ÖNCEKİ yazılarımızın
birinde doğumu, hayatı ve ölümü “sahneye çıkış”, “sahnede rol alış” ve “sahneden
iniş” olarak nitelendirmiştik. Bu yazıda “sahne” olarak nitelendirdiğimiz alanı,
“bir görev üstlenerek kamuoyu gündemine gelme yeri” şeklinde düşüneceğiz. Sahne
bir mâkâm, mevki, unvan veya şöhret durumunu ifade etmiş olsun. “Kevn” (olma)
ve “fesat” (bozulma) kaidesi gereği, her olan bozulacak, her yeni eskiyecektir.
Hayat ya da sahne, bizim için ilelebet devam edecek bir imkân değildir. Zamanı
gelince sahneden inmek durumunda kalacağız. Biz istemesek bile birileri tutup
bizi sahneden atacaktır.
Bir
şekilde sahneye çıkmış olalım… Sahnede herkes bizi izliyor, biz de çeşitli
roller oynuyoruz. Bazen alkış alıyor, bazen de yuhalanıyoruz. Bir şekilde
sahneye alıştıktan sonra oradan inmek çok zordur. Çünkü alışkanlıklarımız bizim
esaretimizdir. Neye alışmışsak, o, etrafımıza bir konfor duvarı örer. Alıştıkça
yeni durumlara mesafemiz artar. Alıştığımız yerden ayrılmak, neredeyse hayata
vedâ etmek gibidir. Sahneye alışmak ise esaretin çok daha özel bir durumunu
temsil eder. Orası aslında kendimizi var ettiğimiz ve diğer insanlara bunu
ispatladığımız yerdir. Oradan inmek çok daha zordur.
Zorluğu
anlatabilmek için birkaç misâl verelim…
Çok
meşhur bir şarkıcısınız, konserlerinize milyonlar katılıyor, her yerde sizin
söylediğiniz parçalar çalıyor. Şöhretin zirvelerinde geziyorsunuz. Her
gittiğiniz yerde herkes size itibar ediyor, resimler çektiriyor, imzalar filan
alıyor…
Ya
da çok yetenekli bir futbolcusunuz. Dünyanın meşhur takımları sizi transfer
etmek için peşinizden koşuyor. Çıktığınız maçlarda hem oyununuz, hem attığınız
goller müthiş alkış alıyor. Genç futbolcuların idolüsünüz, dillerdesiniz,
hayranlarınız hayli fazla...
Veya
Donald Trump gibi, dünyanın en güçlü ülkelerinden birisinin başkanısınız. Sosyal
medya hesabınızı tüm dünyadan milyonlar takip ediyor. Her türlü askerî,
teknolojik, ekonomik ve siyâsî güç sizin bir emrinize bakıyor. Twitter’den
attığınız bir mesajla bir ülkenin ekonomisini batırabiliyor, başka bir mesajla
uluslararası kriz çıkartabiliyorsunuz. Her gittiğiniz ülke, belki kişiliğinize
değil ama temsil ettiğiniz güce boyun eğiyor.
Sanat,
spor ve siyâsetten verdiğimiz üç uç örneği aslında derecesi değişmekle birlikte
her yerde görebiliriz. Muhtar için de, herhangi bir mesleği icra eden kişi için
de, birkaç kişiye âmirlik yapan şef için de böyledir. Onların da kendilerine
göre bir aldatıcı sahnesi vardır. Böyle bir sahneye alışan insanlar için
sahneden inmek ne acıdır! Şan, şöhret, şatafat ve itibara alıştıktan sonra
bunlarsız olmak kolay olmasa gerek.
Sahneyle
var olanın sahneden inmesi, sadece bir imkân kaybı değil, bir yok oluştur.
Unutulmak, gündemden düşmek, neredeyse ölmekle eşdeğerdir.
Bazı
eski siyâsetçilerin ortalığı karıştırıcı çıkışlarını veya sahnede hiç
görmediğimiz tavır ve davranışlarını sahneden inmiş olmanın verdiği psikoloji
ile değerlendirmek gerekir. Gerçek kişiliği sahnede mâkâm, mevki, unvan ve
imkân gibi dışsallıkların etkisiyle değil, sahneden inerek bunları bir kenara
koyduğumuzda görebiliyoruz.
Sahneden
ayrılmanın, mâkâm ve mevkilerden ayrılışların, gidişlerin de bir âdâbı ve
ahlâkı olmalıdır. Hattâ sahneden indikten sonra da bizi bekleyen bazı
imtihanlar vardır. Eğer sahnenin aldatıcı ışıltılarına fazlaca alışmışsak, bu
imtihanlarımız hayli ağır olacaktır.
Çok
sevdiğim bir söz vardır: “Adam dediğin
giderken belli olur…” İnsanları tanımak için sahnede oynadıkları rol,
aldatıcı olabilir. Adı üstünde, onlar iyi zamanların iyi rolleridir. Asıl
karakterimizi giderken ya da gittikten sonra belli ederiz. Çünkü artık sahneden
inmişizdir, rol oynamıyoruzdur, imkânlar kaybolmuştur ve kendi kendimizle baş
başa kalıyoruzdur.
Peki,
gitme âdâbı nasıl olmalıdır?
Gidişin
âdâbı
Gittikten
sonra iyinin ve doğrunun yanında olmak için ne yapmamız gerekir? Burada
yazacaklarımız, lâfta kolay şeylerdir ancak hepimiz için pratiğe dökülmesi açısından
zordur.
Bir
kere, daha gitmeden, sahnedeyken, geçiciliğimiz aklımızda olmalıdır. Yani
zamanı gelince sahneden ineceğimizi unutmamalıyız. Unutmayacağız ki, şatafatın
yanılsaması ruhumuzu ve bedenimizi kuşatmasın! Eğer sahneye yapışmamışsak,
oradan gitmek o kadar zor olmayacaktır.
Sahneden
inerken, kalanlar ve bizi seyredenlerden iyi ayrılmak gerekir. “Bizi neden
indiriyorlar?” diye indirenlere sitem etmek yerine, “Bizi sahneye çıkarmışlardı, sağ olsunlar, onların sayelerinde orada
biraz oyalandık, zamanı geldi ve iniyoruz” demeleri daha münasiptir. Nöbeti
bitirmiş ve bizden daha iyi rol oynayacak kişilere işi devretmiş oluyoruz. İyi
karakterli insanlar, sahneden inmeyi kabullenir, taraflarla helâlleşir, yeni
hesaplar açarak değil, tüm hesapları kapatarak gider. Hattâ gürültü patırtı
yapmadan, sessiz sedâsız çekilirler kenara. Sahneye sadece kendini yakıştırmak,
gitmemek için çaba harcamak, gitme sürecinde çirkinleşmek ve çirkefleşmek,
sahneye yeni gelecekler ve eski sahne arkadaşlarıyla kavga etmek, ona buna
sataşmak veya yol arkadaşlarıyla ilgili eski hesapları açmak, zayıf
karakterimizin açığa çıkmasıdır. Çoğumuzda bu böyle olur maalesef…
Gittikten
sonra da sahneden artık inmeyi kabullenip kendimizi başka meşgalelere
vermeliyiz. “Ah ben olacaktım ki şu
sahnede!” türünden hayıflanmaların olmaması gerekir. Bir zamanların şöhret
olmuş sanatçılarının unutulmayı kabullenmeyerek saçma sapan çıkışlarla gündeme
gelme çabaları gibi, kendimizi küçük düşürecek, güya hâlâ hayatta ve ayakta
olduğumuzu, etkimizin ve gücümüzün devam ettiğini göstermeye yönelik anlamsız
tavır ve davranışlar göstermemeliyiz.
“Çıkış
yapmak”, “tekrar gündeme oturmak”, “eski defterleri açmak”, “farklı bir şey
söyleyerek dikkat çekmek” de yine zayıf karakterli insanların stratejileridir.
Size danışılmadıkça, size yeni bir görev verilmedikçe, kendi iç dünyamızla baş
başa kalıp eski yaşadıklarımızdan kendimize dair ders çıkarmak, en isâbetli yol
olacaktır.
Son
olarak, eski yol arkadaşlarımıza karşı vazîfelerimiz bulunmaktadır. Boşanan karı-kocanın,
birbirinin en özel hâllerini diğer insanlarla konuşması ne kadar iğrenç ise,
bir zamanlar dâvâ arkadaşlığı yapmış insanların eski yaşadıklarını günümüzde
kavga vesîlesi olarak kullanmak da o kadar iğrençtir! Eski hatıraların da bir
hakkı ve hukuku vardır. Ve şimdinin meselesi olmamalıdır. “Vefâ” dediğimiz asil
hissiyat, bu durumlarda kendini gösterir.