Sanat: “Güzel Olana” götüren

Müslüman güzeldir. Güzel olan, onun görüş açısında yer alır. Güzele bakar ve hayatını iyiden daha iyiye götürmek için çaba harcar. Bundandır ki o, baktığı her yönde ayetlere götüren bir yorum yapmaya, gönlünü ve aklını hidayet rehberliğinde hizaya sokmaya çalışmaktadır. Ömrünün her anı onun için değerlidir.

İNSANOĞLU var olduğu günden beridir sanatın kucağında yer almaktadır. Yeryüzünü adımlayan ve temel ihtiyaçları karşılanmış olan her insan teki, kendi yaşam şekline, inancına ve gücüne göre bir şeyler üretme ve güzele yönelme şeklinde davranışlar sergiler. Bu davranış somut anlamda kimi zaman bir güzel yazı, kimi zaman taştan, topraktan yapılmış bir bilezik yahut dinî inanışı simgeleyen yapılar şeklinde ortaya çıkar. 

Antik Yunan’ın tanrıları adına kestiği kurbanları sergiledikleri sunaklar, insanların gömülmek istediği lahitler veya kolektif inancın yapıtaşları tapınakların her biri muhteşem birer sanat eseri olarak geçmişten günümüze salınmaktadır.  Yine aynı noktadan hareketle, eski Anadolu uygarlıklarının hayatlarına yön veren inanışları ve yaşam şekillerini en somut şekilde görebildiğimiz topraktan yapılma heykelcikler, av aletleri, süs eşyaları ve bunlar üzerinde görülen (dönemine göre gayet incelikli) oyma ve şekiller düşünüldüğünde, sanatın her dönemde insan hayatında bulunduğu da gözle görünür bir hâl alır. 

İslam’da ise güzelin her tonu bir aradadır. Müslüman kişi, “Güzel Olan”dan geldiğini bilir ve hayatını ona göre idame ettirmeye gayret eder. Nitekim bu gayret en somut şekliyle İslâm sanatında ortaya çıkar. İslâm dinine mensup olan her insan teki “güzellik” kavramının kendisi için önemini kavramaya çalışır. Tevhid düşüncesi bu noktada sanatın temel unsurunu oluşturur ve meydana çıkan her eser, bu fikriyat üzerine inşâ edilir. 

Güzellik algısı elbette geçmişten günümüze, toplumdan topluma ve insandan insana değişkenlik göstermiştir. Bu değişkenliğin ana kriterleri gözetildiğinde pek çok unsur saptanabilir. Başta inanç şekli gelmek üzere, toplumların yaşadığı çevre, coğrafya, komşu olduğu insan toplulukları, eğitim ve öğretim hayatları gibi sayılabilecek birden fazla etken bulunmaktadır. İslâm’da ise sanat “Bir” üzere inşâ edildiğinden, manevî güzellik baskın çıkmaktadır. 

“Yaratılmışların en şereflisi” ve “yeryüzünün halifesi” kılınan insan, Yaratıcı’ya karşı şükrünü sanatla ifade etmektedir. Gönlünde ve aklında mezcettiği manevî duygulanım hâllerini somut dünyaya aksettirmenin en keskin yolu sanattan geçmektedir onun için. Konuşmakla dile gelmeyen sözcükler kalemden kâğıda akıtılmakta, mürekkeple birlikte gözyaşları damlamaktadır. İnsan aklının almadığı görüntüler perspektif kullanılmaksızın çizimlerden geçip ceylan ile insan aynı karede dururken, diğer yandan bir elif boyu günler boyunca zor kat edilmektedir.

İslâm dinine mensup kişi, ettiği kelâmda, gezdiği bayırda, baktığı gökte ve adımladığı yerde O’nu bulmaya çalışmaktadır. Bundandır ki, içerisinde biriken her zerre bir gün açığa çıkacaktır. Kaynayan bu temiz hâlin en efektif çıkış şekli sanatla olacaktır. Gören gözün, duyan kulağın bir gün olup da ılık bir rüzgâr uğultusunu notaya, Allah’ın boyası ile boyanmış yeryüzünün aksinin düştüğü bir tabloya vurması, tüm bunların tasvirinin yapıldığı birkaç dize şiire veya gök mavisi çiniyle kaplı camilere dönüşmemesi imkân dâhilinde değildir. 

Müslüman güzeldir. Güzel olan, onun görüş açısında yer alır. Güzele bakar ve hayatını iyiden daha iyiye götürmek için çaba harcar. Bundandır ki o, baktığı her yönde ayetlere götüren bir yorum yapmaya, gönlünü ve aklını hidayet rehberliğinde hizaya sokmaya çalışmaktadır. Ömrünün her anı onun için değerlidir. Nitekim bir gün olup da ebedî hayata intikal ettiğinde, hesap vereceğinin farkında olarak davranışlarına yön verir. 

Sanat ise insanoğluna şuur aşılamanın biricik yoludur. Biricik yoldan gidenlerden olabilmek duası ile...