Sami Özkurt: Hamburgerin pabucunu dama atan adam

Sami Özkurt’un hikâyesi büyük bir başarı hikâyesi olduğu için yazılmadı sadece, kazandığının önemli bir kısmını fakir fukara ve yetim öksüzü doyurmaya ayırdığı için de yazıldı. Ve üçüncü bir sebepten de: Türk gençliğini, fast-foodlarda hamburger ve pizza tiryakiliğine karşı sulu yemekle, gelenekle korumak, aslını, özünü unutturmamak…

ONUN adını ilkin eşimden duymuştum: “‘Bahadır’ diye bir yer açıldı. Tam senlik! Lezzetli ve bol… Üstelik de ucuz!”

Pek kulak asmamıştım. Şehrinde misafir gibi yaşayan biriydim zira. Ayın yarıdan fazlasını yazarlık dersleri, söyleşiler, imza günleri, edebiyat etkinlikleri, danışmanlıklar ve seyahatlerde geçiriyordum. Sonra sonra bir gün, Adapazarı’nın yaşayan delikanlı başı Rahmi Sak, üç arkadaş, bizi Bahadır’a yemeğe götürdü. Muhabbet, mekân, lezzet; birinci sınıftı her şey. Hem de eşimin dediği gibi bol boldu. “Kim bu Bahadır?” diye sorduğumda, “Girişimci bir arkadaşım, fakir fukara dostu” diye cevapladı bizim Rahmi. Ve ekledi: “Şehirde bunun gibi beş altı işyeri daha var Sami’nin.”

Girişimciymiş. Bu tarafı beni pek ilgilendirmiyordu. Beni ilgilendiren, “arkadaşım” ve “fakir fukara babası” tarafıydı. Zira Rahmi herkesle arkadaş olmazdı öyle. Seçiciydi. Kendisi gibi “delikanlı ve merhametli adamları” severdi.

Meraksızımdır. Oluruna bırakırım her şeyi. “Nasipse bir gün tanışırız” diye geçirdim içimden. Uzaktan da takip etmeye başladım. Gün geldi, arkadaş olduk Bahadır’la. Yine Rahmi sayesinde. Rahmi’yle ona gele gide… Meğer kendi adı “Sami Özkurt” imiş. “Bahadır”, markasının adıymış. Onun da hikâyesi çok güzel, çok takdire değerdir. Anlatırım bir ara…

Kırk yıllık arkadaşını bana şöyle özetledi Rahmi: “Bizim Sami, çetin bir cevize benzer. Dışı çok serttir. Ama içi çok merhametli ve hayırsever…” Bu kadar güzel ve özet bir portre sözü kullanan Rahmi Sak’ı da kıskanmadım değil. Bizim alanımızda söz gezdirmesi ne güzeldir Rahmi’nin. Helâl sana vallahi aziz dost!

***

Sami, Trabzon göçmeni bir ailenin çocuğu. Trabzon Akçaabat Acısu köyünden 1950’lerde Adapazarı Kuyudibi’ne göçen bir ailenin evladı. Babası Muhammet yani Mehmet Amca, annesi Lütfiye Teyze. Babadan çiftçi Temel’in torunu. Anadan Ali Osman Hoca’nın… “Ali Osman Hoca” dediysem, tam hoca, öyle böyle değil! Hem köyün öğretmeni, hem hâfız, hem köyün imamı. Hem de yirmi sekiz sene köyün muhtarı. Muhtar oğlu muhtar...

Dayı tarafı, Adapazarı’nın bilinir ailelerinden. Bilinir ve sevilir. Avukat Selçuk Gedikli öz dayısı meselâ. Kayhan öğretmenin yeğeni… Annesinin küçükleri… Gazeteci Erkal Gedikli de dayıoğlu.

1971’de, PTT’de telgraf memuru Mehmet Bey ile ev hanımı Lütfiye Hanım’ın dört kız ve bir oğlandan sonra altıncı ve son çocuğu olarak Adapazarı Bakkallar durağında doğar bizim Sami Özkurt. Mahalle arasında güzel bir çocukluk… Küçük yaramazlıklar, şunlar bunlar…

Yenicamlidir Sami. Yani biraz bıçkın, biraz afacan, biraz hareketli. Mustafakemalpaşa İlkokulunu ve Ali Dilmen Ortaokulunu bitirir. Aile yönlendirmesiyle I. Endüstri Meslek Lisesi torna tesviye bölümünden mezun olur. Ama öğleden sonraları, hafta sonları ve yaz tatillerinde Tozlu Camiî çevresindeki toptancılarda takılır. Kâh kâtiplik, kâh hamallık, kâh üç tekerlekli bisikletle mal taşıyıcılık vesaire… Piyasayı, hayatı, parayı orada tanır. Emeği, emekçiyi, emekçiliği yaşar.

***

Bahadır eniştesi de, Melahat ablası da bankacıdır bu arada. Bahadır eniştesi, Çıracılar’da bir bilardo salonu açar. Sami de ona yardım eder boş zamanlarında. İşi öğrenir. İnternet kafe furyası vardır o sıralarda. Eniştesiyle birlikte Bahadır Bilardo’yu büyütürler. Yarı bilardocu, yarı internet kafecidir artık Sami.

Devlet memuru baba Mehmet Özkurt’un en büyük arzusu, çocuklarının sabit bir gelirinin olması, birer devlet dairesine girmesidir. Nitekim büyüklerin zorlamasıyla Başak Traktör Fabrikasına işçi olarak girer. Dört yıl düzenli ve sistemli çalışır. Başarılıdır, mutludur, ama felek onun daha çok işçi kalmasına müsaade etmez. Tayyip Erdoğan’ın yeni Başbakanlığı döneminde Devlet, Başak Traktör’ü özelleştirir, kamu işçilerini de okullara kademe/hizmetli olarak gönderir. Bizim Sami’nin nasibine de Arifiye Neviye İlköğretim Okulu hademeliği düşer. Sami bir altındaki Mercedes otomobiline bakar, bir okuldaki süpürgeye. Basar istifayı, gelir Bahadır Bilardo’ya.

Akşam durumu öğrenen Kenan Bahadır enişte, “Samiciğim, gözlemlerime göre sen emir altında çalışamayacaksın. Sana bu dükkânı hediye ediyorum” der. Bu alicenaplık karşısında Sami Özkurt, kalan ömründe açacağı her işyerine bir vefa ve minnet göstergesi olarak “Bahadır” ismini verecektir.

***

Kenan Bahadır eniştenin oğlu Şeref, akıllı, zeki, çalışkan çocuktur. İstanbul’da bilgisayar mühendisliği okumaktadır. Ne hikmetse son sınıfta okulu terk eder. Bu kez Sami ona, “Yeğenim, sen bilgisayardan anlıyorsun, ben işletmecilikten; gel, beraber seninle Türkiye’nin en büyük internet kafesini kuralım” der. Kurarlar da. 350 makinalı Türkiye’nin en büyük internet kafesini işletirler. Bir, iki, üç… Derken işyerleri ve çalışanları fazlalaşır. Çok iyi gitmektedirler.

***

Yıl, 2009’dur. Bir gün Sami Özkurt bir haber görür, beyninden vurulmuşa döner: On sekiz çalışanına her gün yemek aldığı ünlü yemek firması, at-eşek eti kesen firmalar arasındadır.

O günü şöyle anlatır Sami: “Anladım ki, halkın sağlığı büyük tehlikede. Bu çakalların elinden milleti kurtarmak lâzım. Ne yapabilirim? Bir kilo pirinç aldım. Eve gittim. Hanıma pişirttim. Tam tamına on altı porsiyon çıktı. Maliyetini hesapladım; pirinç, yağ, su, ateş, şu bu… Otuz beş kuruş! Piyasada üç buçuk liraya satılıyor. Uf! ‘Bu da bir soygun!’ dedim. Ve lokanta açmaya karar verdim. Yine Kenan enişteme saygıdan ‘Bahadır’ adıyla tabiî... Pilav tabağını bir liradan satarak… Çorba bir lira, tatlı bir lira, pilav bir lira, içecekler bir lira… Çark Caddesi Ambarlı Sokakta ilk dükkânı açtım. Verdiğimiz bütün yemekler piyasanın üçte biri fiyatına. Amacım fakir fukaraya sulu, kaliteli, uygun fiyattan ev yemekleri sunmak. Özellikle de öğrencilere…”

O gün bugün, ana hatlarıyla ev yemekleri satan Sami Özkurt, geçen on üç yıllık süreçte on bir işyeri ve yüz seksen çalışana ulaşır. Ana ilkesi bellidir: Halka lezzetli ve ucuz, geleneksel yemekler yedirmek.

Şahidiz zinhar. Bunu da başarmıştır.

***

Bir gün ulusal bir kanala haber olur yaptıkları. Oradan çağrıda bulunur: “Türkiye’nin neresinde olursanız olun, benzer işi yapmak isteyenler gelsin, ücretsiz eğitim vereceğim. Bu sistemi yaygınlaştıralım.”

Sami Özkurt’un bu çağrısı yankı bulur. İstanbul, Ankara, Kayseri, Maraş, Kastamonu, Rize, Bolu, Antalya, Urfa, Çorum… On kadar şehirden girişimciler, aşçılarını alıp bir haftalığına Adapazarı’na gelirler. Sami Özkurt, onlara bir hafta ücret almadan dersler verir. Dönerler şehirlerine, benzer yöntemle onlar da açarlar. Bir de istirhamları vardır: “İşyerimizin adını da sen ver lütfen!”

“Altınkepçe”, “Altınkaşık”, “Altıntabak” isimlerine rastlarsanız, biliniz ki Sami Özkurt sayesindedir. Özkurt, “Âlimler bilginin de zekâtı olduğunu söylerler. Ben de zekâtımı, tecrübemi paylaşarak verdiğime inanıyorum” diyor.

***

On bir ayrı iş yerinde yüz seksen personelle günde ortalama dokuz bin kişiye yemek yediren yatırımcı Sami Özkurt’a başarısının sırrını sordum, “Üç şey” diye açıkladı: “Bir: Bankaya girmem, kredi kullanmam; faiz bulaştırmadım işime. Bu da bana bereket getirdi. İki: Müşteriyi hiç kandırmadım. Bütün malzemelerim sıhhatlidir. İnsan sağlığına zarar veren, kendi yemediğim hiçbir malzemeyi kullanmadım, kullanmam. Üç: Yemek piyasası, her maliyeti koyduktan sonra yüzde yüz kârla çalışır. Ben yüzde yirmi kâr oranıyla çalışıyorum. Yani fiyat felsefem şöyle: Cumhuriyet Savcısının eşi ve arkadaşlarının yan masasında belediye işçisi de ailesini alıp yemek yemeli. Şükür, bunu da başardım.”

Şimdi bir hayâli var ellisine basan bu yakışıklı delikanlının: Bir vakıf kurmak ve yetimleri, öksüzleri bulup bu mesleği öğretmek, onları eğitip işyeri sahibi yapmak. Onlarla beraber seksen bir ile açılmak.

Ne diyelim, Allah muradına eriştirsin Sami kardeş!

Son bir söz: Sami Özkurt’un hikâyesi büyük bir başarı hikâyesi olduğu için yazılmadı sadece, kazandığının önemli bir kısmını fakir fukara ve yetim öksüzü doyurmaya ayırdığı için de yazıldı. Ve üçüncü bir sebepten de: Türk gençliğini, fast-foodlarda hamburger ve pizza tiryakiliğine karşı sulu yemekle, gelenekle korumak, aslını, özünü unutturmamak.

Özetle, Sami Özkurt’un direnişi, hamburgere karşı kuru fasulye-pilavın direnişidir. Bunu da başarmıştır, el-hak!

Sami Özkurt, hamburgerin pabucunu dama atan adamdır. Böyle biline!