KENDİNİ seçemeden, delice
bakışlarla kendi etrafında dönüp duran bir kişilikle niceliğin şaşkın bakışlarının
öpüştüğü bir "çıkmaz sokak"ta sığınak gibi gördüğüm tek "dört
duvar", eski bir sinema salonundaki küçük bir loca olmuştur.
Ne
zaman bir film izlesem (özellikle bilimkurgu filmleri), yer yer bazı sahnelerin
bana "üşüşen en büyük saldırı" olarak yöneldiğini hisseder ve
ağlamaya başlıyordum. Çünkü insan, filmlerde "yaratıcı" olabildiği
kadar "Yaratıcı"yı da unutuyordu sanki. Belki de insan hayal
kırıklığına uğradığını düşündüğü için en kutsal sevgilisini unutmaya
çalışıyordu. Kim bilir belki de benim unutmamak için gösterdiğim çabalar
herkesin dikkatini çektiği için "uyumsuz" ilanıyla aranıyordum.
Geçmişte, şimdide ve beklenen zamanda aranmaksa beni "ben" yapıyordu.
Kimsenin aklına locaya bakmak gelmiyordu. Yorgun düşüp uyuyakalmışlığım çoktur…
Zaman
bir filmin akrep ve yelkovanında yol aldıkça önce koltuğa ve beklemeden
tarihime gömülürken, hıçkırıklarımdan geride kalan tek parmak izimse çığlığım
oluyordu: “İhdina!..”
"Facebook
veya Youtube değil! Facebook veya Youtube değil!" yakarışları, hırpalanmış
rüyalarımın bende ve geride kalan son "arzu kırbaçları" olmuştur.
Çünkü ne zaman Facebook ve Youtube gezintileri içinde bulunsam, kaybettiklerimi
istisnasız her seferinde -çünkü aynı şeyi her defasında kaybetme becerisine (!)
sahibim- insanlardan çok kelimeleri, sevişenlerden çok da hatıraları
"çıplak" görüyordum. Sanki mahşer yeryüzüne inmiş ve her şey ve de herkes
soyunuyor; beden soyunuyor, kelimeler soyunuyor, sohbet soyunuyor, hayal
soyunuyordu…
"Ne
kadar çok insan var ve ne kadar da çok ‘soyunmak’ iştahındalar!" diye
iç(imden) geçiriyorum. Öyle ki, görünen ayıp -yerler ve zamanlar- örtünmeye
çalışırken ve benden de bir örtü dilenirken onları görmek beni "İnin
oradan!" emrinin muhatabı kılıyor. Nedense her defasında cennetten kovulan
benmişim gibi, kovulmaya kendimi yakın hissediyorum. Suçum ne ki?
Yeryüzündeki
ahiret
Cennetini
-kovularak gelinen bu toprakta ve bu iklimde- yaratmak isteyen insan, adeta
"varlık" adına her şeyin şehvetini çıkarmaya ahdetmiş gibi. İnsan
sadece tanrıyı inkâr etmeyi bir tercih olarak hazırlayarak kendini
sakinleştirmeye çalışmıyor, aynı zamanda olası ahireti de dünyaya taşımaya
çalışıyor. Yeryüzünde cennet kurma seferberliği -bir başlangıç olarak- uzun
zaman önce yola koyulmuştu zaten. Şimdi bu yolda kat edilen mesafenin yanı sıra,
"menzil eskizleri" diyebileceğimiz kurgular da start aldı. Yani insan,
ahireti dünyaya taşımayı deniyor artık. Bu çabaya popüler diliyle "sanal
dünya" deniyor. Oysa çok dikkatli bakıldığında bu dünyaya "sanal
ahiret" demek çok daha yerli yerinde bir etiket olacaktır.
Sanal
dünyada ahiret, sanki tüm unsurlarıyla inşa edilmeye başlanmış ve bir tarafta
"çıplak" olmayı giysi sayan "arzu perileri" varken
edalarına bakılırsa da ev sahibi gibiler. Gözlerini sevdiklerinden ayırmayan
"güzeller", hizmet için hak edene sunulmayı bekliyorlar. Çoğunluk ise
bu evleri ücret karşılığında gezebilen "müşteri" kılıklı havalarda…
En çok ilgiyi cinsel kültür parkları çekiyor. Çünkü her şey “çekici”…
Cinsel
kültür parklarına uğramayan mahalleli bırakılmayacak kadar "şehvet
baskısı" seansları düzenlenmekte. Bu sanal ahirette sadece "cinsel
hayat" tasvirleri yol almıyor, aynı zamanda ilk insanın yaratılışından
bugüne kadar "insanlık tecrübesi" adına ne varsa -her şey ama her
şey- birebir kopyalanmış ve hatta tüm bilgiler "kes-kopyala-yapıştır"
tekniğiyle bu dünyadaki yansıtılmış ahirete taşınma çabası içinde. Bir anlamda
"her şey kayıt altında -gözeten kayıt alan melekler- metaforu”
değerlendiriliyor.
Aslında
"sanal bir dünya" kurulmuş ama bu dünya, ölüm sonrası beklenen
hayatın sürdürüldüğü "ahiret-sonraki dünya" özlemine dayalı
"dünyadaki ahiret" kurgusu niteliğinde var edilmiş bir dünya. Örneğin
erkekler için sanal huriler –“Kadınlar için ne var?” sorusu bu ahirette sordurulmuyor-
bir "tık" mesafesinde. Cennette komşu olmak, duası makbul seanslara
dönüştürülmüş ve sufi meşrep sohbetlerse bloklarda anlamlandırılıyor.
En
önemlisi de "yasak ağaç" meyvesi olan ebedilik meyvesi tadılıyor. Çünkü
kendini sanala atabilen ve özellikle sesli ve yazılı kayıtlar düşebilen, baş döndürücü
hızda "şöhret"e kavuştuğu vehminde zevkten titriyor.
Doğrusu
ahiret fikrimin ince gülü her zaman "mizan" olmuştur. Bu algı
seçiciliği içinde sanal dünyada -artık buna "sanal ahiret" demek daha
yerinde bir tanımlama olacaktır- gezinirken izini sürdüğüm "kareler" ise
hesap kitap salonları ve amel defterlerinin dağıtılma törenleridir.
Gülmekten
kendimi alıkoyamadığım ve bazen "kıkır kıkır" efektler sunmama neden
olan –ki sanal ahiret oyunu beni ciddiyetsizleştiriyor- en "tehlikeli
sahneler", cennet ve cehennem için isim listesi programları olmuştur. Bu sanal
ahiretteki programlarda -basit bir kamera sahibi olan ve kayıtları özellikle Youtube’ye
düşürebilen beceride olan- "amel defterlerini dağıtan melekler"
havasında kalan kişiler, isimler vererek kimin kâfir, sapık ve cehennemlik
olduğunu açıklıyorlar.
Bir
bakıyorsunuz ki kendine "selefi melekler" sıfat ve edasını takınıp
liste asanları görüyorsunuz; bir de bakıyorsunuz o listeyi yırtarak listeyi
asanların da içinde olduğu karşı amel defteri dağıtma programı başlatılıyor.
Dağıtılan bu sanal amel defterlerine yapılan "yorumlar" ise -söz
hakkı ile not düşenlerin durumu yani- başlı başına bir cennet-cehennem analizi
gerektirecek seviyede sürüyor.
Perde
aralanıyor
Ahiret
ile ilgili "önceliği olan" kelimelerden biri de "mahrem"
kelimesidir. Yani "yasak ve yasaklanan" anlayışı inşa eden kelime…
Kültürümüzde
bu kelime, "perde" ile betimlenmiştir. Modern zamanlarda yanaşık
düzendeki binaların "pencere komşuluğu" da yanaşıktır. Perdeyi açık
bırakmak, rahatlığı veya perdelemeyi önemseyen anlayış içinde özellikle
"çıplaklık ve perde ilişkisi” içinde ters orantılı kurgulanmıştır.
Perde,
aslında “kişisel alan, mesafe koymak, değerli kılmak, izne tâbi kılmak” gibi
özel ve nitelikli bir "çizgi"yi de içerir. İşte sanal dünyanın ilk
adımı da bu çizgiyi silmektir. Dolayısıyla sanal dünyanın doğasında sadece
"sınırsızlığı" değil, aynı zamanda "çizgisizliği" de
getiren bir baskı söz konusudur. Sanal dünyada perdeleme –şifrelemek, koruyuculuk,
izin, kayıtlılık ve üyelik gibi- imkânı da var ve geliştiriliyor. Ancak bu,
"kişiye özel" bir parkur olarak kalıyor. Çünkü esas olan,
"perdesiz pencereler" sistemi…
Dolayısıyla
sanal dünya ile sanal dünyada kurulan ve/veya kurgulanan dünyaların ve
ahiretlerin sözlüğü ile "hakikat" alanı olan gerçek dünyanın ve
gerçek ahiretin sözlüğü arasında bir "çatışma-etkileşim" söz
konusudur. Bu da sanalı gerçeğe oranla bir "sığınak veya kaçamak evi"
haline evriltiyor.
Sanal
dünyadaki evlerde "perdeli pencere" isteyenlerin sayısı ve gücü
perdeyi kıymetlendirecek gündeme henüz erişmiş değil. Çünkü bu dünyanın
kurucuları ve yürütücüleri, "perde" ile işleri olmayan pencerelere
sahipler. Çağ, teknoloji ile tüketim arasındaki perdeyi yırtma çağı…
Taşınıyoruz
Kabul
etmeliyiz ki önce kardeşliğimiz bu sanal dünyaya taşındı. Görüşmeler ve
ziyaretler artık orada başlayıp bitiyor. Komşuluk kültürü de taşındı. Derken
aile bireyleri de aileyi sanal dünyaya taşıdı. Artık TV'ye kilitlenmiş aileler
değil, ellerden düşmeyen sanal dünyalarda perdesiz oturuşlar alıp başını giden
aile fertleri var.
Konumuz
ve sorunumuz sanal dünya veya teknolojinin sunduğu dünyalara ilişkin bayatlamış
analizler yapmak değil, hatta bu dünya için "perdeci" mesleği icra
edip perde pazarlamaksa hiç değil. Dikkat çekmek istediğimiz bant, "sanal
dünya"nın aslında "sanal ahiret" kodları taşımaya başlamasıdır.
Özellikle
bireylerin bireylere, cemaatlerin diğer cemaatlere ve hatta herkesin herkese
amel defterini sağdan veya soldan verme pozisyonu alan ötekileştirici ve provokasyonlara
teşne bir enerji birikmesidir mevzuu. Facebook, Youtube ve hatta bilgisayarı
kapatıp sanal dünyadan gerçek dünyayı görmemizi engelleyen perdeyi
araladığımızda ilk göreceğimiz gerçek de “kendimiz” olacağız ve kendimizle
aramızdaki perdeyi yırtarsak ancak çıplak olduğumuzu fark edeceğiz.
Oysa
esas olan, düşünce ve duygularımızdaki perdeyi gerçek hayatta nasıl
kullanıyorsak sanal dünyada da aynı teknik ve ahlakta kullanmaktır. Kapımızı
tıklatan herkesi nasıl içeriye almıyorsak, sanal dünyada da her tıklayan içeri
girememeli. Bunu mümkün kılan bir mahallede değilsek eğer, bize kalan tek
seçenek “taşınmak”, sanal dünyadan gerçek hayata…