
İMAN, vatan ve bayrak…
Kıymeti ömürle biçilemeyecek raddede üç temel element. Bu değerleri baş üstünde
taşımakla alınan nefeslerin şerefini muhafaza edebiliyoruz. Birini yok saymak,
uğruna vermemek ve gözden çıkarmak, varlığın, ömrün ve ölümün dahi şerefine
leke sürmekle eşdeğer. Bu üç element aşkın şahikası, şerefin şah damarı,
namusun ve haysiyetin mahfazasıdır.
Ama
ne var ki, pek çok insan üçüne de sahip koca bir ömrü tüketir de kıymetini
anlamaya nefesi yetmez. Pek çok nefis, bu üçünden birinin yokluğunda imtihana
tâbi tutulmadan ve uğruna hiçbir şeyini feda etmek durumunda kalmadan yaşar
gider. Ama bazıları var ki, bu değerleri ve çok daha fazlasını hem kaybetmemek,
hem de geleceğe taşımak için can verirler: Allah’ın seçilmiş kulları… İmanlı
sineleriyle vatan uğruna can veren, kıymetli, rahmetli şehitlerimiz…
Türk-Müslüman
toplumunun tarihi, şehitlerle bezenmiş bir umman. Maziye göz ucuyla bakan, her
köşede şehadet şerbetini kana kana içen kursakları tanır; onları iman ve vatan
yolunda coşkuyla uğurlayan yürekli ailelere selâm eder ve bugünü abâd eden
bahadırları kalbî bir muhabbetle yâd eder.
Aklın
girift yollarında devasa tabelalara isimleri yazılmış, kalbin en gizli
odalarının duvarlarını süsleyen milyonla şehidin bir kervanını da 15 Temmuz
2016’da uğurladık. Öyle bir kervandı ki, genci de vardı, yaşlısı da; askeri de
vardı, polisi de; işçisi, memuru, kadını, erkeği…
15
Temmuz 2016… 251 canımız şehadet makâmına erişti. Ama o gün tankların önünde
duran, darbe girişimine geçit vermeyen, vatanı bir kez daha iç ve dış
kurguların mağduru ve mahkûmu etmemeye yeminli binlerce vatanperver daha vardı.
O gece, devletin ve milletin vücudu olsa el ele tutuştuğunun fotoğrafı
çekilebilirdi. Farklı siyâsî görüşlerden insanlar, aynı vatanın paydaşı
olduğunu en çok o gece fark etmiş, ayrık otlarının ayrı fikirler değil,
ihanetle katran tutmuş kalpler olduğunu en güçlü şekilde o gece keşfetmişti.
O
gece ocu, bucu, şucu yoktu. Sağcı, solcu, ortacı yoktu. O gün vatanını sevenler
ile hain FETÖ terör örgütü karşı karşıyaydı.
Her
şey olabilirdi. Bir gaflet gecesinde vatan da, bayrak da düşebilir, Peygamber sevdalısı
bu topraklar hain örgütlerin çıkar kavgalarına ev sahipliği yapacağı bir
çıkmaza girebilirdi. Yüzyıllar sürecek bir kimlik kaybı tam da o gece
fitillenir, içinde her görüşten ve her inançtan insanla birlikte toplu
yangınları peyda edebilirdi. Geri döndürülemez ruhanî kayıpları ve zifiri
karanlıkları doğuran geceler, gafletin mûsikîsinde uyutulan toplumlarda
yaygındır. Bir millette ayrışmış, toplumsal kimliği bireysel kazanımların
gerisinde bırakmış zihinlerin viral etkisi, tam da böyle gecelerde ayan olur.
Böyle geceleri gaflet uykusunda geçiren milletler için yeniden şahlanmak en
hamasi masallarda bile coşkusunu yitirmiş bir anlatıdan öteye geçemez. Fakat
Türk-Müslüman toplumunun ana damarı öyle sağlam, öyle kudretlidir ki hiçbir dış
ve iç darbeyle kanın coşkun akışı sekteye uğratılamamıştır. Bugüne dek böyle
olmuştur hep. Bir hüsran anlatısına dönüşebilecek tüm vahim geceleri destansı
bir aydınlığa çıkaran bu damardır.
Çirkin
kurgularda ne kadar kıymeti hafifletilmeye, ezile ezile hacmi ne kadar küçültülmeye
çalışırsa çalışılsın, 15 Temmuz bir destandır. Bu milletin namusunu, şerefini
ve birlik duygusunu dudak uçuklatacak hatıralarla dünyaya haykırdığı bir sanat
eseridir. Evet, 15 Temmuz tam da böyle bir sanat eseridir. Yaradan’dan gelen
ilhamdır, can korkusunun vatan sevgisi altında ezilişi… Tankların önüne yatanların
kafiyeli duruşu şiirdir. Salâların geceye bir örtü gibi serilişi, mûsikînin zirvesidir.
Bir de o gecede can veren şehitleri daha yakından tanımalı…
Şehadetin mukaddes makamına erişmek büyük bir nasip. Bizlere de şehitlerimize yakışır bir ömür nasip eylesin. Bu toprakların sarsılmaz birliği ve hudutlandırılamaz kudreti, Rabbin inayetiyle kıyamete dek payidar olacak. (İnşallah!)
“Delikanlılar”
Gencecik
bir delikanlı. 15’inde bir şehit. Gecenin, Azrail’e gülümseyen en genç siması…
Halil İbrahim Yıldırım. Başkan Erdoğan’ın çağrısıyla çıktı sokağa Şanlıurfalı
Halil İbrahim. O, vatanı bölünmez ve teslim edilmez bir kıymette başının
üstünde taşıyordu ki başından sıcak sıcak aktı kanlar. Vurulmuştu. Kaldırıldığı
hastanede şehadete yürüdü. Kardeşi, ağabeyiyle gurur duyduğunu, onun vatanı
için can verdiğini söylüyordu. Öyleydi. Daha 15’indeydi ama süslü gelecek plânlarını
vatan sevgisi kaplıyor, şehadete gidilen yolda can vermeyi şeref biliyordu.
Rabbin rahmetine o gece, vatan müdafaasında kavuştu.
Ya Boğaziçi Köprüsü’nü göğsüne isabet eden ateşle aydınlatan Ayşe
Aykaç? Tank ateşi onu vurmadan evvel abdestini almış, namazını kılmış ve “Bugün
vatanın bana ihtiyacı var” diye sokağa çıkmıştı. Şehitliğe bir özlemdi onunki.
Ailesi bilirdi şehit ailelerini gördüğünde ağladığını. Allah’tan bu şerefli
nasibi dileyen Ayşe Aykaç da 15 Temmuz gecesi vatanı teslim etmeyenlerden,
Rabbine teslim olanlardandı. O güne kadar hiçbir sokak eylemine, hiçbir toplu harekete
katılmamıştı, ürkerdi böyle ortamlardan. Ama konu vatan ve iman olunca, ondan
cesuru yoktu. Şehadete lâyık hangi kalp şehadet mahalline aşkla gitmezdi ki?
“Eve erzak
almaya değil, vatana sahip çıkmaya geldik!” diyordu Batuhan Ergin. O da
daha 21’inde, gencecik bir candı. Boğaziçi Köprüsü onun da Rabbine kavuşacağı
son dünyalık mekândı. Hain terör örgütüne hizmet eden bir keskin nişancı
kalbinden vurdu onu. Kalbi durdu.
Gecenin yürekli imamları minarelerde Peygamberimize salât ve selâm
ederken, bir yürekli imam da Genelkurmay Başkanlığı önünde şehadete yürüdü. 32
yaşındaydı Ali Alıtkan. Bir kız babasıydı. “Bir evden bir kişi yeter” dedi kardeşine,
kendi atıldı meydanlara. Kardeşi Hamdi Alıtkan anlattı bize o geceyi:
“Arabaya binerken abim bana, ‘Oğlum, bir evden
bir kişi yeter, çocukların başında kal!’ dedi. Ben de, ‘Ölürsek beraber ölürüz,
dönersek de beraber döneriz’ dedim. Daha sonra abim, ‘Bugün ölürsek arkamızdan
çok dua eden olur’ diyerek hızla arabayı sürdü. Abim Kızılay’a yakın bir yerde,
arabayı tankların geçmesini engelleyecek şekilde yolun ortasına bıraktı.
Tanklar insanları ve araçları ezerken abimle birbirimizi kaybettik.
Sağlıkçıyım, o gece hastaneye gidip yaralılara
da yardım ettim. Her yaralıya bakarken abimi bulacağımı düşünüyordum ama bir
taraftan da o hâlde görmemek için dua ediyordum. Abim 00:01’de Genelkurmay’ın
önünde tankın önüne geçerek o hainleri durdurmaya çalışmış. Tankın içinden
çıkan askerin ateşlediği hain kurşun abimin kalbine isabet etmiş. Abim
gülümseyerek, Kelime-i Şehadet getirerek şehitlik mertebesine yükseldi...”
Bir gece ki, minarelerde salâlar okunuyor, imanlı yürekler vatanı
müdafaa etmek için meydanlara davet ediliyor, duyanlar can vermeye koşa koşa geliyordu.
Hep öyle olmadı mı zaten? Salâlar bizi birlikte tuttu. Salâlar unutulan
birliği, kardeşliği diriltti, vatan savunmasında Rabbin ve Peygamberin adıyla,
selâmıyla bizi cesaretlendirdi.
İslâm’da en güzel âdetlerden biri… Salâ, vatanın kurtuluş zamanlarında
manevî bir kudret ve birliğin bir an önce sağlanabilmesinde bir iletişim ağı…
İnsanın Allah’la olduktan sonra yalnız olmadığının beyanı…
O gece salâ sesleri arasında can veren nice insanımız var. Adları yâdları dualarımızdan düşmeyecek. Ömer Halisdemir’i, İlhan Varank’ı, Mustafa Cambaz’ı ve niceleri… Rabbim hepsinden razı olsun. Makamları âli olsun. Şehadetin mukaddes makamına erişmek büyük bir nasip. Bizlere de şehitlerimize yakışır bir ömür nasip eylesin. Bu toprakların sarsılmaz birliği ve hudutlandırılamaz kudreti, Rabbin inayetiyle kıyamete dek payidar olacak. (İnşallah!)
15 Temmuz Şiiri
Ömer’in başı mıydı, Olçok’un yaşı mıydı?
Tam on bir Mustafa’nın zafer telaşı mıydı?
Muhammedler, Mehmetler ve daha niceleri
Vatandan da mavera bir cihat düşü müydü?
Toprak ıslak, yer ıslak, yaş mı, kan mı var serde?
Ver verebiliyorsan sen de cânı bu derde.
Onlar da bilmez miydi saklanmayı bir yerde,
Gövdeyi yere sermek Cambaz’ın işi miydi?
Böyle bir yer var mıdır, böyle imandan mamur?
Milyonlar “Allah” dedi, hepsinde aynı hamur.
Yağmasın zikretmeyen bahçelerine yağmur.
Boğaziçi o gece bir mezar taşı mıydı?
51 şanlı başa Gölbaşı’nda kıyıldı.
Arkada Nevşehirli Demet’in kızı kaldı.
Gök kubbeyi üç yıldır bir ağıt sesi aldı,
Şehit çocuklarının nabız atışı mıydı?
Sen de bu memleketin başı dik neferisin!
Bir fermân-ı celille Fatih’in seferisin.
Şehit düşen bir başsa, sen onun miğferisin.
Bu düşmek bir son değil, sonların başı mıydı?
Mehmetçiğin şanına yetişemez bu bühtan.
Bizde herkes baş verir; hem Mehmetçik, hem sultan.
Bir âlem-i ulvîdir iman, bayrak ve vatan.
O gece minareler ebabil kuşu muydu?
Şimdi 15 Temmuz’u bir destan gibi dinle!
Biz aynı memleketin çocuğuyuz seninle.
Karartmak yakışır mı kalpleri hırsla, kinle?
“Biri can verdi” deme, vatan bir kişi miydi?
(Ahsen
İlhan)