Sahte inanç ve inkâr yollarının ortak paydası: Acziyet

Hayvanlar gibi sınırsız ve sorumsuz yaşamak… Bunun önünü açabilmek adına ya yeni öğretileri sistemleştirip adına “din” dediler ya da İslâm’ı alt edebileceği hayâliyle çeşitli inkâr ediş yolları geliştirdiler. Ortak gaye, zorunlu ve sorumlu olmadan nefsin tutkusuna göre yaşamaktı.

YAPAY inanç sistemlerinin ve deizm, ateizm gibi inkâr usullerinin birtakım felsefî mesnetlerle açıklanması, bilimselleştirilmesi ve içindeki sistemsizliğin uydurma kaideler ile ekarte edilmeye çalışılması, onları akla yatkın birer güzergâh yapmaz. Çünkü hem yapay dinlerin, hem de inanılması gerekeni inkâr etmeye yönelik bütün -sözüm ona- felsefî görüşlerin bireysel taleplere hizmet ettiği gerçeği oldukça aşikâr. Evet, son derece net ve kesin bir kanaatle söyleyebilirim ki, bütün bu insan üretimi safsataların temel güdüsü, insanın kolay, yapay ve sorumluluktan bertaraf edilmiş bir yaşam biçimine kavuşabilme taşkınlığından başkası değildir.

İslâm Hak Din’dir ve geri kalan bütün inanç ve inkâr sistemleri, İslâm’ın ışığını söndürme ütopyasıyla meydana getirilir. Bunun pek tabiî psiko-sosyal girdileri de var. Bu gayretin altında insana dair kırıntılar da var.

En insanî yöneliş, inanmak. İnsan inanmak için yaratılmıştır ve fıtrî kodları sürekli inanmaya yönelik bir baskı ile bütün varlığını kuşatır. Fakat inancın gerekliliği olan kulluk vazifesi nefse ve çağın vaat ettiklerine ters düştüğünde, insanoğlu başka bir çözüm arayışına düşer. Bu tam olarak şeytanî bir fısıltıdır. Bazıları bu fısıltının akıl ürünü bir düşünme eylemi olduğunu zanneder ve inanması gerekeni bırakıp aklının bu harikulâde düşünme yolculuğuna hayranlıkla bağlanır. İşte bu basit özetle bile sahte inançların, bâtılın ve Hakk’ı inkâr etme gayretine hizmet eden bütün felsefî kurguların bir acziyetten ileri geldiğini anlamak mümkün.

Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in zamanı ve insanlığı aydınlığa kavuşturduğu Asr-ı Saadet’ten sonra teşkilatlanmış pek çok inkâr yöntemi ve kurgusal inanç sistemi var. Ve hatta Asr-ı Saadet’e erişip de cebine, mevkiine, yaşam standardına ve ticaretine ters düşen Hak Din’i reddetmeyi, onunla mücadele etmeyi ve onun yayılması önünde engel teşkil edebilmeyi ümit eden müşrikler de vardı. O dönemin müşrikleri putlarının önüne geçecek bir geçekliği nasıl çıkarcı emelleri sebebiyle reddetmişlerse, bugünün inkâr sistemleri de aynı saikle hareket etmektedirler. Buna ek olarak, bireyin kuralsız ve sınırsız yaşama tutkusu da bu safsata ideolojilere çanak tutmuştur.

Her ne kadar yerel inanışlarda putperestliği hâlâ görüyor olsak da İslâm’dan önceki şekliyle yaygın ve baskın olduğu söylenemez. Çünkü her dönemin şirk koşma biçimi kendine göre. İnkâr edişlerin hemen hemen hepsi çağın realitesine benzetilmek suretiyle gerçekleştiriliyor. Bundan bin 400 yıl öncesinde el yapımı putların insanı yarattığı düşüncesi akıllara daha kolay zerk ediliyordu fakat şimdilerde daha gelişmiş senaryolar ile akılları kandırmak gerekiyor.

Bir de detayda göz atmalı bu inkâr senaryolarının şekillenişine…

Hıristiyanlık, bilindiği üzere insan eliyle değiştirilmiş bir inanç sistemi. Allah’ın Hak Din’ini ve ona ait bütün öğretileri el yordamıyla değiştiren insanlık, bunu yaparken yüksek fayda (!) gayesi güdüyordu. Çünkü Rabbin gönderdiği dinde bazı memnuiyetler vardı ve bunlar kiminin cebini doldurmasına engel olurken, kiminin taşkın cinsî heveslerine set çekiyor, kimini de ibadet gibi bir mecburiyetle zora koşuyordu. Ayrıca kimin kime hükmedeceği, kimin hangi topraklara sahip olacağı, Doğu ve Batı Roma’sında dengelerin ne şekilde sağlanacağı İncil’de yazan hususlara göre şekillenecekti. İnsan da aklını kullandı (ironi içerir) ve kendine uygun bir kutsal kitap meydana getirdi. Şimdi yeryüzünde kaç milyon Horistiyan olduğu söyleniyorsa inanmayın! Çünkü o sayı asla gerçeği yansıtmıyor.

Hıristiyan bir ailede doğup kutsanan bir Hıristiyan’ın çoğunlukla sadece adı Hıristiyan. Biraz aklını kullandığında el yordamıyla meydana getirilen kitaplarının Allah’ın kelâmı olmadığını anlayan pek çok Batılı, dinine gerçekten inanmıyor. Fakat inanıyormuş gibi yaşayıp gidiyor. İçlerinde İslâm’ı bulanlar da zaten sıklıkla kayıtlara geçmiyor.

Peki, deizm neydi? Çok uzun maddeler ve birtakım felsefî mottolar barındırıyordu. Ama en net anlamı bize yeter sanırım. Bir Yaradan var ama evrenle ilgisi yok (hâşâ). Peygamber yok (hâşâ). Kitap yok (hâşâ)… İnkâr üzerine inkâr! Ama ne hikmetse bir Yaratıcıya inanıyorlar. Çünkü hiçbir şeye karışmayan bir yaratıcıya inanmak ne kadar da kolay. Tamamen onların iç dünyasındaki kargaşayı açık etmek üzere bu şekilde anlatıyorum. Yoksa en kolay ve en güzel olanı elbette fıtrata en uygun olanıdır. Fakat fıtratı bozulmuş insanlık, çıkarına uydurduğu sistemlerin de tutkunu. İşte deizmin o çok komplike, güya çok derin felsefesi de buna dayanmaktadır. Deizm, çıkarcı bir inkâr yöntemidir.

Sadece deizm değil elbette, Allah’ın Hak Dini İslâm’ı reddetmeye adanmış bütün düşünce ve inanç sistemleri aynı amaca hizmet eder. Bir Yaratıcı var ve hiçbir kaide koymamışmış… Evreni kaideler bütününde yaratan, gök cisimlerini, gezegenleri, Dünya ve Güneş’in sistematiğini, bedenin içindeki matematiksel ve aklî dengeyi var eden Yaratıcı, insanı öyle başı boş bırakmışmış… Akla yatkın mı? Tabiî ki hayır!

Peki, deizmin amacı ne? Deizm, yaratılmış bu âlemi ve kendi varlığını inkâr edemeyenlerin din ve ibadet gibi gereklilikleri inkâr yoluyla yaşamlarını şahsî duyguların kölesi olarak yaşama arzusudur. Tıpkı lâiklik gibi bir kaçış yolu… Din ve devlet işlerini ayırırsan bütün ahlâkî, insanî ve imanî kuralları es geçme hakkını kendinde bulursun. Dayanman, kıstas alman gereken zorlayıcı ve bağlayıcı bir sistem olmadığında, bütün kurguyu insanın nefsî beklentilerine göre şekillendirirsin. Bunun insana iyi geleceğini zannetmek ayrı bir handikap elbette. Ama “İyi gelecek” diye bütün gerçeği yadsımak ondan daha da vahim!

Tüm bunlar, insanın kaçış yolları. Çünkü maalesef gitgide artan bir içtepiyle insan, zamanı yalnızca kendini avutan ve kendini pohpohlayan bir zevk u sefa döngüsünde tüketmek istiyor. Bunun için de yeri geliyor siyâsî bir biçimi insan faydası için kurgulamış rollerini kesiyor, yeri geliyor bir inanç sistemi peydah edip bir inkâr süreci başlatıyor, bunu da bütün yığma bilgilerini kullanarak karmaşık bir hâle getirip bol müşteri topluyor. Karmaşa son derece müşterili bir materyaldir. Bir şeyi ne kadar kompleks hâle getirir, ne kadar alt başlığa ayırırsanız, müşterisi de o kadar bol olur.  

Yüce Allah (cc) insanlığa bazı ahlâk-namus ve edep kaideleri çizdiğinde azgın ve taşkın hevesleri meşru bir düzlemde yaygınlaştırmak isteyenler, safsatalarla dolu başka inanç sistemleri oluşturdular ve ona birkaç müşteri topladıktan sonra akıllarınca İslâm’a savaş açtılar. Hezeyan! Velhâsılıkelâm, inkârın ve sahte inançların yegâne öğretisi vardır: Hayvanlar gibi sınırsız ve sorumsuz yaşamak… Bunun önünü açabilmek adına ya yeni öğretileri sistemleştirip adına “din” dediler ya da İslâm’ı alt edebileceği hayâliyle çeşitli inkâr ediş yolları geliştirdiler. Ortak gaye, zorunlu ve sorumlu olmadan nefsin tutkusuna göre yaşamaktı. İnsanın insan kalamama acziyeti, çeşitli sahte inanışları meydana getirdi. Birbirinden absürt inkâr edişleri “felsefe” diye yutturdu. Neye yarar? Allah elbette nurunu tamamlayacaktır ve hiç kimse İslâm’ın nurunu söndüremeyecektir.