Sahte bilinç, sinsi tehdit

Cemrelerin bir bir düşerek davetiye çıkardığı mevsimin ilkbaharında, kâinatın yeniden neşv ü nema bulduğu şu demde, mübârek vakitlerden Ramazan-ı Şerif’in eşiğinde İslâm düşünürlerinin “idrak” olarak tanımladığı “bilinç”li zamanları teneffüsümüz, maddî-manevî tedrisatımız ve tefekkürümüz olsun inşallah!

BİLMEK üzerine çokça konuşmamıza rağmen, kendimizle, kâinatla ve toplum ile kurduğumuz iletişim ve ilişki düzleminde “bilinçlilik” üzerine ne denli düşündüğümüz müphem.

Hâlbuki kültürel tüm birikimler bilinç merkezli yatırımlardır. Âdemoğlu, varoluşundan itibaren öncelikli olarak kendisi için duyarlılıklarını belirleme yetisini harekete geçirerek ve yakın temasta bulunduğu kişileri ve nesnel imkânları korumak maksadıyla edindiği faydacı (pragmatist) tecrübeler doğrultusunda geliştirdiği zihinsel refleksle eriştiği farkındalığı hayata aksettirmiştir.

İnsan teki, bilimsel yahut ilmî bir birikime haiz olmasa da gerçekleştirdiği biliş ve bilinçlilik serüveninin altyapısını oluştururken, istifade etkisi devam eden deyimleriyle toplumun şekillenmesinde etkin rol oynar.

Her bir birey kendi menfaatlerini koruma gayesi ile dinî, siyâsî, içtimaî ve ticarî kaynaklardan istifade ettiği nispette kendi algı, anı ve birikimleriyle tercih yetisini geliştirerek sahip olabileceği etkin rolü üstlenince, asırlara meydan okuyacak yol haritası hükmündeki kaideler biliş ve bilinç ile şekillenir.

İnsanın fıtratına kodlanmış bilme, öğrenme, karar verme ve eyleme yetilerini harekete geçirme refleksi, beslendiği kaynakların ne’liği ile ilintili olarak bir motif sunar. Bununla birlikte, inanç tercihi ile ulemaya, siyâsî tercih ile liderlere, ticarî tercih ile deneyimlilere, literatürsel tercihleri ile otoriteye doğru bir yolculuk kaçınılmaz olur ki bu, deneyimlenmiş, rehber olma niteliği kazanmış kaynak ve şahıslara danışmayı beraberinde getirir.

Evet, “bilinç”; bilinçaltı, bilinç dışı, bilinç düzlemi gibi katmanlarıyla inanç bilinci, tarihî bilinç, etik bilinci, estetik bilinci, ekolojik bilinç gibi formlara ayrılabilen ve zihin gibi soyut bir yeti ile entegre edildiğinden, bir o kadar katmanlı bir yeti! İşte bu sebeple “bilinç” bilim ve ilim alanında uzmanlar tarafından tanımlandığı biçimde toplumu oluşturan birimlere (aile, okul, iş, sosyal çevre eğitimi) yetkililerce ulaştırılmadığında bu ehemmiyetli mesele bir vitrin görevi görüyor ve kimliği yükselten eyleme dönüşerek karanlık kararlara yataklık yapabiliyor.

Pek yakın bir tarihte, üç beş ağacın kesilmesine itiraz etme hakkını “çevre bilinci” üzerinden gerçekleştirenlerin kamu malına verdikleri zarara ve krize hepimiz şahit olduk. Yine demokrasi teranesi ile hak ve özgürlük bilinci üzerinden terörü ikâme etmeye çalışan siyâsî alandaki kışkırtıcı ve toplumun huzurunu ve geleceğini (hak ve sınırlar dâhil) tehdit edici oluşumlardan da haberdarız.

“İklim bilinci” üzerinden İlâhî kudrete şirke varacak yakınmalar da keza benzer bir isyan vitrini olarak karşımıza çıkıyor.

“Estetik bilinci” adı altında, yaratılmış değil, yapılmış olmayı tercih edenler ise risk hesabından yoksun ve maddî sömürüye teşne biçimde, olumsuz sonuçlanma ihtimâline razı hâle getirilmiş durumda.

Genel değerlere sahip çıkmayan, dinî ve millî ilkeleri gözetmeyen, hatta saldırıyı hak addeden bilinç düzlemlerine karşı kaynaklara, ruhsatlara ve icazetlere dayalı bilincin geliştirilmesi zarurî ve elzem bir meseledir.

Bireylerin “biliş” bilincinin gelişmesi, önündeki barikatların (TV programlarındaki kültürel deformasyonlar, haber bültenlerindeki zafiyetler, sosyal medyadaki algı yanılsamaları) kaldırılması ve “bilinç” gelişiminin bilirkişilerce toplum genelinde yaygınlaştırılması, inanç sömürüsünün ve millî kimlik asimilasyonunun önüne geçilmesini sağlayacaktır. Böylece aramızda sahte “bilinç” ve sinsi “tehdit” hâlinde dolaşanların tuzağından korunmak mümkün olabilecektir.

İlkin kendi “bilinç” bilincimizi inşâda ve bir başkasının yaptığını, bir başkasının söylediğini kopyalayarak risk gözetmeksizin kuşanan ve harekete geçen kitlelerden mesul olduğumuzu düşünüyorum. İşte bu hassasiyetten hareketle, Kültür Ajanda’mızın 101’inci (Nisan 2022) sayısında kapağımıza “Bilinç ve İdealizm” dosyasını taşıdık.

Cemrelerin bir bir düşerek davetiye çıkardığı mevsimin ilkbaharında, kâinatın yeniden neşv ü nema bulduğu şu demde, mübârek vakitlerden Ramazan-ı Şerif’in eşiğinde İslâm düşünürlerinin “idrak” olarak tanımladığı “bilinç”li zamanları teneffüsümüz, maddî-manevî tedrisatımız ve tefekkürümüz olsun inşallah!

Mübârek Ramazan-ı Şerifinizi kutluyor, huzurlu okumalar diliyorum.

Hoşnut kalınız…