BAŞLADIĞI ilk günden bu
yana özel bir kanalda gösterilen MasterChef Türkiye yarışmasını kaçırmadan
izliyor ve büyük bir keyif alıyorum...
Bu
haftaki yazımızda, yarışmanın favorileri arasında gösterilen Uğur Yılmaz Deniz
isimli yarışmacının seneler evvel sosyal medyada yer alan paylaşımları
nedeniyle diskalifiye edilerek elenmesini ele alacağız.
Kanalın
sahibi Acun Ilıcalı, gündemi epeyce meşgul eden ve bir sosyal medya linçine
dönüşen konuyla ilgili olarak, önceki gün Hürriyet'ten Ahmet Hakan aracılığıyla
üç başlıktan oluşan açıklamalarda bulundu:
“-Uğur’un ettiği
küfürler, kitlesel bir nitelik taşıyordu. Tepkisiz kalmamız, küfre sahip
çıktığımız anlamı taşıyacaktı ve bunu kimseye anlatamazdık!
-Kendisini ifade
etmesine imkân tanıyarak, yaşadığı derin pişmanlığı kamuoyuna yansıtmak
istedik.
-Biz her zaman
yarışmacılarımıza sahip çıkıyoruz. Tüm toplumu etkileyen samîmi pişmanlıktan
sonra Uğur mutlu ve bu konuyla ilgili bir mağduriyet yaşarsa ben yanında yer
alırım.”
Samîmi
açıklamalarından dolayı kendisine hem teşekkür etmek, hem de meseleye başka bir
perspektiften bakarak, bir gencimizin topluma kazandırılması adına affedilmesinin
mümkün olup olmayacağını ele alacağım yazımla ilgili görüşünü almak için
ulaştığım Ilıcalı’dan, yazıyı ele aldığım saate kadar bir dönüş olmadı.
Türklerin,
İslâm’la tanışmasından evvel de var olan gelenek ve görenek anlayışının,
bugünlerde inkıtaa uğradığına toplum olarak şâhit olmaktayız…
Yabancı
menşeli bir program olan MasterChef Türkiye yarışmacılarından Uğur Yılmaz Deniz
isimli gencimizin, ergenlik dönemi sayılabilecek yaşta sosyal medya hesabındaki
paylaşımlarının ifşa olması, yarışmadan diskalifiye edilmesiyle sonuçlandı.
Diskalifiye
haberi, 21 Kasım’da, kanalın başındaki Acun Ilıcalı’dan öğrenildi. Çekimleri
önceden yapılan yarışma, bir hafta boyunca Uğur’la sürdü. Tâ ki Pazar gecesi
yapılan elemeye kadar...
Bir
Anadolu gencinin zorluklarla dolu ilginç hayat öyküsünün kahramanı olan
Ilıcalı, idealist bir gencin hedefine ulaşmasında gösterdiği sebatı en iyi
bilenlerden biridir. Aldığı kararın yankı uyandıracağını da… Ama gariptir, o
gençlerden birini harcayan da bizzat kendisi oldu.
Yazımızda,
yapılan hatâ ve günahları elbette savunmayacak, yanlışa “Doğru” demeyeceğiz,
ancak Türk’ün töresinde, Müslümanın akîdesinde affetme geleneğinin yer aldığını
da unutmamamız gerekir.
“Harcamak”,
kestirme bir yol ve kolay bir seçenek gibi görünebilir, ancak affetmenin insana
verdiği hazzı başka hiçbir şeyde bulamayız.
Paylaşımlarda
adı geçen kurum ve kişiler toplumda karşılığı olanlardı ve inancımızla, ahlâkî
değerlerimizle örtüşmeyen cinstendi. Elbette bir refleks gösterilmeli ve bir
cezaî müeyyidesi olmalıydı, ancak ona sahip olma seçeneğimiz varken, reytinge
kurban edilen bir gencin onur ve izzetini ne yapacağız? Üstelik klavyeşörlerin “Vur!
Vur!” tezahüratları altında incinen “adâlet” ve “merhamet” kodlarımıza rağmen…
Alınan
kararı tasvip edenler olduğu kadar, ağır bulanlar da oldu haklı olarak. Ben,
kendimi ikinci şıkka daha yakın buluyor ve verilen kararın da orantısız olduğunu
düşünüyorum. Düşüncemin, karara karşı gelme olarak değil, daha ziyâde,
alternatif bir tercih olarak görülmesi gerektiğinin altını özellikle çizmek
istiyorum.
Bu
açıdan bakıldığında, hayâlleri uğruna istikbâlini yarıda bırakarak o yarışmaya
katılan bir gencimizin, seneler evvel yaptığı paylaşımları “affedilmez” bir hatâ
olarak görmek yerine, belki çok daha büyük bir ses getirmek adına “ders verme” seçeneğinin
baskın gelmesini beklerdim. Ama olmadı…
Tevbe-i
Nasuha
Elenen
her yarışmacıyı bağrına basan ve merhametten akan gözyaşlarına hâkim olamayan, aynı
zamanda birer baba olan usta şefler, o gün kafası giyotine yatırılan yarışmacıya
bırakın merhamet göstermeyi, üzüntülerini bile perdelemeyi tercih ettiler. “Sosyal medyada çıkan talihsiz haberleri
hepimiz biliyoruz. Bunun üzerine yarışmaya devam etmenin uygun olmayacağına
karar verdik” açıklamasıyla birlikte yarışmacının milyonların gözü önünde
hıçkırığa boğulmasına sebep oldular.
Ağlamanın,
özür dilemenin ve pişmanlığın hayâllerini geri getirmeyeceğini çok iyi
biliyordu Uğur, ama gerçeği “tecrübe” diyerek giyinirken, üzerindeki çok
sevdiği önlüğü çıkararak setten ayrıldı.
Bu
ayrıntıyı jüri üyeleri gözden kaçırmış olabilirler ama izleyicinin ekser kısmı,
bunu ayırt edecek hassasiyete sahipti.
Suçu
tamamen hatânın altında imzası olan, daha doğrusu toyluğu bulunan gence teksif
etme yerine, onu o hatâya iten mücbir sebeplere de bakmak gerekir.
İşte
tam bu noktada, merak edilen bir soru aklımıza düşüyor: Beynelmilel bir
yarışmanın yapım ekibinde yer alanların, takım oyunlarında ve bireysel performanslarda
programa katkı sunan, ödül alan, öne çıkan bir yarışmacıyı, yarışmaya dâhil etmeden
evvel iyice araştırmaları gerekmez miydi?
Deneyimli
bir televizyoncunun, bu ayrıntıyı gözden kaçırdığı için pişmanlık duyduğundan
ve bir sonraki yarışmada bunu dikkate alacağından eminim. Umarım, öyle olur.
Yazımızı, “İyiliğe iyilik, her kişinin kârı; kötülüğe iyilik, er kişinin kârı” vecizesi ile tamamlayalım…