2020, sanırım dünya için “yeni Koronavirüs” senesi olacak.
Çin’de başlayıp tüm dünyaya hızla yayılan yeni Koronavirüs, bütün dünyayı yeni bir değişim ve dönüşüme zorlamaktadır. Öldürücü etkisi o kadar olmasa da sosyal etkileri itibariyle tüm dünyayı daha önceki salgın virüslerden (SARS, MERS, Ebola, Zika vb.) daha fazla sarsmaktadır.
Türkiye üzerinden meseleye baktığımızda, yeni Koronavirüsün memleketimizde oldukça enteresan manzaraların ortaya çıkmasına sebep olduğunu görebiliyoruz. Virüsle birlikte ortaya çıkan bu manzaraların sosyolojik olarak analiz edilmeye değer yönleri bulunmaktadır.
***
Malûmunuz olduğu üzere, ülkemize virüsün gündemi, kendisinden erken geldi. Uzak Doğu’dan sonra İran, Irak, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerde vakalar görülmeye başlayınca, Türkiye’de hâlâ virüsün görülmemiş olmasına insanlarımızın bir kısmı inanmadı. Sağlık Bakanı sık sık, “Yeni Koronavirüs vakasına rastlanmamıştır” şeklinde açıklamalar yapmak zorunda kaldı. Ama bu açıklamalara, “Bizde virüs yok, he he”, “Kim inanır buna?!” şeklinde tepkiler verildi.
Virüslü vakanın çıkmamış olmasına canı sıkılan veya virüs olmadığına inanmayan kesimlerin içinde bulunduğu psikoloji, incelenmeye değer ilk manzaradır.
Bununla ilgili akılda kalıcı ilk veri, 26 Şubat’ta Şirin Payzın isimli gazetecinin Twitter üzerinden attığı şu mesaj oldu: “İst. Havaalanı’nda Corona salgınına dair hiçbir önlem yok. İtalya’dan geliyorum. Salgında üçüncü ülke. Ne kontrol yapıldı, ne görevliler maskeli. Ekranda saçma sapan konuşanları dinleyip kelle paça yiyoruz bize bişey olmaz mı diyor yönetenler?”
Sağlık Bakanı ise yine Twitter üzerinden Şirin Payzın’a verdiği, “Şirin Hanım, termal kamera taramasından geçişinizi gösteren görüntüleri izin verirseniz buradan paylaşabilirim. Sizi iyi görünce zahmet vermedik :)” cevabıyla virüsü ciddîye aldıklarını ve gerekli tedbirlerin uygulandığı mesajını veriyordu.
***
Türkiye’de ilk vaka 11 Mart’ta görüldü. Sağlık Bakanı gece yarısı yaptığı açıklamalarla test sonucu pozitif çıkan bir vatandaşımızın olduğunu kamuoyuyla paylaştı. Arkasından bir kişi, sonrasında üç kişi, en son bir kişi tespit edildi ve bu yazının yazıldığı saatlerde vaka sayısı altıya ulaştı. Okullar tatil, toplu etkinlikler iptal edildi ve yeni Koronavirüsü daha yakından hissetmeye başladık.
Sağlık Bakanlığı’nın yeni Koronavirüsle ilgili yaptığı çalışmalar toplumun çoğunluğu tarafından takdirle karşılandı. Beş kişilik bir Bilim Kurulu oluşturulması, kamuoyunun sürekli bilgilendirilmesi, sınırlarda alınan önlemler, bazı ülkelere uygulanan seyahat yasakları, hastanelerde gerekli hazırlıkların yapılması ve diğer kurumlarla yapılan işbirlikleri, kriz yönetiminin rasyonel bir şekilde yönetildiğini gösteriyor. Bu da dikkat çekilmesi gereken başka bir manzaradır.
***
Yeni Koronavirüsle birlikte ülkemizin geleneksel ve yeni medyasında “uzmanların”, toplumun algılarını önemli derecede etkilediğini gördük. Bu da analiz edilmesi gereken başka bir konudur…
Sağlık Bakanı, Sağlık Bakanlığı’nın oluşturduğu Bilim Kurulu ve bazı hekimler daha çok konunun resmî tarafında yer alırken, aykırı görüş sergileyen uzmanlar da kamuoyunu meşgul etti.
Bazı uzmanlar kelle paça çorbasının iyi geldiğini, bazıları test yapılsa toplumun büyük bir kesiminin enfekte olduğunun görüleceğini, bazıları Türk ırkının genetiğinin bu virüsün yayılmasına uygun olmadığını, bazıları ilâç pazarı oluşturulmak istendiğini öne sürdü.
Tıbbî açıklamalar dışında da birbirinden farklı uzman görüşleri ortalıkta dolaşmaktadır. Bunun bir biyolojik savaş olduğu, ekonomik olarak bazı ülkelerin çökertilmek istendiği, küresel anlamda bütün ülkelerin dijitalizasyona zorlandığı, yaşlıların etki ve yetkilerinin ellerinden alınmasının amaçlandığına dair iddialar dillendirilmektedir.
Birbirleriyle çelişen ve çatışan bu “uzman” görüşleri dalga dalga toplumu da etkilemektedir. Artık herkes, kendisine inandığı bir uzmanın peşinden gitmektedir.
***
Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulan Bilim Kurulu’nda hekimlerin yanında işin sosyal etkileri konusunu takip edecek bir sosyal bilimcinin bulunması uygun olurdu.
Toplumun içerisine girdiğimizde üç tür bir gruplaşma ortaya çıkmaktadır:
İlk grupta, meseleyi hafife alanlar bulunmaktadır. “Bize bir şey olmaz” havasındadırlar veya bu işin fazla abartıldığını düşünmektedirler.
İkinci grupta, bu grubun tam karşı noktasında yani meseleyi çok ciddîye alanlar, panik ve korku içinde yaşayanlar vardır.
Üçüncü grup ise, bu iki uç noktanın arasında kalıp aklıselimle hareket edenlerden oluşmaktadır.
***
Yeni Koronavirüs memlekette ciddî bir mizah ve edebiyat oluşmasına da vesile olmuştur. Bununla ilgili sosyal medyada yayınlanan görseller, uyarlamalar, sözler ve şiirler, gerçekten edebiyatçıların alâkasını celp edecek muhtevalara sahiptir. Bunlar toplumun bu problemle mücadele ederken moral ve motivasyonu yüksek tutmak açısından da önemlidir.
Ancak dezenformasyona sebep olan, manipülatif bilgiler içeren, meseleyi ya da yapılan çalışmaları küçümseyen mizah ürünleri, bu hastalıkla mücadeleye zarar verebilmektedir.
Türkiye’de vaka sayısının artmasıyla kolonya, tuvalet kâğıdı, makarna, maske satışları arttı ve bunlar üzerinden fırsatçılar çıktı. Bu da farklı bir psikoloji olsa gerek; sanki bir daha alışveriş yapmaya fırsat bulamayacağımızı düşünüyoruz. Ya da herkes alırsa bize kalmayacağını zannediyoruz…
***
Son olarak, herkesin “Koronalı” diye damgalamasından çekinildiği için başka insanların yanında hapşırmak ve öksürmek zorlaştı. Teması azaltma tavsiyelerine rağmen insanlarımız hâlâ tokalaşmayı bırakamadı.
Temizlik ve hijyen hassasiyeti çoğaldı; çamaşır suyu, deterjan, kolonya kullanımı arttı.
Görüldüğü gibi, bir virüs dünyanın seyrini ve hâliyle günlük hayatımızı değiştirmeye ve dönüştürmeye devam ediyor. Daha ne kadar ilginç günler göreceğimizi bilemiyoruz. Ama devletin olduğu kadar vatandaş olarak bizim de üzerimize düşen vazîfeler var. Herkes üzerine düşeni yaptığı takdirde, bu tür salgınları en az zararla atlatabileceğiz.