BİR insan ve
işin değerini en iyi kişinin yakın çevresi ve bu işle ilgili kimseler bilir,
anlar ve takdir eder. Yakın çevrenin insanı anlamasında en önemli etken,
kişinin verdiği emeğe şahit olmasıdır. Aynı işle uğraşan fakat birbirleriyle
tanışmayan insanlar da birbirlerini anlar; işin kolay ve zor yanlarını
bilirler.
Burada anlayış ve idrakin yüksek
olması, mikro ölçekteki bireysel eyleme fiilen şahit olunmasıdır. Diğer bir
ifadeyle, alın teri dökerek ve emek harcayarak çalışmak, Anadolu irfanından her
zaman takdir almıştır. Madde ile mânâ, beden ile ruh, dünya ile ahiret
arasındaki hassas dengeleri en fazla gözeten toplumlardan biri Anadolu
insanıdır. İnsanın eline geçecek olan en kıymetli hazine, kişinin çalışması ve
alın teri kurumadan bunun takdir edilmesidir.
Farklı işle uğraşanların
birbirini anlamalarının azaldığı ve bazı meslek egolarının oluştuğu asrımızda,
tarih ile tarih bilinci atıl durum görünümündedir. Bunun en büyük nedeni, madde
ile mânâ, beden ile ruh, dünya ile ahiret arasındaki hassas dengeleri bilen
Anadolu insanının irfânî bakışının yok edilmek istenmesidir.
Anadolu insanının irfânî bakışını
yok etmek için hep can alıcı yere hançeri saplamaya çalıştılar. Hedefte eğitim,
öğretim, gençlik ve gelecek olmuştur. Asr hakkında söz söyleyecek Anadolu
insanından nefret eden Batı ve bunların işbirlikçileri, “cehaleti” bir silah
gibi kullandılar.
Günümüzde en büyük savaş “cehalet”
ile olmalıdır. Cehalet ile mücadele sadece formel olarak eğitim-öğretim görüp
“diploma” almak değildir. Kendi istediklerini dayatan Batı, onlara göre
polarize olmuş bir toplumu kolayca kristalize olmuş virüs şekline sokabiliyor.
Anadolu insanının madde ile mânâ, beden ile ruh, dünya ile ahirete dair denge ifadeleri Batı’yı kalbinden vuruyor. Bu nedenle de Anadolu’ya öncelikle eğitim, öğretim ve gençlik üzerinden saldırıyorlar. Bunu başaramadıklarında ise silahlı savaş hâline geçmekten hiç kaçınmıyorlar.
Para, mâkâm, şan şöhret ve arsa
prangalarından kurtulmaya çalışan Anadolu gençliği, Batı’nın hedefindedir.
Fikrî iktidarın önünde set gibi duran “Toplumda sadece siyâset ile bir yerlere
gelinir” rüzgârı başkalarının ekmeğine yağ sürüyor.
Suudi Arabistan ile Yunanistan’ın
tatbikatı kimseyi şaşırtmamalıdır. Suudi Arabistan Veliaht Prensi, Trump’un
damadı ve danışmanı Kushner’in en yakın arkadaşı değil midir? Bu arkadaşlık
sokakta çelik çomak oynama arkadaşlığı değildir.
Başkentinde (Atina) câmi olmayan
(sanırım şimdi yapılıyor) tek ülke Yunanistan ile Suudi Arabistan tatbikat
yaparken, son Halîfeliğin torunları olan Türkiye ile Suudi Arabistan’ın hangi
düzeyde olduğu manidardır! Bunun tek sorumlusu Suudi Arabistan’dır.
Yunanistan karasularını fiilen 12 mile çıkartmasının ardından, Suudi Arabistan savaş uçakları Yunanistan’a indi. Ekonomisi küçülen Yunanistan, tarihinin en büyük silahlanmasından birini yaparak savunma bütçesini 5 kat arttırdı.
ABD Bulgaristan’a askerî yığınak
yaptı. Bunlar yetmiyormuş gibi Fransa, İsrail, İtalya, BAE ve Almanya da destek
verdi. Çünkü Türkiye ile tek başlarına baş edemeyeceklerini biliyor ve
Türkiye’ye 18 yıldır diz çöktürmeye çalışıyorlar. Ermenistan üzerinden test ettikleri
Türkiye’nin geldiği nokta, Batı tarafından titizlikle takip ediliyor.
Yunanistan her 20 yılda bir
bizimle savaştı. Çanakkale’de okumuş neslimiz hedef alındı. Her 5-10 yılda bir
darbe yaptılar. FETÖ ve PKK/YPG ile okumuş neslimiz hedef alındı.
15 Temmuz’da başaramadıklarını
yeniden deneyecekler. Şimdilerde Ege, Akdeniz, Kıbrıs, Irak ve Suriye üzerinden
yapmaya çalıştıkları şey, 15 Temmuz’da yapmaya çalıştıkları şeyin tam da aynısıdır!
15 Temmuz’da topraklarımızı işgal edip Türkiye’yi 1071 öncesine döndürmek ve
güneyimizde terör devleti kurmak istiyorlardı. Şimdi de bir terör devleti kurup
Türkiye’yi işgal etmek istiyorlar. Papa sadece ve sadece bu iş için Irak’a
geldi. Nabız yokladı ve sözde “terör devletinin” pulunu basıp gitti. İnsan
düşünmeden de edemiyor. Acaba Papa, İstanbul’a gelmeseydi Irak’a gidebilir
miydi?
Papa’nın Irak’a gelişi, son
saldırı öncesi her şeyleriyle Batı’nın bu saldırının arkasında olduğunun anahtarıdır.
Saldırının iki aşaması var:
Birincisi plân ve proje, ikincisi ise fiilî eylem ayağı… Saldırının ilk ayağı
tamamlandı. DEAŞ/FETÖ/PKK/YPG ve içerideki işbirlikçiler her şeye hazırlandı.
Denizlerden kuşatıldık ve çevremize silah yığdılar. ABD ve uşakları Suriye-Irak
hattında askerî ordu gibi 50 bin askeri eğitti.
Şimdi ikinci ayak olan fiilî
saldırıya geçme aşamasındalar. Terör söylemlerini öyle tırmandırıyorlar ki dışarıda
savaş çıkartmak için impuls verirken, içeriden bazı sosyal dokular kaşınarak iç
savaş çığırtkanlığı yapılıyor. Batı, ufak bir kıvılcımda ülkeye müdahale etmek
için projektörü açık bekliyor.
Bazı olayların “siyâsî” kayıp ve
kazancı düşünülemeyeceği sürece girildi. İçerideki birileri “kanun” tanımaz
noktaya geldi. 15 Temmuz sonrasında ne olacaksa yine aynı noktaya gelenler;
eylemsizlik, dinamik ve etki-tepki sürecinin son kertesindeler. Papa bu işin
sadece dinî meşru yönünü ortaya koydu.
Türkiye, Mısır’la olduğu gibi
kıvrak ve yeni kuantum politikalar ile bütün sorunların üstesinden gelecek
donanıma sahiptir. Önemli olan, bunları ne kadar kullanabildiğidir.
Üstesinden geldiği her problemin
ileride karşısına çıkmaması için eğitim, öğretim ve gençliğin sisteme çok daha
fazla dâhil edilmesi gerekiyor.
25 yaşın, toplumun yüzde 60’ını
temsil ederken Meclis’te ne kadar temsil edildiği manidardır. Birileri 40 yaş
ve üzerinde ifade beyan etseler de aynı kişiler İkinci Mehmed’in 21 yaşında
İstanbul’u fethederek bin yıllık Bizans İmparatorluğu’na son vermesinden gururla
söz ederler. Demek ki nicelik değil, nitelik esastır. Tıpkı “İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın” ilkesinde olduğu gibi…
Gelecek, gençlik, eğitim, öğretim
ve nitelik üzerine yükselecek.