Samimiyetin adı: Şehit Muhsin Yazıcıoğlu

“Ruh bir saniyeliktir. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur.”

TÜRKİYE’nin temiz sayfalarından biri olarak duruşu Anadolu, yüreği samimiyet dolu, hesap adamı değil gönül adamı olan, “İnanmadığım yolda milyonlarla yürüyeceğime inandığım yolda tek başıma yürürüm” diyerek dâvâsına sahip çıkan, içindeki bayrak ve vatan sevdasını “Bu bayrak öyle bir bayraktır ki, içinde vatan vardır, dökülen kan vardır, iki cihan vardır, din vardır, iman vardır” sözleriyle yansıtan, yakın çalışma arkadaşları tarafından “Onun bize verdiği en güzel ödül, tebessümüydü” ifadesiyle anlatılan, darbe süreçlerinin çalkantılı dönemlerinde eğilmeden, dik durarak, “Namlusunu milletine döndürmüş tanka asla selâm durmam!” diyerek cesurca çıkış yapan, kendisine ulaşan herkesin dertleriyle hemdert olan, ahde vefasıyla bilinen, istişareyi hayat düsturu hâline getiren, dâvâsı uğrunda yürürken “Önümüzde iki seçenek var: Ya ibret almayanlar gibi tarihin tekerrürüne seyirci kalacağız ya da bu ezberi bozacağız. Bizler ikinci yolu seçiyoruz” diyerek kutlu yolda ilerleyen, hayatta iken bir şiirinde dile getirdiği “Ey Sonsuzluğun Sahibi, Sana ulaşmak istiyorum” dizesini adeta bize anımsatarak hazin bir kış günü tertemiz beyaz karlara bürünüp Hakk’a yürüyen, 1954 Sivas Şarkışlalı Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nu anlatacağız bu yazımızda.

Elli dört yıllık ömür sermayesinde binlerce gönül kazanan ve hâlâ dualarımızda olan rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nu, bazen yakın çevresinden, bazen de yakın çalışma ekibinden anılarıyla sizlerle paylaşmış olacağız. Öncelikle sevgili dostu Ahmet Er ile başlıyoruz yazımıza.

Bir seçim gezisinde Anadolu insanının ferasetini ve yüksek ahlâkını yansıtan bir hatırasını paylaşır bizimle Ahmet Er ve şöyle der: “Seçim için çıktığı Anadolu seyahatlerinden birinde, Kırkağaç ilçesine bağlı Karakurt köyüne uğramıştık. Kahvede ayakta konuşma yapıyor, köylüler de sükûnetle dinliyorlardı. Konuşmasına başlamadan, yaşlı bir köylü söz alarak, ‘Evladım Muhsin, sen hiç kendini yorma, burada vakit geçirme, başka yerlere git, biz seni tanıdık’ dedi. Rahmetli, ‘Ne oldu, nasıl tanıdınız?’ deyince, aynı şahıs, ‘Dikkat ettim, suyu sağ elinle aldın, ayakta idin oturdun, dudağın kıpırdadı, demek ki besmele çektin ve suyu üç yudumda içtin. Bu bize yeter!’ dedi. Bu hatıra, aslında Muhsin Yazıcıoğlu’nun Anadolu insanının bir parçası olduğunun bir göstergesidir.”

Yakın çalışma ekibinden kendisini dinlediğimizde, onun samimiyetini bir kez daha yakından görmüş oluyoruz. Bu bayrak altında yaşayan ve bu vatana hizmette bulunan herkese gönülden bir anlayışla yani Anadolu irfanıyla yaklaşmıştır rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu. Bunun yakın şahitlerinden olan ve bir dönem de şoförlüğünü yapan Lokman Çınar’dan dinleyelim bir de rahmetliyi:

“Kış ayıydı, gece geç saatte programdan eve dönmüştük. Binanın otoparkına girmedim, caddede durdum. Caddeden binaya girerken polis noktası vardı. Genelde bizi polis arkadaşlar karşılardı. O gün polis arkadaş yorgundu, herhâlde uyuyakalmış. Koruma arkadaşla ben, polise bir şey diyecek diye beklerken, döndü bize, ‘Çocuklar, hava soğuk, polis arkadaşın üstünü örtün, üşümesin’ dedi. Koruma arkadaşla birbirimize baktık, sonra polisin üstünü örtmeye gittik. Polis uyandı, konuyu anlatınca o da şaşırdı.”

Çocukluğunda eğitim hayatını devam ettirebilmek için kilometrelerce yol yürüyen Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun gençliğinde de kederli bir yolculuğu olmuştur. 80 İhtilâli’nin derin yaraları birçok genç gibi kendisini de sarmıştır. Gencecik delikanlı çağında, henüz 26 yaşında iken, tam 7 buçuk sene, hakkında hiçbir yargı kararı dahi olmadan “tutuklu” olarak zindanlarda yatmış, üstelik bunun 5 buçuk senesini 2 buçuk metrekarelik bir hücrede geçirmiştir.

Bu hüzünlü sürece yakından şahit olan kardeşi Yusuf Yazıcıoğlu, rahmetlinin yakalandığını gazeteden öğrendiğini, hemen onu aramaya koyulduğunu ve 25 gün hiç göremediğini, bunun üzerine Kenan Evren’e kadar gidip bizzat dilekçe verdiğini, ertesi gün dilekçesine verilen cevapla kardeşinin Mamak Cezaevi’ne çıkarıldığını bir dergiye verdiği röportajla bizlere aktarır.

Rahmetli Yazıcıoğlu’nun hayatının en karanlık dönemlerinden biri olan Mamak Cezaevi’ndeki bu döneme ayrı bir parantez açmamız gerekir. Bu kasvetli ve kederli hava birçok kişinin hapislere düşmesine, ayrıca birçok faili meçhul ölümlere de sebep olmuştur. Nitekim bu süreçte bu puslu havayı sezen birkaç yakını tarafından kendisine, ortalığın karışacağından dolayı ihtilâl sonrası yurt dışına çıkması tavsiye edilir. Vefasıyla bilinen rahmetli, “Arkadaşlarımız idam edilirken, onlar işkence görürken yurt dışına çıkmam doğru değildir” der ve bu teklifleri geri çevirir.

Mamak Cezaevi’nde geçen her saniye, tabiri caizse bir ömre bedel olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek’in bir şiirinde de ifade ettiği gibi, “Zindanda dakika farksızdır aydan”. Geçen her dakika, yapılan zulümlerle ağır ağır geçmiştir. Aslında rahmetlinin Ankara 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 12 Eylül Dâvâsı dosyasına eklenen “Yazıcıoğlu” imzalı ve “Şahsıma Yapılan İşkence” başlıklı dilekçesi, cezaevinde yaşanan bu dramı bizlere tüm açıklığıyla gösterir:

“Selânik Caddesi’nde bulunan evimden emniyet mensuplarınca alındım. Mamak Askerî Cezaevi’ne yaklaştığımızda gözlerim kaşkolümle bağlandı ve arabanın içinde dövülmeye başlandım. Soyum sülâlem de katılarak, sözle de her türlü hakarete maruz kaldım. Mamak’ta getirildiğim yerde, seslerinden tanıyorum, aynı kişiler hiçbir şey sormadan tartakladı. Kafam yarıldı, burnumdan ve ağzımdan kanlar akarken yere yatırılıp cereyana tâbi tutuldum. Sonra da kollarımın üstüne konan bir kalasa sarılarak yukarı asıldım. Yumruklandım. Yaralarım iyileşene kadar bekletildim. İşkence yapılmadan ifadem alınabilirdi. Ama hırs ve kinle işkence yapıldı.

İsteğim: Kanunlarımıza göre suç olan işkenceyi yapanlar hakkında dâvâcıyım. Sorguda savcı, belirtmeme rağmen kayda geçmemiş ve ifademin içinde işkence iddiama yer vermemiştir. Şikâyetimin sonradan yapılması istenmiştir. Aradan 13 gün geçmesine rağmen dış belirtiler cezaevi doktoru tarafından tespit edilmiştir.

Gereken işlemin yapılarak dâvâ açılmasını saygılarımla arz ederim.” (19.02.1981, Muhsin Yazıcıoğlu, Mamak Askerî Cezaevi B-Blok 5. Koğuş.)

Mücadelesinde doğru bildiği yoldan ayrılmayan, bu yolda da kimseye minnet etmeyen Şehit Yazıcıoğlu, aslında 41 yıllık mücadele hayatını şöyle özetler bizlere:

“Şimdi bakın, yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiçbirimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani ruh bir saniyeliktir. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim.”

Nitekim ömrü boyunca bu düsturla adım attı. Rehberi doğruluk ve samimiyet üzerine oldu. Yaşamında dik durdu ve doğru ilerledi. Bundan dolayıdır ki, vefatı tüm Türkiye’yi büyük bir hüzne boğdu. Onun için ölüm ayrılık değil, vuslata ermeye vesileydi. Öyle ki, “Ölüm inançsız insanlar için korkunç bir sondur ama inananlar için ne kadar zevkli bir başlangıçtır” sözünü yaşarken dile getirmişti.

Tüm Türkiye, 25 Mart 2009 tarihinde hüzne ve derin bir kedere boğuldu. Kahramanmaraş mitinginden Yozgat Yerköy mitingine hareket etmek üzere, rahmetlinin içinde bulunduğu bir helikopter, bilinmeyen bir sebepten dolayı düştü. Kazadan 48 saat sonra helikopterin enkazı ve Muhsin Yazıcıoğlu dâhil 6 kişinin naaşı, arama ekipleri içerisinden 17 gönüllü civar köylüsü tarafından Keşdağı Kurudere Kanlıçukur mevkiinde bulundu.

Memleket ve vatan sevdalısı bir Anadolu ârifi daha bu âlemden göçtü. Bu hüzün dolu vefattan sonra rahmetlinin “Üşüyorum” adlı şiiri gönüllerde ve dillerde yerini aldı: “Bir coşku var içimde bugün/ Kıpır kıpır/ Uzak, çok uzak bir yerleri özlüyorum/ Gözlerim parke parke taş duvarlarda/ Açılıyor hayâl pencerelerim/ Hafif bir rüzgâr gibi süzülüyorum//…// Huzur dolu içimde/ Ben sonsuzluğu düşünüyorum/ Ey Sonsuzluğun Sahibi/ Sana ulaşmak istiyorum/ Durun, kapanmayın pencerelerim/ Güneşimi kapatmayın/ Beton çok soğuk, üşüyorum...”

Rahmet ve özlemle güzel insan Muhsin Yazıcıoğlu...