Salyangozun kilosu kaça?

Bütün bunlar, bu zihniyet muhalefetteyken yaşanıyor. Varın, bir de iktidar olduklarını hayâl edin! Dine karşı -en hafif tabiriyle- “mesafeliler” diyeceğim ama maalesef dertleri sadece Müslümanlarla ve İslâm’la. Hıristiyan, Yahudi yahut Budistlere yönelik tek eylem veya söylemlerini bulamazsınız. Allah var, bu konularda sicilleri tertemizdir, çizik bile yok…

İŞLERİNİ severek yapıyorlar; salyangoz satıyorlar.

Üstelik Müslüman mahallesinde, hatta Fatih Camiî’nin avlusunda.

Keyif alıyorlar yaptıkları işten. Göstere göstere, hoyratça yapıyorlar bunu. Canına tak eden bir Müslümanın tezgâhlarını dağıtmasını bekliyorlar sanki. Asıl tezgâh bu belki de!

Oysa aynı tezgâhta, seçim öncesi takkeler, misvaklar, hacı yağları, tespihler vardı.

Anladınız işte…

Seçime kadar o cami senin, bu cami benim dolaşanlar, Yasin-i Şerifler okuyanlar, hattâ “Sokaktan kaldırsınlar cenazemizi be Ahmet! Yıllarca dinsiz yaşa, sonra git, dinî ritüellere boğul” diyen Dörtte Bir Canan’la birlikte kabir başlarında el açanlardı bunlar.

Hattâ -gülmeyiniz ama- liderleri de Seyyit idi galiba.

Yazın karpuz, kışın balık satan tezgâhlar gibiler. Balık mevsimi sona erdi, biz size karpuz verelim.

Seçim bitti, kel göründü. Zira takke zoraki duruyordu zaten kafada. Şimdilerde gün geçmiyor ki yeni bir rezillikle karşımıza çıkmasınlar.

Hangi birisini sayayım, bilmiyorum ki.

En son İzmir’de ney mûsikîsi eşliğinde dönen yarı çıplak semazeni de gördük. “Döngüsel kültür”müş anlatmaya çalıştıkları. Tabiî biz cahil yobazlar anlamayız döngüselliği de, kültürü de. Anlam veremedik hâliyle dansla anlatmaya çalıştıklarını.

Bıldır da İstanbul Büyükşehir Belediyesi, alternatif Şeb-i Arus etkinliği düzenlemiş, Türkçe Kur’ân tilâveti ile birlikte kadın ve erkek semazenleri aynı sahnede döndürmüştü.

O da sanırım “dönengeçli önengeç” idi. Tabiî onu da anlayamamıştık.

Önceki hafta Edremit’in kurtuluş günü için ilçe belediyesi ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği tarafından tertip edilen ilkokul müsameresinde de zincire vurulmuş çarşaflı bir kadını efeler kurtarmış, böylece Yunanlara iyi bir ders verilmişti.

Çarşafın içinden çıkan çağdaş Türk kadını, Atina’da çok büyük şaşkıntı ve ürküntü meydana getirmişti. Öyle böyle değil hem de!

Ayasofya Camiî’nin yeniden ibadete açılmasına karşı gösterdikleri direnci dün gibi hatırlıyoruz, öyle değil mi? Neler söylemediler ki?

Hattâ İstanbul şeyisi de, “Ayasofya’nın açılmasına gerek yok. İstanbul’un daha büyük problemleri var” diye bizleri uyarmıştı.

Otobüslerin, metroların, metrobüslerin, İSKİ’nin, İSPARK’ın, denizlerin, derelerin, Haliç’in hâlini görünce yeni yeni anlıyoruz Ekremciğimin ne demek istediğini. Büyük problemlerimiz var gerçekten.

Hattâ, “Sultan Ahmet Camiî de müzeye dönüştürülmeli” diyenler bile çıktı. Neden? Çünkü o “şeyler” insanlığın kültürel miraslarıymış. Bak sen!

Taksim Camiî’nden hiç bahsetmeyeyim. Taksim’de, Beyoğlu’nda yeniden İngiliz ve Fransız askerleri görseler bu kadar rahatsız olmazlardı herhâlde.

Geçenlerde CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ı da tek kişilik bir stand-up gösterisinde seyrettik. Çok komik şeyler anlattı. Ama sıkıntı şu ki, tek gülen kendisi idi.

Bir gün başörtülü (bu detay önemli tabiî) bir bayan kendisine gelip, çocuğu olmadığı için yardım istemiş. Tanjucuğum da, “Ben size bu konuda nasıl yardımcı olabilirim ki?” demiş. Fıkra bu kadar. Ha ha ha!

Tabiî böyle soruları çağdaş Türk kadını sormaz. Sorarsa, ille de bir başörtülü olmalı bu figür.

Daha böyle onlarca örnek var yakın geçmişte.

Valsler, sirtakiler, cami saldırıları, müezzin darpları, mübârek Ramazan’da LGBT yürüyüşleri, Ferhan Şensoy’un cenazesinde söylenen sözler… Say sayabildiğin kadar!

Bütün bunlar, bu zihniyet muhalefetteyken yaşanıyor. Varın, bir de iktidar olduklarını hayâl edin!

Dine karşı -en hafif tabiriyle- “mesafeliler” diyeceğim ama maalesef dertleri sadece Müslümanlarla ve İslâm’la. Hıristiyan, Yahudi yahut Budistlere yönelik tek eylem veya söylemlerini bulamazsınız.

Allah var, bu konularda sicilleri tertemizdir, çizik bile yok.

Ayrıca bu salyangoz satıcılarını eleştirmek biz “yobazların” ne hâddine?

Onların İslâm’la, Müslümanlarla ne problemleri olabilir ki? Onların da anneleri, anneanneleri başörtülüydü. Babaları, dedeleri sekiz on kez hacca gitmişti.

Hattâ kimileri günde yetmiş yerde iftar açıyor, her gün 40 rekât teravih bile kılıyor. Yerseniz artık!

Armut her zaman dibine düşmüyor demek ki.

Yahu birader, alacağım yok da, meraktan soruyorum. O salyangozun kilosu kaça?

Kalınız sağlıcakla efendim...