Salâ mûsikîsinde şehadete yürüyüş: 15 Temmuz 2016

O gece salâ sesleri arasında can veren nice insanımız var. Adları yâdları dualarımızdan düşmeyecek. Ömer Halisdemir’i, İlhan Varank’ı, Mustafa Cambaz’ı ve niceleri… Rabbim hepsinden razı olsun. Makamları âli olsun.

İMAN, vatan ve bayrak… Kıymeti ömürle biçilemeyecek raddede üç temel element. Bu değerleri baş üstünde taşımakla alınan nefeslerin şerefini muhafaza edebiliyoruz. Birini yok saymak, uğruna vermemek ve gözden çıkarmak, varlığın, ömrün ve ölümün dahi şerefine leke sürmekle eşdeğer. Bu üç element aşkın şahikası, şerefin şah damarı, namusun ve haysiyetin mahfazasıdır.

Ama ne var ki, pek çok insan üçüne de sahip koca bir ömrü tüketir de kıymetini anlamaya nefesi yetmez. Pek çok nefis, bu üçünden birinin yokluğunda imtihana tâbi tutulmadan ve uğruna hiçbir şeyini feda etmek durumunda kalmadan yaşar gider. Ama bazıları var ki, bu değerleri ve çok daha fazlasını hem kaybetmemek, hem de geleceğe taşımak için can verirler: Allah’ın seçilmiş kulları… İmanlı sineleriyle vatan uğruna can veren, kıymetli, rahmetli şehitlerimiz…

Türk-Müslüman toplumunun tarihi, şehitlerle bezenmiş bir umman. Maziye göz ucuyla bakan, her köşede şehadet şerbetini kana kana içen kursakları tanır; onları iman ve vatan yolunda coşkuyla uğurlayan yürekli ailelere selâm eder ve bugünü abâd eden bahadırları kalbî bir muhabbetle yâd eder.

Aklın girift yollarında devasa tabelalara isimleri yazılmış, kalbin en gizli odalarının duvarlarını süsleyen milyonla şehidin bir kervanını da 15 Temmuz 2016’da uğurladık. Öyle bir kervandı ki, genci de vardı, yaşlısı da; askeri de vardı, polisi de; işçisi, memuru, kadını, erkeği…

15 Temmuz 2016… 251 canımız şehadet makâmına erişti. Ama o gün tankların önünde duran, darbe girişimine geçit vermeyen, vatanı bir kez daha iç ve dış kurguların mağduru ve mahkûmu etmemeye yeminli binlerce vatanperver daha vardı. O gece, devletin ve milletin vücudu olsa el ele tutuştuğunun fotoğrafı çekilebilirdi. Farklı siyâsî görüşlerden insanlar, aynı vatanın paydaşı olduğunu en çok o gece fark etmiş, ayrık otlarının ayrı fikirler değil, ihanetle katran tutmuş kalpler olduğunu en güçlü şekilde o gece keşfetmişti.

O gece ocu, bucu, şucu yoktu. Sağcı, solcu, ortacı yoktu. O gün vatanını sevenler ile hain FETÖ terör örgütü karşı karşıyaydı.

Her şey olabilirdi. Bir gaflet gecesinde vatan da, bayrak da düşebilir, Peygamber sevdalısı bu topraklar hain örgütlerin çıkar kavgalarına ev sahipliği yapacağı bir çıkmaza girebilirdi. Yüzyıllar sürecek bir kimlik kaybı tam da o gece fitillenir, içinde her görüşten ve her inançtan insanla birlikte toplu yangınları peyda edebilirdi. Geri döndürülemez ruhanî kayıpları ve zifiri karanlıkları doğuran geceler, gafletin mûsikîsinde uyutulan toplumlarda yaygındır. Bir millette ayrışmış, toplumsal kimliği bireysel kazanımların gerisinde bırakmış zihinlerin viral etkisi, tam da böyle gecelerde ayan olur. Böyle geceleri gaflet uykusunda geçiren milletler için yeniden şahlanmak en hamasi masallarda bile coşkusunu yitirmiş bir anlatıdan öteye geçemez. Fakat Türk-Müslüman toplumunun ana damarı öyle sağlam, öyle kudretlidir ki hiçbir dış ve iç darbeyle kanın coşkun akışı sekteye uğratılamamıştır. Bugüne dek böyle olmuştur hep. Bir hüsran anlatısına dönüşebilecek tüm vahim geceleri destansı bir aydınlığa çıkaran bu damardır.

Çirkin kurgularda ne kadar kıymeti hafifletilmeye, ezile ezile hacmi ne kadar küçültülmeye çalışırsa çalışılsın, 15 Temmuz bir destandır. Bu milletin namusunu, şerefini ve birlik duygusunu dudak uçuklatacak hatıralarla dünyaya haykırdığı bir sanat eseridir. Evet, 15 Temmuz tam da böyle bir sanat eseridir. Yaradan’dan gelen ilhamdır, can korkusunun vatan sevgisi altında ezilişi… Tankların önüne yatanların kafiyeli duruşu şiirdir. Salâların geceye bir örtü gibi serilişi, mûsikînin zirvesidir.

Bir de o gecede can veren şehitleri daha yakından tanımalı…

Şehadetin mukaddes makamına erişmek büyük bir nasip. Bizlere de şehitlerimize yakışır bir ömür nasip eylesin. Bu toprakların sarsılmaz birliği ve hudutlandırılamaz kudreti, Rabbin inayetiyle kıyamete dek payidar olacak. (İnşallah!) 

“Delikanlılar”

Gencecik bir delikanlı. 15’inde bir şehit. Gecenin, Azrail’e gülümseyen en genç siması… Halil İbrahim Yıldırım. Başkan Erdoğan’ın çağrısıyla çıktı sokağa Şanlıurfalı Halil İbrahim. O, vatanı bölünmez ve teslim edilmez bir kıymette başının üstünde taşıyordu ki başından sıcak sıcak aktı kanlar. Vurulmuştu. Kaldırıldığı hastanede şehadete yürüdü. Kardeşi, ağabeyiyle gurur duyduğunu, onun vatanı için can verdiğini söylüyordu. Öyleydi. Daha 15’indeydi ama süslü gelecek plânlarını vatan sevgisi kaplıyor, şehadete gidilen yolda can vermeyi şeref biliyordu. Rabbin rahmetine o gece, vatan müdafaasında kavuştu.

Ya Boğaziçi Köprüsü’nü göğsüne isabet eden ateşle aydınlatan Ayşe Aykaç? Tank ateşi onu vurmadan evvel abdestini almış, namazını kılmış ve “Bugün vatanın bana ihtiyacı var” diye sokağa çıkmıştı. Şehitliğe bir özlemdi onunki. Ailesi bilirdi şehit ailelerini gördüğünde ağladığını. Allah’tan bu şerefli nasibi dileyen Ayşe Aykaç da 15 Temmuz gecesi vatanı teslim etmeyenlerden, Rabbine teslim olanlardandı. O güne kadar hiçbir sokak eylemine, hiçbir toplu harekete katılmamıştı, ürkerdi böyle ortamlardan. Ama konu vatan ve iman olunca, ondan cesuru yoktu. Şehadete lâyık hangi kalp şehadet mahalline aşkla gitmezdi ki?

“Eve erzak almaya değil, vatana sahip çıkmaya geldik!” diyordu Batuhan Ergin. O da daha 21’inde, gencecik bir candı. Boğaziçi Köprüsü onun da Rabbine kavuşacağı son dünyalık mekândı. Hain terör örgütüne hizmet eden bir keskin nişancı kalbinden vurdu onu. Kalbi durdu.

Gecenin yürekli imamları minarelerde Peygamberimize salât ve selâm ederken, bir yürekli imam da Genelkurmay Başkanlığı önünde şehadete yürüdü. 32 yaşındaydı Ali Alıtkan. Bir kız babasıydı. “Bir evden bir kişi yeter” dedi kardeşine, kendi atıldı meydanlara. Kardeşi Hamdi Alıtkan anlattı bize o geceyi:

“Arabaya binerken abim bana, ‘Oğlum, bir evden bir kişi yeter, çocukların başında kal!’ dedi. Ben de, ‘Ölürsek beraber ölürüz, dönersek de beraber döneriz’ dedim. Daha sonra abim, ‘Bugün ölürsek arkamızdan çok dua eden olur’ diyerek hızla arabayı sürdü. Abim Kızılay’a yakın bir yerde, arabayı tankların geçmesini engelleyecek şekilde yolun ortasına bıraktı. Tanklar insanları ve araçları ezerken abimle birbirimizi kaybettik.

Sağlıkçıyım, o gece hastaneye gidip yaralılara da yardım ettim. Her yaralıya bakarken abimi bulacağımı düşünüyordum ama bir taraftan da o hâlde görmemek için dua ediyordum. Abim 00:01’de Genelkurmay’ın önünde tankın önüne geçerek o hainleri durdurmaya çalışmış. Tankın içinden çıkan askerin ateşlediği hain kurşun abimin kalbine isabet etmiş. Abim gülümseyerek, Kelime-i Şehadet getirerek şehitlik mertebesine yükseldi...”

Bir gece ki, minarelerde salâlar okunuyor, imanlı yürekler vatanı müdafaa etmek için meydanlara davet ediliyor, duyanlar can vermeye koşa koşa geliyordu. Hep öyle olmadı mı zaten? Salâlar bizi birlikte tuttu. Salâlar unutulan birliği, kardeşliği diriltti, vatan savunmasında Rabbin ve Peygamberin adıyla, selâmıyla bizi cesaretlendirdi.

İslâm’da en güzel âdetlerden biri… Salâ, vatanın kurtuluş zamanlarında manevî bir kudret ve birliğin bir an önce sağlanabilmesinde bir iletişim ağı… İnsanın Allah’la olduktan sonra yalnız olmadığının beyanı…

O gece salâ sesleri arasında can veren nice insanımız var. Adları yâdları dualarımızdan düşmeyecek. Ömer Halisdemir’i, İlhan Varank’ı, Mustafa Cambaz’ı ve niceleri… Rabbim hepsinden razı olsun. Makamları âli olsun. Şehadetin mukaddes makamına erişmek büyük bir nasip. Bizlere de şehitlerimize yakışır bir ömür nasip eylesin. Bu toprakların sarsılmaz birliği ve hudutlandırılamaz kudreti, Rabbin inayetiyle kıyamete dek payidar olacak. (İnşallah!)


15 Temmuz Şiiri 

Ömer’in başı mıydı, Olçok’un yaşı mıydı? 

Tam on bir Mustafa’nın zafer telaşı mıydı? 

Muhammedler, Mehmetler ve daha niceleri 

Vatandan da mavera bir cihat düşü müydü?  

Toprak ıslak, yer ıslak, yaş mı, kan mı var serde? 

Ver verebiliyorsan sen de cânı bu derde. 

Onlar da bilmez miydi saklanmayı bir yerde, 

Gövdeyi yere sermek Cambaz’ın işi miydi? 

Böyle bir yer var mıdır, böyle imandan mamur? 

Milyonlar “Allah” dedi, hepsinde aynı hamur. 

Yağmasın zikretmeyen bahçelerine yağmur. 

Boğaziçi o gece bir mezar taşı mıydı? 

51 şanlı başa Gölbaşı’nda kıyıldı. 

Arkada Nevşehirli Demet’in kızı kaldı. 

Gök kubbeyi üç yıldır bir ağıt sesi aldı, 

Şehit çocuklarının nabız atışı mıydı? 

Sen de bu memleketin başı dik neferisin! 

Bir fermân-ı celille Fatih’in seferisin.

Şehit düşen bir başsa, sen onun miğferisin. 

Bu düşmek bir son değil, sonların başı mıydı? 

Mehmetçiğin şanına yetişemez bu bühtan. 

Bizde herkes baş verir; hem Mehmetçik, hem sultan. 

Bir âlem-i ulvîdir iman, bayrak ve vatan. 

O gece minareler ebabil kuşu muydu? 

Şimdi 15 Temmuz’u bir destan gibi dinle! 

Biz aynı memleketin çocuğuyuz seninle. 

Karartmak yakışır mı kalpleri hırsla, kinle? 

“Biri can verdi” deme, vatan bir kişi miydi? 


(Ahsen İlhan)