Sahneden inme âdâbı

Eski yol arkadaşlarımıza karşı vazîfelerimiz bulunmaktadır. Boşanan karı-kocanın, birbirinin en özel hâllerini diğer insanlarla konuşması ne kadar iğrenç ise, bir zamanlar dâvâ arkadaşlığı yapmış insanların eski yaşadıklarını günümüzde kavga vesîlesi olarak kullanmak da o kadar iğrençtir! Eski hatıraların da bir hakkı ve hukuku vardır. Ve şimdinin meselesi olmamalıdır. “Vefâ” dediğimiz asil hissiyat, bu durumlarda kendini gösterir.

ÖNCEKİ yazılarımızın birinde doğumu, hayatı ve ölümü “sahneye çıkış”, “sahnede rol alış” ve “sahneden iniş” olarak nitelendirmiştik. Bu yazıda “sahne” olarak nitelendirdiğimiz alanı, “bir görev üstlenerek kamuoyu gündemine gelme yeri” şeklinde düşüneceğiz. Sahne bir mâkâm, mevki, unvan veya şöhret durumunu ifade etmiş olsun. “Kevn” (olma) ve “fesat” (bozulma) kaidesi gereği, her olan bozulacak, her yeni eskiyecektir. Hayat ya da sahne, bizim için ilelebet devam edecek bir imkân değildir. Zamanı gelince sahneden inmek durumunda kalacağız. Biz istemesek bile birileri tutup bizi sahneden atacaktır.

Bir şekilde sahneye çıkmış olalım… Sahnede herkes bizi izliyor, biz de çeşitli roller oynuyoruz. Bazen alkış alıyor, bazen de yuhalanıyoruz. Bir şekilde sahneye alıştıktan sonra oradan inmek çok zordur. Çünkü alışkanlıklarımız bizim esaretimizdir. Neye alışmışsak, o, etrafımıza bir konfor duvarı örer. Alıştıkça yeni durumlara mesafemiz artar. Alıştığımız yerden ayrılmak, neredeyse hayata vedâ etmek gibidir. Sahneye alışmak ise esaretin çok daha özel bir durumunu temsil eder. Orası aslında kendimizi var ettiğimiz ve diğer insanlara bunu ispatladığımız yerdir. Oradan inmek çok daha zordur.

Zorluğu anlatabilmek için birkaç misâl verelim…

Çok meşhur bir şarkıcısınız, konserlerinize milyonlar katılıyor, her yerde sizin söylediğiniz parçalar çalıyor. Şöhretin zirvelerinde geziyorsunuz. Her gittiğiniz yerde herkes size itibar ediyor, resimler çektiriyor, imzalar filan alıyor…

Ya da çok yetenekli bir futbolcusunuz. Dünyanın meşhur takımları sizi transfer etmek için peşinizden koşuyor. Çıktığınız maçlarda hem oyununuz, hem attığınız goller müthiş alkış alıyor. Genç futbolcuların idolüsünüz, dillerdesiniz, hayranlarınız hayli fazla...

Veya Donald Trump gibi, dünyanın en güçlü ülkelerinden birisinin başkanısınız. Sosyal medya hesabınızı tüm dünyadan milyonlar takip ediyor. Her türlü askerî, teknolojik, ekonomik ve siyâsî güç sizin bir emrinize bakıyor. Twitter’den attığınız bir mesajla bir ülkenin ekonomisini batırabiliyor, başka bir mesajla uluslararası kriz çıkartabiliyorsunuz. Her gittiğiniz ülke, belki kişiliğinize değil ama temsil ettiğiniz güce boyun eğiyor.

Sanat, spor ve siyâsetten verdiğimiz üç uç örneği aslında derecesi değişmekle birlikte her yerde görebiliriz. Muhtar için de, herhangi bir mesleği icra eden kişi için de, birkaç kişiye âmirlik yapan şef için de böyledir. Onların da kendilerine göre bir aldatıcı sahnesi vardır. Böyle bir sahneye alışan insanlar için sahneden inmek ne acıdır! Şan, şöhret, şatafat ve itibara alıştıktan sonra bunlarsız olmak kolay olmasa gerek.

Sahneyle var olanın sahneden inmesi, sadece bir imkân kaybı değil, bir yok oluştur. Unutulmak, gündemden düşmek, neredeyse ölmekle eşdeğerdir.

Bazı eski siyâsetçilerin ortalığı karıştırıcı çıkışlarını veya sahnede hiç görmediğimiz tavır ve davranışlarını sahneden inmiş olmanın verdiği psikoloji ile değerlendirmek gerekir. Gerçek kişiliği sahnede mâkâm, mevki, unvan ve imkân gibi dışsallıkların etkisiyle değil, sahneden inerek bunları bir kenara koyduğumuzda görebiliyoruz.

Sahneden ayrılmanın, mâkâm ve mevkilerden ayrılışların, gidişlerin de bir âdâbı ve ahlâkı olmalıdır. Hattâ sahneden indikten sonra da bizi bekleyen bazı imtihanlar vardır. Eğer sahnenin aldatıcı ışıltılarına fazlaca alışmışsak, bu imtihanlarımız hayli ağır olacaktır.

Çok sevdiğim bir söz vardır: “Adam dediğin giderken belli olur…” İnsanları tanımak için sahnede oynadıkları rol, aldatıcı olabilir. Adı üstünde, onlar iyi zamanların iyi rolleridir. Asıl karakterimizi giderken ya da gittikten sonra belli ederiz. Çünkü artık sahneden inmişizdir, rol oynamıyoruzdur, imkânlar kaybolmuştur ve kendi kendimizle baş başa kalıyoruzdur.

Peki, gitme âdâbı nasıl olmalıdır?

Gidişin âdâbı

Gittikten sonra iyinin ve doğrunun yanında olmak için ne yapmamız gerekir? Burada yazacaklarımız, lâfta kolay şeylerdir ancak hepimiz için pratiğe dökülmesi açısından zordur.  

Bir kere, daha gitmeden, sahnedeyken, geçiciliğimiz aklımızda olmalıdır. Yani zamanı gelince sahneden ineceğimizi unutmamalıyız. Unutmayacağız ki, şatafatın yanılsaması ruhumuzu ve bedenimizi kuşatmasın! Eğer sahneye yapışmamışsak, oradan gitmek o kadar zor olmayacaktır.

Sahneden inerken, kalanlar ve bizi seyredenlerden iyi ayrılmak gerekir. “Bizi neden indiriyorlar?” diye indirenlere sitem etmek yerine, “Bizi sahneye çıkarmışlardı, sağ olsunlar, onların sayelerinde orada biraz oyalandık, zamanı geldi ve iniyoruz” demeleri daha münasiptir. Nöbeti bitirmiş ve bizden daha iyi rol oynayacak kişilere işi devretmiş oluyoruz. İyi karakterli insanlar, sahneden inmeyi kabullenir, taraflarla helâlleşir, yeni hesaplar açarak değil, tüm hesapları kapatarak gider. Hattâ gürültü patırtı yapmadan, sessiz sedâsız çekilirler kenara. Sahneye sadece kendini yakıştırmak, gitmemek için çaba harcamak, gitme sürecinde çirkinleşmek ve çirkefleşmek, sahneye yeni gelecekler ve eski sahne arkadaşlarıyla kavga etmek, ona buna sataşmak veya yol arkadaşlarıyla ilgili eski hesapları açmak, zayıf karakterimizin açığa çıkmasıdır. Çoğumuzda bu böyle olur maalesef…

Gittikten sonra da sahneden artık inmeyi kabullenip kendimizi başka meşgalelere vermeliyiz. “Ah ben olacaktım ki şu sahnede!” türünden hayıflanmaların olmaması gerekir. Bir zamanların şöhret olmuş sanatçılarının unutulmayı kabullenmeyerek saçma sapan çıkışlarla gündeme gelme çabaları gibi, kendimizi küçük düşürecek, güya hâlâ hayatta ve ayakta olduğumuzu, etkimizin ve gücümüzün devam ettiğini göstermeye yönelik anlamsız tavır ve davranışlar göstermemeliyiz.

“Çıkış yapmak”, “tekrar gündeme oturmak”, “eski defterleri açmak”, “farklı bir şey söyleyerek dikkat çekmek” de yine zayıf karakterli insanların stratejileridir. Size danışılmadıkça, size yeni bir görev verilmedikçe, kendi iç dünyamızla baş başa kalıp eski yaşadıklarımızdan kendimize dair ders çıkarmak, en isâbetli yol olacaktır.

Son olarak, eski yol arkadaşlarımıza karşı vazîfelerimiz bulunmaktadır. Boşanan karı-kocanın, birbirinin en özel hâllerini diğer insanlarla konuşması ne kadar iğrenç ise, bir zamanlar dâvâ arkadaşlığı yapmış insanların eski yaşadıklarını günümüzde kavga vesîlesi olarak kullanmak da o kadar iğrençtir! Eski hatıraların da bir hakkı ve hukuku vardır. Ve şimdinin meselesi olmamalıdır. “Vefâ” dediğimiz asil hissiyat, bu durumlarda kendini gösterir.