Sanal dünya mı, sanal ahiret mi?

Esas olan, düşünce ve duygularımızdaki perdeyi gerçek hayatta nasıl kullanıyorsak sanal dünyada da aynı teknik ve ahlakta kullanmaktır. Kapımızı tıklatan herkesi nasıl içeriye almıyorsak, sanal dünyada da her tıklayan içeri girememeli. Bunu mümkün kılan bir mahallede değilsek eğer, bize kalan tek seçenek “taşınmak”, sanal dünyadan gerçek hayata…

KENDİNİ seçemeden, delice bakışlarla kendi etrafında dönüp duran bir kişilikle niceliğin şaşkın bakışlarının öpüştüğü bir "çıkmaz sokak"ta sığınak gibi gördüğüm tek "dört duvar", eski bir sinema salonundaki küçük bir loca olmuştur.

Ne zaman bir film izlesem (özellikle bilimkurgu filmleri), yer yer bazı sahnelerin bana "üşüşen en büyük saldırı" olarak yöneldiğini hisseder ve ağlamaya başlıyordum. Çünkü insan, filmlerde "yaratıcı" olabildiği kadar "Yaratıcı"yı da unutuyordu sanki. Belki de insan hayal kırıklığına uğradığını düşündüğü için en kutsal sevgilisini unutmaya çalışıyordu. Kim bilir belki de benim unutmamak için gösterdiğim çabalar herkesin dikkatini çektiği için "uyumsuz" ilanıyla aranıyordum. Geçmişte, şimdide ve beklenen zamanda aranmaksa beni "ben" yapıyordu. Kimsenin aklına locaya bakmak gelmiyordu. Yorgun düşüp uyuyakalmışlığım çoktur…

Zaman bir filmin akrep ve yelkovanında yol aldıkça önce koltuğa ve beklemeden tarihime gömülürken, hıçkırıklarımdan geride kalan tek parmak izimse çığlığım oluyordu: “İhdina!..”

"Facebook veya Youtube değil! Facebook veya Youtube değil!" yakarışları, hırpalanmış rüyalarımın bende ve geride kalan son "arzu kırbaçları" olmuştur. Çünkü ne zaman Facebook ve Youtube gezintileri içinde bulunsam, kaybettiklerimi istisnasız her seferinde -çünkü aynı şeyi her defasında kaybetme becerisine (!) sahibim- insanlardan çok kelimeleri, sevişenlerden çok da hatıraları "çıplak" görüyordum. Sanki mahşer yeryüzüne inmiş ve her şey ve de herkes soyunuyor; beden soyunuyor, kelimeler soyunuyor, sohbet soyunuyor, hayal soyunuyordu…

"Ne kadar çok insan var ve ne kadar da çok ‘soyunmak’ iştahındalar!" diye iç(imden) geçiriyorum. Öyle ki, görünen ayıp -yerler ve zamanlar- örtünmeye çalışırken ve benden de bir örtü dilenirken onları görmek beni "İnin oradan!" emrinin muhatabı kılıyor. Nedense her defasında cennetten kovulan benmişim gibi, kovulmaya kendimi yakın hissediyorum. Suçum ne ki?

Yeryüzündeki ahiret

Cennetini -kovularak gelinen bu toprakta ve bu iklimde- yaratmak isteyen insan, adeta "varlık" adına her şeyin şehvetini çıkarmaya ahdetmiş gibi. İnsan sadece tanrıyı inkâr etmeyi bir tercih olarak hazırlayarak kendini sakinleştirmeye çalışmıyor, aynı zamanda olası ahireti de dünyaya taşımaya çalışıyor. Yeryüzünde cennet kurma seferberliği -bir başlangıç olarak- uzun zaman önce yola koyulmuştu zaten. Şimdi bu yolda kat edilen mesafenin yanı sıra, "menzil eskizleri" diyebileceğimiz kurgular da start aldı. Yani insan, ahireti dünyaya taşımayı deniyor artık. Bu çabaya popüler diliyle "sanal dünya" deniyor. Oysa çok dikkatli bakıldığında bu dünyaya "sanal ahiret" demek çok daha yerli yerinde bir etiket olacaktır.

Sanal dünyada ahiret, sanki tüm unsurlarıyla inşa edilmeye başlanmış ve bir tarafta "çıplak" olmayı giysi sayan "arzu perileri" varken edalarına bakılırsa da ev sahibi gibiler. Gözlerini sevdiklerinden ayırmayan "güzeller", hizmet için hak edene sunulmayı bekliyorlar. Çoğunluk ise bu evleri ücret karşılığında gezebilen "müşteri" kılıklı havalarda… En çok ilgiyi cinsel kültür parkları çekiyor. Çünkü her şey “çekici”…

Cinsel kültür parklarına uğramayan mahalleli bırakılmayacak kadar "şehvet baskısı" seansları düzenlenmekte. Bu sanal ahirette sadece "cinsel hayat" tasvirleri yol almıyor, aynı zamanda ilk insanın yaratılışından bugüne kadar "insanlık tecrübesi" adına ne varsa -her şey ama her şey- birebir kopyalanmış ve hatta tüm bilgiler "kes-kopyala-yapıştır" tekniğiyle bu dünyadaki yansıtılmış ahirete taşınma çabası içinde. Bir anlamda "her şey kayıt altında -gözeten kayıt alan melekler- metaforu” değerlendiriliyor.

Aslında "sanal bir dünya" kurulmuş ama bu dünya, ölüm sonrası beklenen hayatın sürdürüldüğü "ahiret-sonraki dünya" özlemine dayalı "dünyadaki ahiret" kurgusu niteliğinde var edilmiş bir dünya. Örneğin erkekler için sanal huriler –“Kadınlar için ne var?” sorusu bu ahirette sordurulmuyor- bir "tık" mesafesinde. Cennette komşu olmak, duası makbul seanslara dönüştürülmüş ve sufi meşrep sohbetlerse bloklarda anlamlandırılıyor.

En önemlisi de "yasak ağaç" meyvesi olan ebedilik meyvesi tadılıyor. Çünkü kendini sanala atabilen ve özellikle sesli ve yazılı kayıtlar düşebilen, baş döndürücü hızda "şöhret"e kavuştuğu vehminde zevkten titriyor.

Doğrusu ahiret fikrimin ince gülü her zaman "mizan" olmuştur. Bu algı seçiciliği içinde sanal dünyada -artık buna "sanal ahiret" demek daha yerinde bir tanımlama olacaktır- gezinirken izini sürdüğüm "kareler" ise hesap kitap salonları ve amel defterlerinin dağıtılma törenleridir.

Gülmekten kendimi alıkoyamadığım ve bazen "kıkır kıkır" efektler sunmama neden olan –ki sanal ahiret oyunu beni ciddiyetsizleştiriyor- en "tehlikeli sahneler", cennet ve cehennem için isim listesi programları olmuştur. Bu sanal ahiretteki programlarda -basit bir kamera sahibi olan ve kayıtları özellikle Youtube’ye düşürebilen beceride olan- "amel defterlerini dağıtan melekler" havasında kalan kişiler, isimler vererek kimin kâfir, sapık ve cehennemlik olduğunu açıklıyorlar.

Bir bakıyorsunuz ki kendine "selefi melekler" sıfat ve edasını takınıp liste asanları görüyorsunuz; bir de bakıyorsunuz o listeyi yırtarak listeyi asanların da içinde olduğu karşı amel defteri dağıtma programı başlatılıyor. Dağıtılan bu sanal amel defterlerine yapılan "yorumlar" ise -söz hakkı ile not düşenlerin durumu yani- başlı başına bir cennet-cehennem analizi gerektirecek seviyede sürüyor.

Perde aralanıyor

Ahiret ile ilgili "önceliği olan" kelimelerden biri de "mahrem" kelimesidir. Yani "yasak ve yasaklanan" anlayışı inşa eden kelime…

Kültürümüzde bu kelime, "perde" ile betimlenmiştir. Modern zamanlarda yanaşık düzendeki binaların "pencere komşuluğu" da yanaşıktır. Perdeyi açık bırakmak, rahatlığı veya perdelemeyi önemseyen anlayış içinde özellikle "çıplaklık ve perde ilişkisi” içinde ters orantılı kurgulanmıştır.

Perde, aslında “kişisel alan, mesafe koymak, değerli kılmak, izne tâbi kılmak” gibi özel ve nitelikli bir "çizgi"yi de içerir. İşte sanal dünyanın ilk adımı da bu çizgiyi silmektir. Dolayısıyla sanal dünyanın doğasında sadece "sınırsızlığı" değil, aynı zamanda "çizgisizliği" de getiren bir baskı söz konusudur. Sanal dünyada perdeleme –şifrelemek, koruyuculuk, izin, kayıtlılık ve üyelik gibi- imkânı da var ve geliştiriliyor. Ancak bu, "kişiye özel" bir parkur olarak kalıyor. Çünkü esas olan, "perdesiz pencereler" sistemi…

Dolayısıyla sanal dünya ile sanal dünyada kurulan ve/veya kurgulanan dünyaların ve ahiretlerin sözlüğü ile "hakikat" alanı olan gerçek dünyanın ve gerçek ahiretin sözlüğü arasında bir "çatışma-etkileşim" söz konusudur. Bu da sanalı gerçeğe oranla bir "sığınak veya kaçamak evi" haline evriltiyor.

Sanal dünyadaki evlerde "perdeli pencere" isteyenlerin sayısı ve gücü perdeyi kıymetlendirecek gündeme henüz erişmiş değil. Çünkü bu dünyanın kurucuları ve yürütücüleri, "perde" ile işleri olmayan pencerelere sahipler. Çağ, teknoloji ile tüketim arasındaki perdeyi yırtma çağı…

Taşınıyoruz

Kabul etmeliyiz ki önce kardeşliğimiz bu sanal dünyaya taşındı. Görüşmeler ve ziyaretler artık orada başlayıp bitiyor. Komşuluk kültürü de taşındı. Derken aile bireyleri de aileyi sanal dünyaya taşıdı. Artık TV'ye kilitlenmiş aileler değil, ellerden düşmeyen sanal dünyalarda perdesiz oturuşlar alıp başını giden aile fertleri var.

Konumuz ve sorunumuz sanal dünya veya teknolojinin sunduğu dünyalara ilişkin bayatlamış analizler yapmak değil, hatta bu dünya için "perdeci" mesleği icra edip perde pazarlamaksa hiç değil. Dikkat çekmek istediğimiz bant, "sanal dünya"nın aslında "sanal ahiret" kodları taşımaya başlamasıdır.

Özellikle bireylerin bireylere, cemaatlerin diğer cemaatlere ve hatta herkesin herkese amel defterini sağdan veya soldan verme pozisyonu alan ötekileştirici ve provokasyonlara teşne bir enerji birikmesidir mevzuu. Facebook, Youtube ve hatta bilgisayarı kapatıp sanal dünyadan gerçek dünyayı görmemizi engelleyen perdeyi araladığımızda ilk göreceğimiz gerçek de “kendimiz” olacağız ve kendimizle aramızdaki perdeyi yırtarsak ancak çıplak olduğumuzu fark edeceğiz.

Oysa esas olan, düşünce ve duygularımızdaki perdeyi gerçek hayatta nasıl kullanıyorsak sanal dünyada da aynı teknik ve ahlakta kullanmaktır. Kapımızı tıklatan herkesi nasıl içeriye almıyorsak, sanal dünyada da her tıklayan içeri girememeli. Bunu mümkün kılan bir mahallede değilsek eğer, bize kalan tek seçenek “taşınmak”, sanal dünyadan gerçek hayata…