başka coğrafyada düş görüyor!” diyerek
bitirdiğim şiirimde, Guernica’nın ne’liğinden etkilenip iç dünyamdaki
çatışmaları tasvire yeltenişimi yadırgamadığım kadar, Elçioğlu’nun zihninde
oluşan benzerlik tınısını da garipsemiyorum.
“En sevdiğim ressam Pablo Picasso. Çünkü güzel değil, itici!
Belki onun için resimlerine çok baktım, baktıkça Picasso’yu görmeye başladım” diyen
Elçioğlu, 28 Haziran 2008 tarihinde, Hürriyet gazetesinin Kelebek Magazin (!) ekine
verdiği röportajda o anısını şöyle anlatıyor:
“Koridorda asılı büyük halılardan birini görünce ‘Guernica’
diye bağırmışım. Bu halının Guernica’ya çok benzediğini fark ettim. Çok
kalabalık bir koridordu, itiş kakışta halının fotoğrafını güçlükle çektim.
Üzerinden birkaç sene geçti. Bir gün bu fotoğrafı ve benzerliği gösterdiğim
sanat eleştirmeni Beral Madra, bunun önemini fark etti ve ‘Bunu bir yerde
basalım’ dedi."
Bunun üzerine Elçioğlu, Raffaello’nun öğrencilerinden asistan
Giulio Romano’nun tamamladığı ve Vatikan Müzesi’ndeki yerini 1531’de aldığı “Masumların
Katli” isimli halı eser ile Pablo Picasso’nun İspanya Hükûmeti tarafından
siparişi üzerine resmettiği “Guernica” adlı tablo arasındaki benzerliği kaleme
alır.
“Masumların Katli” adlı eserin konusu, Matta İncili
Bölüm 2’de, Yeramya 31:15’ten nakille anlatılan hikâyeye göre şöyledir: Üç Kâhin
Kral, Kudüs’e gelerek Kral Herod’a bir erkek çocuğun (Hazreti İsa) doğacağını
ve onun krallığının daha büyük olacağını söyler. Kral Herod da tüm küçük erkek
çocukların öldürülmesi emrini verir.2 Bu katliam emriyle çocuklarını
kurtarmaya çalışan anneler elim bir trajedi yaşarlar. İşte Vatikan’daki bu
eser, o dönem annelerinin dramının resmidir!
Dram olarak da benzerlik taşıyan bu iki esere dair Elçioğlu’nun yazdığı
makale, 1995’te “Türkiye’de Sanat” dergisinde yayımlanır.
Bu çalışmayı fark eden New York Times gazetesi, Elçioğlu’na
ulaşır ve haber yapmak için onu ABD’ye davet eder.
ABD’de gerçekleşen bu etüt seyrini Canan Elçioğlu’nun
cümlelerinden okuyalım:
“Baktılar,
‘Bu bizi aşar, uzmanlara danışalım’ dediler. İki Picasso eksperi seçtik. Her
ikisi de tanınmış Picasso uzmanı olan Robert Rosenblum (2006’da öldü) ve John
Richardson…
Rosenblum,
‘Hayır, katiyen bir benzerlik yok’ dedi.
Richardson,
benzerliği kabul ederek, ‘Avrupa’daki sanat tarihçileri bunu nasıl görmedi? Siz
bu keşfinizi ömür boyu taşıyacaksınız ve belki ömrünüz bununla geçecek’ dedi.
Gazete
de ikilemde kaldı. Ama ikinci uzman Richardson’un kabul etmesi bile benim için
büyük bir şeydi. Hattâ beni evine davet etti ve ‘Bunu kutlayalım’ dedi. Kendisi
Picasso’yu şahsen de tanımış; Picasso’nun hayatıyla ilgili üç ciltlik bir
kitabı var. Evinde koca bir Picasso kitaplığı var ve araştırmalarım için
kütüphanesini kullanabileceğimi söyledi.”
New York Times gazetesi, Elçioğlu’nun kaleme aldığı yazıyı
yayınlamaz ve durumu haber yapmaz!
Elçioğlu, 1917 yılında Roma’ya gittiği ve Vatikan’ı gezdiği bilinen Pablo Picasso’nun, ünlü eseri Guernica’yı yaparken “Masumların Katli” adlı eserden etkilenmiş olabileceğini öngörüyor ve “Picasso’yu etkilemesi normal. Çünkü çok güçlü, müthiş bir deseni var. Bunu görür görmez zihnindeki müzede yerini almış olmalı” diyor ve ekliyor: “Picasso’nun beni çok etkileyen bir sözü var: ‘Ben başkalarını değil, kendimi kopya etmekten korkarım.’ Yani başka sanatçıların resimlerini reenkarnasyona uğratıyor...”
Her iki tabloyu birbiri ile kıyaslayan Canan Elçioğlu’nun
tespitleri şöyle:
1. İlk anda göze çarpan, ikisinin de orta kısmının ışıklı bir üçgen
kompozisyonun içinde olması.
2. Halıda en sağdaki kadın, Guernica’da kolları yukarı uzanan kadın olmuş.
3. Halının üst kısmındaki askerin kolu, Guernica’da lâmbayı tutan kola
dönüşmüş. Kolun üzerindeki örtü Guernica’da da var.
4. Guernica’da kolun altındaki yüz, halıda da aynı dehşet ifadesi olan profil.
5. Guernica’da tam ortadaki şaşkın kadın figürü, halıdaki çocuğu öldürülen
kadının dehşetli yüzü.
6. Guernica’da en alttaki kılıcı tutan kol, halıda çocuğu öldüren askerin
bıçağı tutan kol.
7. Halıda sol baştaki kadın, Guernica’da çocuğunu kaybetmiş olarak resmedilmiş.
8. Halıda olmayıp Guernica’da olan iki temel figür; boğa ve at. Bunlar
Picasso’nun ömür boyu resmettiği İspanya’ya ait iki figür. At, boğa güreşinde
kurbandır; buradaki at da kurban. Hattâ resmin en önemli figürü at.
Guernica’daki boğa ise halıda da var olan kaba kuvvetin temsili.
***
Sanat Perspektifinden yola çıktığımız, kurmacalar, çalıntılar ve
alıntılarla yol kat ettiğimiz bu çalışmada, Haçlı zihniyetinin plânlı ve
programlı yol alışına, asırlık kurgularına, işlerine geldiği gibi kendilerini kutsadıklarına,
savaş karşıtlığı imajının arka plânında bile hile ve desise yattığına birlikte
şâhit olduk.
Yine bu çalışma ile “Masumların Katli” ve “Guernica”
çerçevesinden, Batı/l zihinlerin “savaş karşıtlığı” maskesi ardında darbe ve
savaş çığırtkanlığı yaptığının, insanlığı kıyıma uğratacak sebepler
oluşturduğunun altını çizdik.
Çağdaş sanat akımlarıyla insanlığın fıtrî kodları üzerinde
oynandığına değindik. Haçlılar için hiçbir şey rastlantıyla realize olmuyor.
Kendi dahilleriyle İlâhî olandan, dünyevî olan her bir alanı Batı/l ideaları
uğruna kurguluyorlar.
Bize, fakültelerimizde “çağdaş sanat” olarak okutulan akımlarla
insanlığın algıları, kabulleri, tercihleri ve tepkileri yönetilerek dünyayı
değiştirip dönüştürmedeki gayretleri asırlar ötesinden plânlı…
Batı/ın çağdaş sanat akımları ve isyan
Kübizmde köşeli ve çarpık normlarla, Âlemlerin Rabbi tarafından,
dairesel ve yumuşak hatlarla yaratılmış tüm varlıkların normunu deforme ederek
İlâhî olana bir meydan okuma gerçekleştiriliyor.
Empresyonizm (izlenimcilik) ile kâinatta her ne var ise insanlığın
taklide meyletmesi ve can veremeyecek olmakla birlikte benzerlik üzerinden
nisyan ve isyanın körüklenmesi sağlanıyor.
Ekspresyonizm (dışavurumculuk) ile toplumların yönetimlere karşı
kışkırtması hesaplanarak, âsi ve/fakat anarşi ortamı oluşturmaktan öteye
geçilemeyecek çatışmalara davetiye çıkarılıyor yahut mutluluk ve sevinç gibi
duyguların taşkın hâlde betimlenmesiyle duygusal tepkilerin yerleşik hâle
getirilmesi hedefleniyor.
Fovizm (yırtıcılık) ile toplumlar üzerinde derinlik algısını
kaybettirme pratiği uygulanarak, ışığın (ki her hakikati teşri eden, tefekküre
vesîle kılan, varlığa boyut kazandıran) ve renklerin hikmetinden mahrum bir
dünya plânlanıyor ve insanlık, dolayısı ile derinliği olmayan, hikmet
gözetmeyen, mânâ ile ilgilenmeyen bir algıya indirgenmeye çalışılıyor.
Fütürizm (gelecekçilik) ile hız ve haz pompalanırken, gelecekçilik
plânlarıyla tüm kadim öğretiler yok sayılıyor. Hayata tutunulacak İlâhî
motivasyonlar, mânevî dinamikler ve kadim öğretiler anlamsızlaştırılıyor.
Sürrealizm (gerçeküstücülük) ile âdemoğlunun görerek, hissederek,
duyarak iman etme kabiliyetini söküp almayı hedefliyor ve olmayan üzerinden
reaktif karakterler var edilmeye çalışılıyor. Ki bu, somuttan yani ispattan
uzaklaşıp soyut olan ve/fakat anlam ihtivâ etme zorunluluğu bulunmayan
üretimlerle insanlığın rûhu kandırılıyor, isyanın eşiğine getiriliyor.
Daha
pek çok akımın ardında saklı niyetlerini okuma gayretine düştüğümüzde göreceğimiz
odur ki, Peygamberleri Hazreti Mûsâ’ya itaatsizlik yapıp buzağıya
taptıklarından beridir, lânetlenmiş “Arz-ı Mev’ud” vaadi neshedilmiş
isyankârlar hem Tanrı’ya meydan okuyor, hem insanlığı kendi emellerine alet
ediyorlar.
Sanat
perspektifinden dünyaya (kısmen) baktığımız ve yoğun politik gündemimizin
dışına çıkarak, fakat uzaklaşmayarak farklı bir pencere açtığımız bu çalışma,
diliyorum ki, düşünmeksizin sürüklendiğimiz alanlar var ise, onların ayırdına
varabilmemizi sağlar.
Kendimiz için düşünmek yerine, bizim için düşünülmüş
olana talip olduğumuz sürece, hem kendi kurtuluşumuz, hem de insanlığın kurtuluşu
için kayda değer bir varlık gösteremeyeceğimizin farkına varmak nasibimiz
olsun.
Olsun ki, Yaratıcıya meydan okuma cüretini gösterenlerle
farkında olmadan yol arkadaşlığı yapmanın kefareti omuzlarımıza binmesin…
Olsun ki, sürüklenen değil, İslâm’ın insanlığı saâdete
eriştirecek yasalarıyla zulüm, açlık, şiddet son bulsun…
Ve insanlık, akletme gayretinin ehemmiyeti
çerçevesinde başkalarının maruz kaldığı ezadan payına düşenle imtihan olmasın!
1Burada küçük bir parantez açalım ve şu kısa bilgiyi vermeden
geçmeyelim: Bizim bugün, ABD yapımı olan ve ülkemizde Fox TV tarafından 2003
yılında çocuklarımızın (bir nesil) beğenisine (!) sunulan Ninja Kaplumbağalar
çizgi filminin kahramanı olan Leonardo da Vinci, Michelangelo Buonarroti,
Donato di Niccolò (kısaca Donatello) ve Raffaello Sanzio, Rönesans döneminde
belirlenmiş geleceği şekillendirme yasalarının gün yüzüne çıkma
alternatiflerinden biri olduğunu belirtelim.
2Bakara Suresi-49: “Hatırlayın ki, sizi Firavun’un adamlarından kurtardık. Onlar size işkencenin en kötüsünü revâ görüyorlar, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bu size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.” Bu âyete iman ile anlıyoruz ki, Hıristiyanların muharref kitabı Matta İncili’ndeki bu dramatik tema, Kur’ân-ı Kerim’den aparılarak müjdelenen peygamber (kral) Hazreti Musa yerine Hazreti İsa olarak değiştirilmiş.