MEDENİYET ve sanat, insan şahsiyetinin ürünleridir. İnsan için
medeniyet ve sanat olguları, herhangi sıradan şeyler seviyesinde değildir.
Sanat ve medeniyet, insanın şahsiyet yani kişiliğini oluşturabilmek için
kendisine yol olarak benimsediği aslî tecrübelerdir.
Şahsiyet, medeniyet ve sanatı oluşturan ana dinamik
olduğu gibi, sanat ve medeniyet içinde de şahsiyet vücut bulmaktadır. Şahsiyet,
medeniyet ve sanat üçlüsü, hava ve su gibi birbirlerine ihtiyaç duymaktadırlar.
Birinin yokluğu, diğerlerinin zayıflaması, çürümesi ve yok olması anlamına
gelmektedir. Sahih anlamda üçünün vücut bulabilmesi için, üçünün de birlikte var
olması gerekmektedir. Biri olmadan diğerlerinin var olacağını düşünmek büyük
bir yanılsamadır. Üçünün birlikte var olabileceği gerçeğini ise modern insanın
yeniden keşfetmesi gerekmektedir.
İnsan kişiliği toplum, kültür, tarih, inanç, eğitim,
ekonomi, devlet ve daha birçok faktör tarafından kuşatılmıştır. Kişi, onun
dışında oluşan kuşatılmışlık içinde kendi şahsiyetini oluşturmaya çalışmaktadır.
Başka bir ifadeyle insanın şahsiyeti, büyük ölçüde kendini kuşatan faktörlerin ürünü
olarak oluşmaktadır.
Kişi aynı zamanda, kendisini kuşatan, sınırlayan, baskılayan
ve körelten güçleri aşıp kendisi olmak için çaba sarf etmektedir. Sanat ve
medeniyet, kişinin kendisine özgü şahsiyet olmak için gösterdiği çabaların
ürünü olan insanî tecrübelerdir. Başka bir ifadeyle insan, etrafında var olan
sınırları aşmak, özgürleşmek ve varoluşunu gerçekleştirmek için sanat ve
medeniyeti var etmeye çalışmaktadır.
Sanat ve medeniyet, insanın bekâ faaliyetleridir. İnsanın
aklı ve tutkusu, birlikte kendi şahsiyetini oluşturmaya yardım ettiği gibi,
aynı zamanda medeniyet ve sanatın da meydana gelmesini sağlamaktadır. Sanat,
şahsiyet ve medeniyet, akıl ve tutkunun hapsedilmesini ve kontrol altına
alınmasını değil, özgürce çalışmasını ve üretmesini gerektirmektedir.
İnsan, “en şerefli varlık” olarak yaratılmıştır. Kâinat,
en güzel şekilde yaratılmıştır. Şerefli varlık olarak yaratılan insan, onurlu
bir şekilde şahsiyetini inşâ etme sorumluluğu taşımaktadır. Kâinattaki
güzelliği sahici bir şekilde idrak etmek, onu şahsiyetinin ve hayatının aslî
boyutu hâline getirmek için insanın çaba göstermesine ihtiyaç vardır.
Şahsiyet, medeniyet ve sanatta Allah’ın aslî ve gizemli
güzelliği her yönüyle tezahür etmelidir. İnsanı en şerefli varlık olarak
yaratan Allah, ona bitmeyen, tükenmeyen ve kaybolmayan bir enerji vermiştir. Şahsiyet,
sanat ve medeniyet, “objelere tapınmak, objelerden haz almak ve objeleri amaç
hâline getirmek” anlamında materyalizmin ürünleri olarak meydana gelmemektedir.
Hiçbir objenin şahsiyete, sanata ve medeniyete kaynaklık etme gücü yoktur. Hayy
olan Allah, eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insana insanlar ve varlıklarla
birleşmek, görüşmek, tanımak, tanışmak, anlamak ve keşfetmek yetenekleri
vermiştir.
İnsanlığın ve varlıkların bütün renkleriyle tearüf etmek
için yaratılan insan, şahsiyetin, sanatın ve medeniyetin oluşturulmasını bir tanışma
ve bilişme tecrübesi içinde gerçekleştirmektedir. İnsan şahsiyetinin, sanat ve
medeniyetinin fıtrî sükûna ulaşması için tearüfün her türlü insanî faaliyetin başı,
ortası ve sonu olması gerekmektedir. İnsanlar arası ve varlıklar arası tearüfe
hizmet etmeyen ve katkı sunmayan hiçbir faaliyet, sahici anlamda sanat ve
medeniyet bağlamında değerlendirilmeyi hak etmemektedir.
Tanımak, tanışmak, bilişmek ve arayış sürecinin hep inşâ
edilen ürünleri olma anlamında şahsiyet, sanat ve medeniyet, insanın Allah’ı,
insanlığı ve varlıkları bulma, tanıma ve anlama tecrübesidir. Sanat ve
medeniyet, insanın kendisini dogmalar, kalabalıklar ve nesneler arasında
kaybetmesi değildir. Sanat ve medeniyette asıl olan şey, insanın kendi
şahsiyetini bulması ve şahsiyetinde diğer insanları ve varlıkları buluşturma
yeteneğini geliştirmesi ve derinleştirmesidir.
Medeniyet ve sanatta, insan şahsiyetinin bütün derinliği
ve niteliği her yönüyle tezahür etmektedir. Yaşadıkça ve yaptıkça ortaya çıkan
şahsiyet, sanat ve medeniyet, hedefe varmaktan ziyâde, hep yolda olmayı
gerektiren zorlu yolculuklardır.
Şahsiyetin, sanatın ve medeniyetin insansızlaştırılması,
bugün büyük bir faciadır. Kişiler, sanatı ve medeniyeti resim veya sanat
galerilerinde ve antik kentlerde aramaktadırlar. Şahsiyetin, sanatın ve
medeniyetin salonlara ve mekânlara sıkıştırılması, aslında üçünün de cansızlaşması
ve ölmesi anlamına gelmektedir. Tearüf olgusu, sanatın ve medeniyetin insan şahsiyetinin
her türlü faaliyetinin bizzat kendisi olması gerektiğini bize öğretmektedir.
Sanat ve medeniyeti artık sergilerde ve salonlarda değil, şahsiyetimizde ve
hayatımızda aramamız ve bulmamız gerekmektedir.
Kişinin sanatı ve medeniyeti, kendi şahsiyetidir. Sanat
ve medeniyeti başkalarının eserlerinde veya bizden önceki tarihsel toplulukların
kalıntılarında aramak büyük yanılgıdır. Kendi yaşam hikâyemizi yani
şahsiyetimizi, bir sanat ve medeniyet ürünü hâline getirme şeklinde bir meydan
okuma ile karşı karşıyayız. Sanat ve medeniyet, insanın bireysel şahsiyetinden
kaynaklanan olgulardır. Bireye özgü bir şahsiyet yokluğu, aslında sanat ve
medeniyetin yokluğu anlamına gelmektedir.
Herkes kendi biyografisini yazarken, aslında kendi sanat
ve medeniyet hikâyesini de yaşamaktadır. Herkesin kendi şahsiyetini ve sanatını
ortaya koyarak, insanlığın medeniyet hikâyesine katılma ve katkıda bulunma
sorumluluğu vardır. Sanat, bireyin kendisini anlama, anlatma ve üretmesi sûretiyle
medeniyete yaptığı katkıdır.
Şahsiyet, sanat ve medeniyet, hakikatin hayatımızda
oluşudur. Oluş halinde bir varlık olan insan, sürekli olarak kendisini
yenilemekte ve tazelemektedir. Her yeni tazeleniş, hakikatin, şahsiyet
tecrübesi içinde inşası anlamına gelmektedir. Sanat, medeniyet ve şahsiyet,
insanın ve aklın ötesinde gerçekleşen kurgular değildirler. İnsana sürekli
olarak aklını kullanmasını emreden Allah, hakikatin, güzelin ve iyinin akıl
yoluyla tecrübe edilerek oluşturulacağını ve ortaya konacağını bize
göstermektedir.
Sanat, şahsiyet ve medeniyet, tembellerin ve acizlerin
işi değildir. Şahsiyet, medeniyet ve sanat üçlüsü, yerinde duramayanların
ortaya koyacağı olgulardır. Sanat, şahsiyet ve medeniyetten bahsettiğimiz zaman,
artık yetenekli insanların ortaya koyduğu ürünlerden bahsetme alışkanlığından
kurtulmalıyız. Sanat, şahsiyet ve medeniyetten bahsetmenin, aksiyon hâlindeki
insandan bahsetmek anlamına geldiği gerçeğini yeniden keşfetmeliyiz.
Sanat ve medeniyet, hayatımızı ve şahsiyetimizi ortaya
koyan olgulardır. Sanat ve medeniyet, bireyin şahsiyetiyle başlamasına rağmen,
bireyi aşarak insanlığın ve toplumun birbiriyle nasıl ilişki kurduğunu,
birbirinin hikâyesine nasıl katıldığını ortaya koyan bütün çabalar ve
faaliyetlerdir. Sanat ve medeniyet ürünleri, gelip geçici heveslerimiz ve
hazlarımız için tükettiğimiz kozmetik objeler değildirler. Sanat ve medeniyet,
şahsiyetimizin en derin duygu ve düşüncelerinden kaynaklanan davranışlarımızla
birbirimizin biyografisine yaptığımız katkılardır. Sanatta ve medeniyette şahsiyetimizi,
insanlığımızı, maneviyatımızı, ahlâkımızı, irfanımızı ve felsefemizi bütün derinliğiyle
ortaya koymanın yollarını bulmak şeklinde çetin bir meydan okuma önümüzde
durmaktadır.