Sanat iyilikten doğar ama iyiliğe ilham gerekmez

Hep birlikte, Rabbin bize verdiği çeşit çeşit kabiliyet ve güzellikle iyiyi anlatmalı, yaymalı ve gördüğümüz yerde sahip çıkmalıyız. Ama yeri gelince de bütün dokunuşları en ıssız sokaklarda, tek bir kalbe bile denk düşmeyecek şekilde gizliden yapmalıyız. Denge mühim!

NECİP Fazıl Kısakürek veya Faruk Nafiz Çamlıbel gibi kalemi hikmetli olmayanlar, kelimeleri alt alta sıralayıp adına “şiir” derler. Osman Hamdi Bey ya da Salvador Dali gibi gerçeği boyayla anlatamayanlar, fırçası maharetsiz Jackson Pollock gibi boyaları rastgele tuvale dökerler. Bu her iş için böyle sanırım. Fakat neden ilhamsız şiir, maharetsiz resim, ahenksiz beste gayretine düşülür, sorgulamalı. 

Ama daha da mühim olan, bunlara kim ve neden pâye verir, bunu araştırmalı!

Fakat sanırım cevabı buldum: Çamlıbel misali kelimeleri anlam ve ritim bütünlüğüyle işleyemeyen şairleri aynı yokluktaki şiirseverler (!) desteklerken, bir elmayı elma olarak kâğıda çizemeyecek ressamları da elmanın sapını bile çizemeyecekler pohpohluyor. 

Yanlış… Yazık… Ve suçlu…

Şöyle ki, yetenek ve ilham nadir olmakla birlikte, ondan nasipleneni boldur. Ama çağdaş kültür her şeye elini atma gayretini kalplerde körüklediğinden, yapamayan çoğunluk, yapamayan ama “Yaptım” diyen çoğunluğu ateşliyor. Hasbinallah! 

Şimdi bir teşbihe müracaatla, şiiri, resmi, besteyi ve bilumum sanat eserlerini sahip oldukları niteliğin erbabına teslim ediyor ve asıl konuya geçiyorum.

İyilik…

İyilik için bir şairin satırları dizerken nasipdar olduğu ilhama ihtiyaç yoktur. Bir ressam kadar tuval-fırça münasebetini üst düzeye taşıyacak kıvrak dokunuşlar da gerekmez. Bestekârların, güftekârların beslendiği feza dallarına uzanacak gönül ellerine de muhtaçlık bulunmaz. Bu yolla, iyiliği icra edememek garabeti hiçbir nefse denk düşmeyecektir. Eser üretemeyenleri ama “Ürettim” diye nara atanları destekleyecek ve aynı esersizliğe sahip pohpohlayıcılarla da işimiz burada bitiyor. Öyleyse iyilik herkes içindir ve her kalp, Rahmân’dan gelen ilhamla iyiliğe muktedirdir. Fakat…

Böyleyken bile iyiliği karalama, çeşitli sevgisiz yığma engeller kurarak ilerleyişini sekteye uğratma ve kötüye pâye verip iyiyi hasır altı etme girişimlerinin gitgide artan gayretlerle zemini ve gök kubbeyi istila edişi neden?

Biraz daha sarih bir fezleke geçeyim efendim! 

Sanat ve sanata imkân veren yüce duygu iyilik (şahsî kanaatimdir), ciğere ulaşamayan kedi karakterli kimliklerce sürekli örselenir. Anlamı düşürülür ve hak ettiği kıymet çok zaman göz ardı edilir. Bunun en büyük sebebi, benliğin takdire ve hakkı teslim etmeye kan taşıyan damarlarındaki egosal tıkanıklıktır. Çünkü insanın içgüdüsel programında -maalesef ki- ulaşamadığı şeyleri taşlama tutkusu yatar. Sanat eserlerinin en kıymetlileri en sessiz duygularla karşılanırken, en avam olanları el üstünde tutulur. Çünkü haris bir el, kendi üretme potansiyeli olmayan nitelikli ürünleri üreten ellerden pek hazzetmez. Bu da tıpkı iyilik yapmadığından iyiliği yok hükmünde sayan kötücül kalpleri hatırlatıyor. 

Ama işin garibi; sanat için İlâhî bir nasip gerekse de iyilik için ekstra bir kazanıma ihtiyaç yoktur. Yaradan, sorguya çekeceği her eylem için insana gerekli donanımı zaten vermiştir. Ama hiç şüphem yok ki, gerçek bir sanat eseri ortaya koyamayanlar nasıl ki aynı kabiliyetsizlikte eller alkışlıyorsa, birinin kalbine iyilikle, lütufla dokunamayanları da aynı sevgisizlikteki kalpler destekliyor.

***

İyilik hakkında birkaç şey söyleyeceğim… 

“İyilik” mefhumu çok geniş sınırlar dâhilinde ele alınabilir, farkındayım. İnsanın kendi iç âleminden başlar, yakın çevresiyle devam eder, uzaklara erişir ve bütün kâinatı kapsar. Kavramı karşılayan milyonla hareket ve bir o kadar duygu aktarımı mevcuttur. Canlı cansız âleme, maddî ve manevî kıymette, farz ya da sünnet kimliğinde, sayısız iyilik istikameti mevcut. Ama hiçbir zaman bu makuleyi, Rabbin var ettiği düzenden ayrı ele alamayız. 

Bir yerde doğru bir hareket yapılıyorsa o hareketi İslâm’ın kusursuz yazılımında bulmamak mümkün değil. Ya Allah’ın farz kıldığı ya da Peygamberimiz aracılığıyla insanlığa yön veren her eylem, iyiliğin asıl anlamını karşılar. Bir karıncaya yol verirken bunu İslâm’dan ayıramaz, annenizin gönlünü yaparken bunu Hak Din’in dış kümelerinde bulamaz, bir yetimi güldürürken İslâm’sız bir iyilik iddiasında bulunamazsınız.

Öyleyle İslâm, iyiliktir. 

Peki… Gelelim eleştiriye konu olan gediklere… 

Haydi bir sanat eserini haset duygusuyla hiç ediyoruz da, bir iyiliği hangi imansızlıkla öldürüyoruz. “İyilik sessiz ve gizli yapılır” diyorlar. Pek tabiî öyle yapılır. Fakat bazen de böyle meydana çıkarsın, öyle bir bağırırsın ki en uzak diyarların en haşmetli kayalıklarında yankılanır bu. 

Müslüman hayatı bir dengede yaşamalı, değil mi? Öyleyse ne zaman gizli, ne zaman aşikâr edeceğimizi vicdanın kadısına danışmakta beis yok. Biz Müslümanlar bir kalbi güldürürken parmak ucunda yürürüz de bir iyilik hareketini yaygın hâle getirirken en ihtişamlı sloganlarla pankartlar asarız. Bu dengedir. Bu, İslâm’ın akıl ve kalp kurgusunda insanı en doğruya yönlendiren mizanına dâhil bir harekettir. 

Fakat ne yazık ki, bir iyiliği yaygın ve güçlü halkalar hâlinde birbirine eklenen devasa bir zincir hâline getirmek her ne kadar bir miktar biz aciz yazarlara düşse de, yazdığımızda birtakım ithamlara muhatap olmaktan kurtulamıyoruz. 

Fakat anladım, iyiliği anlatırken “sus” işaretiyle yolları bataklığa çevirenler, iyinin yankısına kulakları tıkayacak kadar tahammülü olmayanlarmış. Ama bunu yaparken sizi kötü ilân etmeleri de ayrı bir saldırı tekniği… 

Sözün kısası; Müslüman, akıl ve kalp ile yol alır. İyiyi görünce takdir etmeyi ve yayılmasında destekleyici bir el olmayı bildiği kadar, en ıssız köşelerde Rabbin şahitliğinden başka tek bir inikasa neden olmayacak en örtülü güzellikleri de icra etmeyi bilir. Mahareti olmadığı işe elini atmadığı gibi, o işin erbabı olanların da Rabbin inayetiyle bu kıvama geldiklerinin şuuruyla destek olmayı, takdir etmeyi kendine yük saymaz. 

Hakkı teslim etmeyene Müslüman, hakkı yedi düvele yaymanın önüne set çeken inanca da İslâm denmez.

Hep birlikte, Rabbin bize verdiği çeşit çeşit kabiliyet ve güzellikle iyiyi anlatmalı, yaymalı ve gördüğümüz yerde sahip çıkmalıyız. Ama yeri gelince de bütün dokunuşları en ıssız sokaklarda, tek bir kalbe bile denk düşmeyecek şekilde gizliden yapmalıyız. Denge mühim!