SAHİ, sanat ne
içindir?
Asırlık
bir tartışmanın içine çekmeyeceğim sizi. En azından basmakalıp bir fikri
savunmayacağım. Müsterih olun!
Önce
sanatın tarif ve tanımıyla başlamak isterim. Bu da çok tanıdık gelebilir. Fakat
bu konuda da muhalif bir düşüncem olduğundan, es geçemeyeceğim.
Fikrimce
sanat, beceri ve kabiliyetten oldukça farklı bir şey. Ayrıca zamanla ve emekle
kazanılan melekelerle de denk değil. Yatkınlık, alışkanlık, beceri, maharet,
kabiliyet gibi sıfatlara ya çok emek vererek ya da var olan zekâ ve beden gücü
ile erişmek mümkün. Bunlar kanaatimde hiçbir sûrette “sanat” kapsamına girmiyor
yazık ki…
Ayrıca
anlamlandıramadığım bir diğer husus, bir şeyi sanat kategorisinde
bahsetmediğimizde onu yermiş gibi algılanmamız. Meselâ çoğu zaman zanaatkâr ile
sanatkâr arasında bir ayrım yokmuş gibi kabul görüyor. Nezâketten mi, yoksa
sanatı zanaattan ayıran nüansı es geçmekten mi bilemiyorum, fakat katılmıyorum.
Kitap
ciltleyen bir usta; mâhir, zeyrek, zanaatkâr ve üstat olabilir. Pîr olabilir.
Ama kanımca sanatkâr değildir. Bir ayakkabı ustası da üstün yetenekli, kıvrak
zekâlı, maharetli gibi üstün sıfatlara nail olabilir. Ama kanımca sanatkâr
değildir. Haydi bunlar zaten sanat dalları değiller, bir de sanat dalı olarak
geçen başlıklarda bir yetenek sergileyen ama sanatkâr olmayan tipolojiye
değinmek gerek.
Müzik bir sanat dalı… Ama her icracısı
sanatkâr mı?
Şimdilerde
herkes sanatkâr olarak anılıyor. Tekdüze, formsuz, atonal, ritimsiz; tâbir
yerindeyse, teneke bir şarkıyı sırf seslendirdiği için sanatkâr olarak
anılıyor. Hakikaten inanıp da mı sanatkâr diyorlar, bilemiyorum. Ama ben bugüne
kadar inanmadım, bundan sonra da hiç niyetim yok!
Müzik
dalında kim sanatkâr o hâlde?
Çok
uzatmadan hemen sonuca bağlayacağım…
Bir
insan, çok emek sarf etmediği hâlde bir ya da birkaç enstrümanı çalabiliyorsa,
o maharetlidir. Yatkındır, beceriklidir. Bir şarkıyı çok güzel söylüyorsa, o
hem güzel bir sese sahiptir, hem de kulak algıları gelişkindir. Bu bahsettiğim
mertebelere çalışmak ve eğitim almakla ulaşıyorsa emektardır, başarılıdır ve üstattır.
Fakat bunlar o kişinin sanatkâr sayılması için yeter şart değildir.
Müzik
dalında bir insanı sanatkâr yapabilecek tek şey, tabiattan aldığı nağmeyi sese
ya da notaya çevirmesidir. Yani daha önce çalınmamış, mırıldanılmamış ve hiçbir
yerden öğrenmediği bir nağmeyi meydana getirmesidir. İlhamla bir eser
vermesidir. Öğrendiklerine ek ya da öğrendiklerinden azâde bir eser… Bir
başkasının öğrenerek ya da çok deneyerek yapamayacağı şeyi yapmak, sanattır.
Var
olan bir şarkıyı söylemek ya da çalmak, insanı “icracı” yapar; nasıl icra
ettiğine göre de sıfatlara kavuşur. İyiyse, başarılıysa, üstün nitelikliyse, “sanatkâr”
dışında kalan pek çok üstün sıfata hak kazanabilir. Ama var olanı tekrar etmek,
asla sanat kategorisinde olamaz!
Şiir de edebî bir sanat meselâ…
Şimdilerde
şöyle şiir yazılıyor:
“Ben
Gidiyorum
Ama
Gitmek istemiyorum aslında
Çok
Yorgunum
Bu yüzden
Evde
Kalmak istiyorum…”
Şimdi
böyle alt alta dizildiğinde şiiri anımsattı, değil mi? Bunu yazana da “şair” ve
pek tabiî “sanatkâr” dediniz. Ama olmuyor işte!
Bir
de şöyle bakın: “Ben gidiyorum. Ama gitmek istemiyorum aslında… Çok yorgunum. Bu yüzden
evde kalmak istiyorum.”
Hiç
de şiir gibi değil.
O
zaman neden sizi kandırmalarına izin veriyorsunuz? Böyle bakınca herkes şair
olabilir zaten. Çünkü bunları herkes yazabilir. Hattâ çok daha süslü ve
gösterişli ama alt alta dizilmiş cümleleri şiir diye satabilir herkes…
Bütün
söylenmişleri bambaşka bir şekilde söylemenin adıdır şiir. Ama bu kadar da
değildir. Kafiye, hece, aruz olmasa dahi, sanki bunlar varmış gibi ritmiktir,
ahenklidir. Sanki kendi içinde bir nağmesi vardır. Siz okursunuz, bestesi de
zihinde çalar bir yandan… Hece ölçülü ve kafiyeli bir şiir, şiirin hasıdır.
Çünkü o, herkesin yapabileceği bir şey değildir. Ama cümle kurup alt alta
yazmak herkesin harcı.
Elbette
serbest şiirler arasında da muhteşem örnekler var. Derdim illâ belli kalıplara
sığdırılmış bir eser olması gerektiğiyle ilgili değil.
Hem
bir aldatmaca daha var: Şiir, herkesin bildiğini farklı söylemek, tamam! Ama
farklı da olsa bir anlamı olmalı, bir şey anlatmalı değil mi? Herkese farklı
bir şey anlatsa da bir şey anlatmalı. Yoksa onu da herkes yapar. “Herkes”ten
kastım, şair olmayanlar…
Bu
ikinci aldatmaca da ister hece ölçülü, ister serbest formda olsun, “anlamsız
kelimeleri sıralamak”… Bu da, sanki ortada şiir varmış da biz anlamıyormuşuz
gibi gelir. O zaman şöyle sormalı: Cahit Sıtkı’nın 35 Yaş şiirini anlıyor
musunuz? Ya da İstiklâl Marşı’mızı? Han Duvarları’nı? Daha nice yüksek değerde
şiir vardır ki, hepsi anlaşılır bir dille ama herkesten farklı ve herkesin
söyleyemeyeceği şekilde yazılmıştır. İşte bu yüzden sanattır!
Resim de bir sanat dalı…
Dışavurumcu,
izlenimci, modern, klâsik ve benzeri akımlarla ayrılıyor resim. Ama her bir
akımda sanat değeri yüksek tabloların varlığını biliyoruz. Sürrealist ressam
Salvador Dali, bilinen materyalleri farklı bir formda ele alıyor ve herkese bir
anlamı tasvir ediyor. Ama onun yaptığını, “Benim!” diyen yapamıyor. İşte bu
sanat!
Fakat
“modern resim” adı altında sadece tuvâlin boyalarla karıştırıldığı ve kendince
bir kompozisyonu anlattığı iddia edilen tablolar, benim sanat zevkimde bir şey
ifade etmiyor. Çünkü baktığımda ilham görmeli ya da herkesin yapamayacağı,
sahibine has bir dokunuş keşfetmeliyim. Ama boyaları tuvâle dökmek hemen
herkesin yapabileceği bir şey… Biraz bol zaman ve bol para ile hepimiz tabloya
farklı renkleri denk geldiği şekliyle aktarabiliriz. Bu bizi sanatkâr yaparsa
yazık olur.
Resim
sanatında bir başka ayrım daha var bence. Meselâ bakarak Mona Lisa tablosunu
olduğu gibi resmeden kişi, çok üstün yetenekli, el becerisi gelişmiş ve görsel
zekâsı yüksek bir bireydir. Ama bana sorarsanız sanatkâr değildir. Çünkü
bakarak çizmek, çok iyi ve çok kötü arasında mertebelere sahip olan, ama
kötüsüyle iyisiyle çok kişinin yapabileceği bir şey.
“Herkes
mükemmel yapar” ya da “Herkes yapar” demiyorum. Ama en beceriksiz insan bile bu
işe ömrünü verirse bir yerde orta hâlli bir taklit tablo çıkarmayı başarır. Bunu
çok çabuk ve çok güzel yapıyorsa yeteneklidir. Bunu çok uzun bir zaman
diliminde ve çok uzun uğraşlar sonucunda orta hâlli denebilecek bir seviyede
yapıyorsa emektardır. Ama bu ikisi de sanatkâr değil.
Bir
ressam, tabloyu karşısına alır, bütün gölgeleri ve fırça darbeleriyle, boyaları
kullanırkenki maharetiyle, bir tabloyu emsâl almadan, sadece hayâl dünyasından
bir şaheser ortaya koyuyorsa, işte bu insan sanatkârdır! Çünkü bu herkesin
yapabileceği bir şey olmadığı gibi, çok çalışmakla da olabilecek bir şey değil.
Bütün
bu örneklerden de anlaşılacağı gibi sanat, benim şahsî inanışımda, İlâhî bir
ilhamla meydana getirilen eserleri ifade ediyor. Tekrar ve taklit olmaksızın,
eğitimle elde edilemeyecek, çalışmakla ulaşılamayacak ve o sanat dalında
sanatkâr olarak adlandırılmayan insanların yapamayacağı bir eser…
Bu
demek değil ki sanatçı eğitimsiz olur ya da emek vermesi gerekmez. Hayır,
sanatçı da eğitimli olur ve sürekli çalışması, çabalaması gerekir. Ama sanatçı
olmayan, bütün bu çabalarla o esere erişemez.
Gelelim
sanatın ne için olduğu kargaşasına…
Sanatın
tanımı herkeste farklı olduğu gibi bende de bu şekilde. Fakat sanatın ne için
olduğu sorusunun cevabına net ve tekil bir cevap verilmesine son derece
karşıyım.
Sanat,
elbette güzeli anlatmak için vardır. Fakat zaman zaman insanın en menfi
duygularını da yansıtır. Bazen bir milletin değerlerini tema olarak seçer
sanat, bazen geçmişi, bazen geleceği… Bazen de mânevî ve uhrevî duyguları öne
çıkarır. Bazen kişinin kendi duygusunu istemeden dışa vuruş şeklidir sanat.
Bazen toplumu ve toplumları yönlendirecek, kalpleri bir olguya yaklaştıracak ya
da uzaklaştıracak kadar güçlüdür. Sanatkârın kendine biçtiği bir ideal
olabilir. Ama bu, işin ikinci ayağı…
Çünkü
ilk adım, sanatkârın içindeki duygunun dışarıya bir eser olarak çıkma
ihtiyacıdır. Ki buna, sanatçının kendisi bile engel olamaz. Bu zorunlu aks-i
sedâ, sanatkârın en yoğun duygusunda kendine bir amaç edinir. Buna da “sanatkârın
ideolojisi” denebilir. Ama katiyen bu, sanatkârın kararıyla var olan bir sonuç
değildir.
Her
sanatçının eseri, bir duygu ve inanca insanı itebilir. Bu, sanatçının amacıyla
bazen denk düşer, bazen de onun bile tahayyül etmediği bir etkiye sebep olur.
E
hâlâ sanatın ne için olduğunu söylemedim, değil mi?
Sanat
… içindir.
Sanat tek bir şey için hedef gösterilemez. Sanat her şey içindir. Sanat
mecburîdir. Sanatkâr mecbur, sanat eseri mecburîdir. Engellenemez bir
varoluştur sanat. Karar ve plân olmaksızın gelişen olgularda başlangıç hedefi
koymak o kadar da akla yatkın değil. O sanatın meydana geliş şekli ile ilham
olan bir gâye filizlenebilir elbette. Ama bu her sanatkârda farklı olacağı
gibi, onu alan toplumlarda ve toplumun her bir bireyinde de farklı bir
etkileşim meydana getirecektir.