Sanal değil gerçek tükeniş

Sosyal medya ağlarının içinde fayda üretmek tabii ki mümkün ve günümüzde elzemdir. Bunun en güzel ve doğru yolunu bulmak da aklı doğru kullanmakla ilgilidir. Bilinci açık ve köleleşmemiş herkesin, zamanın önüne koyduğu iyi ve kötü şeyleri ayırması, uzak durup uyarması ve mümkünse engellemesi, güzel ve hayırlı olanı yapmakta ise birbiriyle yarış içinde olması beklenir.

KÜRESEL düşünce, ulus devletlerini tedavülden kaldırarak homojen bir dünya vatandaşlığını ikame etme sürecinde çeşitli sancılar yaşıyor… 

Batı medeniyeti kadim Yunan’dan beri, ikili bir anlayışla kendini dayatırken gelinen son aşamada bütün medeniyetleri, dinleri, kültürleri devre dışı bırakarak insanın arzularını merkeze alan küresel homojen bir yapıyı, kişiye has zevklerin talebiyle meşrulaştırmaya gidiyor. 

Greklerde polis/ şehir merkezi ve kadınlar, köleler düşük kategoriydi. Dışarıdakiler barbar yani ötekiydi. Vergi veren ve erkek prototip vitrindeki ve dolayısıyla makbul olandı. Aydınlanma aynı şablon üzerinden paradigmayı değiştirdi. Ayrımı daha da derinleştirdi. Kartezyen felsefe her şeyi ikili bir yapı ile karşıtlık üzerinden ele aldı ve özne-nesne ikilemi üzerinden kendini tanımladığı yeni merkeze yerleştirdi. Varlığı, düşünceden başlatan Descartes düşünmeyi beceremeyen, henüz o aşamaya gelmediğini varsaydığı Asya ve Afrika toplumlarını düşünen Batılı anlayışın nesnesi olarak, potansiyel insan olarak ele aldı.

Bunu yaparken Descartes eski Yunan geleneğini de aşarak hakikat tanımını referans kullanmayan akıl üzerinden kurguladı. Dinlerin, insanın savunmasız olduğu, vahşi hayvanlar ve tabiat olaylarına karşı geliştirdikleri psikolojik güven ihtiyacından doğduğu tespitini yaparak akla alan açtılar. Batılı felsefeciler aşkın alanını, varlık tasavvurunu dış âlemden insan aklının içine taşıyarak modern aklın, hakikati bulmak için hiçbir rehbere ihtiyaç duymadığını belirtirler.

Öncelikle İslâm, insan hevesi sözü değil, bir rehber aracılığıyla insanlığa indirilen “en büyük haberdir”. Bu haberin insanın aklına rehberlik ettiğini, düşünce duyarlılığını oluşturduğunu düşündüğümüzde ayrımcılığa düşmeden, doğuştan saf, makbul olarak görürüz. Şerefli bir varlık kimliğiyle bir anne ve babanın çocukları olarak değer görmek, doğuştan fıtrat kardeşliğini, ayrıma mahal vermeyen bir tutumla muhatap almayı gerektirir. Mevlâ’nın insana ruhundan üflemesi İslâm’da değerin kaynağı olmanın ötesinde birleştirici, ayrımsız bütünlüğü ortaya koyar. İslâm daha inancını, etnik kökenini, cinsiyetini, statüsünü bilmeden biyolojik yapısıyla insanı şerefli ve saygıya muhatap kabul eder.

Dünyaya gelen her insan, Allah’ın muradıdır. Vahiyle muhataplığı teklif bahsindedir ve dayatmaya uğramadan, hiçbir tesir altında kalmadan iman eder veya inkâr eder. İman edenler muvahhid olarak kabul ettikleri söylemin sorumluluğunu da üstlenir. Böylece aynı hukukla “kazanılmış” bir kardeşlik iklimine kavuşurlar. İnsan hep bir inanmışlık iddiası üzere yol alır. Bu yol onu bazen kemale ulaştırırken çok defa da tüketebilir. İnsan olma Allah katında değer kazanır ve imanını erdemlilik/ sâlih amel ile süsleyen bir ömür sonucunda insan cennet ödülü beklentisine girer. Bu durumda tükenen ile artan bir olmaz. Ancak inkâr eden bu durumdan ötürü dünyada da bazı cezalara duçar olabilir.

Bazen insan örümcek ağına yakalanıp, debelendikçe etrafını ağların daha fazla sarmasıyla hareketsizleştirdiği ve sonunda örümceğe kolay yem olan böcekler gibi sosyal ağlara bu şekilde düşer. Bu ise onun tükenmişliğini oldukça ivmelendirir. Yaşadığı ona bir macera, bir zevk gibi gelse de kendini tüketmekten koruyamaz ve bunalımla biten bir sonla yüzleşir. Hızla gelişen iletişim teknolojileri ve onun getirdiği iletişim ağları, sosyal medya adını verdiğimiz gerçeklik, hayatın vazgeçilmez bir parçası. Âdeta elinden alınan emziğine ağlayan bebek gibi sosyal ağlara bağlanmamak bir kriz ve kabul edilmesi zor bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Yalnızlık insanın fıtratına aykırı olmakla birlikte sosyal ağların getirdiği bağımlılık da insan fıtratını deformasyona uğratıyor. Bunun sonucu ise ruhî sıkıntılara bağlı olarak ortaya çıkan biyolojik tükenişler.

Bir toplu taşıma aracına bindiğimizde artık etrafına bakan insan görmek neredeyse imkânsız. O küçücük aletin içine bakan gözlerin çoğunluğu, o sosyal ağların içinde sürekli bir iletişim içinde. Yakın çevresinde olandan habersiz, sanal dünyanın ona sunduğu bilgi yumakları içinde faydalı faydasız ayırt etmeden yüzmeye devam ediyor. Bütün bu gerçekliğin kötü ve iyi yansımalarını yaşarken önümüze gelen en tehlikeli gerçeklik ise insanın metalaşması dediğimiz bizatihi insanın ürün hâline gelmesidir.

Halbuki insan, öğrenen ve bilgisini faydaya çevirip üretebilen yegâne canlı olmakla şereflenmişti. İnsanı insan yapan bu güzel sıfat, insanlığın maddî ve manevî gelişimini temin eden en temel özelliği olmuş ve tüm devletlerin hedefi, bu potansiyeli geliştirmek ve iyi yönetmek için eğitim sistemleri kurmak olmuştu. Aile içinde filizlenen, ilkokuldan başlayıp üniversiteye dek süren, sonrasındaki hayatın tüm safhalarında devam eden bu karşılıklı öğrenme ve üretim süreci, hızla modern kölelik sistemine dönüşerek, insanın bizzat kendisinin ürün hâline everilmektedir.

İnsan, bizatihi kendi üretmesi gerekirken modern köle olup kendisi nasıl ürün hâline gelebilir? Geçmişte köleler para ile alınır, satılır ve insan izzetine aykırı olan bu durum onun özelliklerine göre değerini belirlerdi. Sosyal medya ağlarında kendini pazarlayanlar modern köleler hâline geldiklerini ancak değerleri düşünce anlıyor, bunalıma giriyor ve hatta intihar edenler bile oluyor. Kendi değerini başkalarının iltifatına, ilgisine, takibine bağlayan insan, artık kendi ürün hâline gelip tüketilen bir meta olmuş demektir. Sosyal ağlar örümcek ağı gibidir.

Kendini kaç kişinin takip ettiğini merak etmek, beğeni almak, beğeni için ilan verip sosyal ağlara para yağdırmakla öne çıkma çabaları ve insanın kendi değerini ve kazancını bizatihi kendiyle sağlamaya çalışması ve bunun için her türlü kılığa girmesi adeta sirk maymunu olmak gibi bir davranış. İnsanlıktan uzaklaşma ile sonuçlanan ve köleleşen insanın bu kölelikten kurtulması da kolay gözükmüyor. Duygusal ağlara bağlanıp, zamanla etrafını arzu ağlarının daha fazla sarmasıyla duygusal mevtaya dönerek, sonunda başkalarına kolay yem olan böcekler gibi sosyal ağlara bu şekilde düşen insanlık örümcek ağına düşenlerden farklı sayılamaz ve bunalımla biten bir sonla tükenir.

İnsan önem verdiği değerlerle, faydayla büyür, gelişir; tükenme hızı minimum olur. Yapılan eserler, yapılan çalışmalar önce çevresinin, sonra erişebilen tüm insanlığın önünü açar ve memnuniyetle başlayan bir aydınlanma yaşanır ise tükenmişlikten söz edilemez. Güzel fiiller insanı insan yapar ve ilgi, alâka bunlarla değer kazanır. İnsanın kendisinin ürün hâline gelip tüketilmesi, aslında o insanın tükenmesiyle sonuçlanacak yolun başlangıç ve bitişinden baka bir şey değildir. İnsan üretmeli, ürün olmamalıdır. İnsan üreterek, kendine ve insanlara faydalı olarak fıtratının gereğini yapmalı. Başkalarının ilgisini beklemeksizin bunları yapmak, bunun üstünde kendisini çeşitli kabiliyetler ve imkânlarla bezeyen Yaradana karşı sorumluluk bilincini taşımak, iç huzurun ve insanî dengenin temeline ulaşabilmenin aracıdır. İlgi göstermese de yapılmasında fayda olanı yapmak erdem, hiç faydası olmayanı sadece ilgi göstersinler diye yapmak ise riyadır. İnsanı alçaltan, tüketen bir fiildir.

Sosyal medya ağlarının içinde fayda üretmek tabii ki mümkün ve günümüzde elzemdir. Bunun en güzel ve doğru yolunu bulmak da aklı doğru kullanmakla ilgilidir. Bilinci açık ve köleleşmemiş herkesin, zamanın önüne koyduğu iyi ve kötü şeyleri ayırması, uzak durup uyarması ve mümkünse engellemesi, güzel ve hayırlı olanı yapmakta ise birbiriyle yarış içinde olması beklenir. İnsanı modern köleler hâline getiren yapılardan kurtarmak önemli bir vazifedir. Çünkü insan üreteceği yerde ürün hâline gelirse tükenir.