GÜNÜMÜZDE yaşanan salgınlar
bizlere birçok gerçeği hatırlattı. Temizlik, dezenfeksiyon, kişisel korumalar
ve toplum sağlığı hakkında hiç konuşmadığımız kadar konuşuyoruz artık. Bazı
mesleklerin ne kadar riskli olduğunu bu süreçte anladık.
Her
mesleğin kendine göre riskleri vardır. Risk durumunu ağırdan hafife doğru
sıralarken meslek hastalığı, iş sağlığı ve güvenliği açısından sağlık sektörü
ilk sıraları alır. Çalışan personel, hizmet içi eğitimlerle son yıllarda çok
sıkı eğitimden geçiyor ve bu personelin kendi aralarında farkındalık düzeyleri
artıyor. Son zamanlarda yaşadığımız Covid-19 salgını da toplumsal bilincimizi
fark edilir düzeyde yükseltti.
İsterseniz
biraz objektif bir gözle bu sağlık sektöründe çalışan, her biri bizden biri
olan hemşire ve diğer sağlık personelini tanımaya çalışalım…
Sağlık
çalışanları
Hemen
hemen her ailede bir sağlıkçı vardır. Ya da yakın akrabalarında mutlaka o
meslekten biri mevcûttur. Bazen çok sevdiğimiz komşumuz, bazen de sadece
merhabalaştığımız, arada sırada yüzünü zor gördüğümüz bir şahıstır. Bazıları
emekliliği gelmiş, bazıları mesleğe yeni adımını atmıştır. Bazılarının hayat tecrübelerinden
faydalanırız; birçok işten anlarlar, topluma faydalı kişilerdir. Aileleri
vardır, sorumlulukları büyüktür, omuzlarındaki yüktendir suratlarındaki
düşüklük. Elleri yıpranmış, yüzleri solmuş, biraz dağınık, aceleci, pratik zekâlıdırlar.
En kısa zamanda en hayatî işi eksiksiz yapmaya alıştıkları için yemekleri de
acele yaparlar, acele yerler, acele içerler, acele evin bakımını yaparlar.
Kendilerine pek vakit ayırmazlar; ayırdıkları vakitte uyumaları, yeni nöbete
dinç gitmeleri gerekir.
Sağlık
çalışanları kendilerine pek özen gösterip bakım yapamazlar. Varsa eğer çok
süslü, bakımlı tanıdığınız hemşire, bilin ki ya müdürlükte görevli ya da idarî
kadrodadır. Sağlık sektöründe çalışan bu insanlardan doğal olarak çok beklenti
içine gireriz. Ne de olsa onlarla normal bir ânımızda değil, en çok yardıma
ihtiyaç duyduğumuz anlarda karşılaşırız. Herhangi bir sağlık sorunu yaşayınca
işin içine ruhsal durumlar da girer, hassaslaşırız, alacağımız olumlu bir
görüş, vaat ya da teselli, bizi yüzde elli iyileştirir.
Ama
sağlıkta verilen eğitimlerde, görevlilere teselli etmek ya da boş vaatlerde
bulunmak yasaklanır, “Profesyonel, net cümlelerle olabilecekler anlatılmalı,
yapılanlar netîcesinde olumluya gidiş yaşanırsa teşvik edilmeli” denir. Önemli
olan ilk görev hayat kurtarmak, iyileştirmek, sonra da toplum sağlığı için
kurallar koymak ve eğitimdir.
Tabiî
ki iletişim dersi, empati duyma, karşıdakinin duygularını anlama konuları,
psikoloji ve sosyoloji dersleriyle ayrıntılı olarak anlatılır. Sahada pratik
yaptıkça meslek mensubu tecrübe kazanır, insanları anlama konusunda aşama
kaydeder. Ama sahadaki işler her zaman kitaplarda yazdığı gibi olmuyor. İşin
iki taraflı boyutu oluşuyor; çalışan ve hizmet alanın psikolojisi, çevre ve
çalışma şartlarının ağırlığı devreye giriyor.
Bazı
sohbetlerde işitmişsinizdir, “Şu hemşirenin suratı sirke satıyordu, işini
yaparken yüzüme bile bakmadı. Otomatiğe bağlamış, sanki makine, insan değil
bunlar! Şey gibi bağırdı” türünden sözler… Buna benzer birçok şikâyet ve
dedikodu artıp gider. Ailedeki sağlıkçıya kötüler durursunuz meslektaşlarını.
Çoğu zaman sizi dinler ve susar. Çünkü bilir ki, bazı nöbetlerin yoğunluğundan,
benzer şeyleri o da yaşamıştır.
Hizmet
bekleyen olarak birçok konuda haklı olabilirsiniz, ancak hiçbir sağlık
personeli, hakikatte robot değildir. Çalışma koşulları ağır, nöbet saatleri çok
uzundur. Ayda on iki ve daha fazla nöbet tutabilir, gün aşırı nöbete gelip evdeki
zamanını uyku ile geçirerek aile düzenlerini kaybedebilirler. Çalışma esnasında,
görev dağılımındaki belirsizlik ve üst amirlerden, farklı unvanlardaki çalışma
arkadaşlarından psikolojik yıldırma ve hattâ mobbingle karşılaşabilirler.
Hastanın
sağlık çalışanına bakışı
Siz
serviste refakatçı olarak bir hastaya bakamazken, koca koridorda maraton koşar,
bazı acil durumlarda zamanla yarışırlar. Hasta odasında, “Ne olur sanki benim
de tansiyonumu ölçsen, kaç gündür hasta başında perişan oldum” derken hiç
aklınıza gelmez. Diğer odalarda biten serumlara yetişilecek, tedavi tepsisi
hazırlanıp saatinde yapılacak, ateş ve kanama takibi yapılacak...
Tam
tedavi ve servis düzeni sağlanmıştır ki, içeride ayrılan küçük odada çay
içeceklerdir veya mideler kazınmıştır da birer bisküvi yiyeceklerdir, o sırada gelip
geçip baskı yapılmaya başlanır “Bize ne zaman bakacaksınız?” diye. Bu her
serviste görülmez. Ameliyathane, acil servis, yoğun bakım, doğumhane gibi
yerlerde saatlerce gün ışığına hasret, tamamen elektronik cihazların, alârm ve
sinyallerin arasında geçirirler saatlerini. Gün ağarınca, evlerinde fırsat
bulurlarsa yatağa zor atarlar kendilerini.
Doktorla
ilişkinizin yanında hemşire ile ilişkiniz birbirinden çok farklıdır. Bazen şikâyet
edip birbirlerine düşürmekten zevk alırsınız. Oysa her ikisi de size hizmet eden,
hayat kurtaran insanlardır. Bu duruma alışmış olan meslek mensupları aldırış
etmez; önemli olan, işleridir. Sağlıkçılar bazı durumlarda hasta ile doktor
veya hasta yakını ile doktor arasında, hattâ daha nice insan arasında kalırlar.
Bazı
çalışma koşulları çok profesyonel ve huzurludur, bazılarıysa tamamen stres ve
mobbing dolu. Çünkü ego devreye girer, görev tanımına aykırı işler yapılması
istenir. Bazı anlarda çalışanların gülümsemesi şöyle dursun, kendi psikolojik
durumu bozulur. Kendi meslek haklarını savunacak meslektaşları arasında âmir
konumunda olanlardan destek göremezler. Daha da işler sarpa sarar, çünkü
istisnaî durumlar olsa da birçok idarî kadroda kişilik ve donanım bakımından
yetersizler iş başındadır. Sadece bulundukları konumu korumak için çaba sarf
ederler. Birinci basamak ile ikinci, üçüncü basamak arasındaki ayrım da
canlarını yakar. Meslek mensupları her göreve hazırken tüm iyileştirmelerde
birinci basamağın atlanması en büyük kırgınlıktır.
Çoğu nöbetlerde malzeme eksikliği ile cedelleşerek çalışırlar; prosedürler canlarını yakar. En çok da hasta ziyaretleri ve her gelenin hasta hakkında bilgi almak istemesi, bazı kurallara uyulması konusunda çıkan çatışmalar huzur kaçırır.
Sağlık
personeli, sağlık alanının isimsiz kahramanıdır
Kısacası,
aslında özünde ailenizin iyi bir ferdi olan bu insanlar, çok stresli bir
mesleğin içindeler. İsterseniz bugünden itibaren gözlemleyin, meslek
hastalıkları çok görülür onlar arasında. Ağırlık kaldırmaktan bel ve boyun
fıtığı, çok ayakta kalmaktan varis ve eklem ağrıları, tansiyon, şeker, kalp
rahatsızlıkları, depresyon, anksiyete ve radyasyondan dolayı kanserler görülür.
Sadece
meslek hastalığı ile kalsa iyi, sonucu ölümle biten salgın hastalık durumları
yaşanır. Salgınlardan kurtulsa da Hepatit, AIDS gibi daha birçok hastalık için
azamî dikkat göstermesi gerekir. Sınırda, savaşta, sahra hastanelerinde görev
alırlar. Bir düşünün, şu anda gerçekten olmayacak gibi geliyor bize, ama sadece
gözünüzde canlandırın; olağanüstü durumlar söz konusu oldu ve bulundukları yere
malzeme nakledilemedi, ülke çok zor duruma düştü ve yapacak bir şey
kalmadığında, elinde eldiven olmasa da hemen çıplak elle girişir, maske veya
ambu yoksa ağızdan ağza solunum yaptırır, olacakları düşünmezler. Önemli olan
hayattır, çünkü onlara bu öğretilmiştir, yemin etmişlerdir!
İstisnalar
kaideyi bozmaz, görevden kaçanlar, görev yerini terk edenler çıkabilir, ama
bunlar münferit olaylardır. Her meslek mensubunda mesleğin etik ve vicdanî
değerlerini içselleştiremeyenler çıkmaktadır.
Sağlık
sektöründe hiç adından bahsedilmeyen isimsiz kahramanlar vardır. Meslekler
sağlık camiasında bölünmüş, çok güzel bir ekip çalışmasına dönüşmüştür.
Mesleğinin adı ne olursa olsun, sonuçta hepsi de değerli birer ekip elemanıdır.
Doktordan hemşireye, ebeden anesteziste, şoförden hizmetliye, tıbbî sekreterden
güvenlik görevlisine, teknisyenden temizlikçisine hepsi de sektörün olmazsa
olmazıdır.
Hizmet
içi eğitimle riskler minimuma indirilmeye çalışılıyor. Peki, halkın bakış açısı
ve anlık tepkileri, sinirli taciz ve şiddet eğilimleri için ne yapılabilir?
Neden bu kadar tahammülsüz davranılıyor? Bir bankada, vergi dairesinde, okulda
ya da farklı kurumda sabırlı davrananların agresifliği ne ile açıklanabilir?
Sadece kendi sağlıkları için duydukları kaygı ya da yakınlarını kaybetme
korkusuyla açıklanabilir mi bu durum?
Bunun
toplum olarak yitirdiğimiz mânevî değerlerle alakası var gibi duruyor. Az
okuyup, az düşünüp kendi gönlünü ve aklını körelten bir toplumun şiddete
meyletmesi kaçınılmazdır. Uzun süre sosyal medyada oyalanıp, gösterişe çok düşkün
olunup, yüzeysel düşünülüp dedikodu kültürü yaygınlaşır ve her eğitim akşam
evlerde televizyon dizilerinden alınırsa, sanırım daha çok şikâyetçi olacağız
bu durumdan. Zira birçok dizide acı yaşayan her birey, hırsını sağlıkçıdan
alıyor.
Her şeyden önemlisi, insan hayatı ve toplum sağlığıdır. Bu da her ferdin sorumluluğundadır. Hastaların kurallara uyması ve kendi sağlığı konusunda biraz daha sabırlı ve bilgili olması sorunu çözecektir.
“Evde oturun” cümlesi hakaret gibi geliyor. Fakat artık afet ve acil durumlarda ne yapmamız gerektiğini öğrenmeli, sağlık bilincini içselleştirmeliyiz. Zira bilgi ve anlayış, en büyük değerimizdir.
Son
söz
Yine
bu konuyu bile konuşurken bir gerçeğe gelip dayanıyoruz: Biz, okuma kültürü
olmayan bir toplumuz. Sağlık programlarında, haber programlarında ve hattâ
sabah programlarında günün yarısını heba etmiş bir toplum olarak, oradan
öğrendiklerimizin ne kadar sağlıklı olabileceğini düşünmüyoruz.
İnsan,
toplum, doğa sağlığı, insan psikolojisi, yersiz ve gereksiz ilâç kullanma, gereksiz
sağlık kuruluşuna başvurma yahut insan biyolojisi hakkında ne kadar bilgimiz var?
Önce sağlıklı iletişim kurmayı, konuştuğumuz ve eleştireceğimiz her konuda
bilgili olmayı öğrenmeliyiz. Artık kurusıkı atan ve dedikodu üreten değil,
bilgi üreten bir toplum olmalıyız. Kitaplardan ve dergilerden uzak kaldıkça,
dünyada her geçen gün artan bilgiye erişemiyoruz. Medya ve sosyal paylaşım
sitelerinden aldığımız bilgiler ise eksik ya da yanlış oluyor. Hâlbuki biraz anlayış,
birçok sorunu kökten çözecektir.
Her
meslek, kuramlar ve kurallarla yürür. Nereye giderseniz gidin, oranın
kurallarına uymak zorundasınız. Kimse size anlayış göstermezken, o kimseler
için “Yüzüme bakmadı, surat astı/tersledi” demezsiniz. Ama sağlık kurumlarında
en ufak bir aksaklığı ve size karşı konulan sınırı özel algılayıp, ânında karşı
tepki gösterirsiniz. Bu da bu meslek mensuplarına haksızlığı beraberinde
getirir. Şu anki güncel olaylardan düşünerek örnekleri çoğaltabiliriz.
Günlerdir
yaşlısı ve genciyle “Sokağa çıkmayın, evde kalın” uyarısında bulunuluyor. Sağlık
kuruluşlarına gerekmedikçe gidilmemesi gerektiği vurgulanıyor. Ancak insanlar hayatlarına
eskisi gibi devam ediyorlar. Günlerce yurtdışından gelmiş insanlara “Sokağa
çıkmayın, sağlık kuruluşuna maskesiz gitmeyin” denilse de dinleyen yok! “Evde
oturun” cümlesi hakaret gibi geliyor. Fakat artık afet ve acil durumlarda ne
yapmamız gerektiğini öğrenmeli, sağlık bilincini içselleştirmeliyiz. Zira bilgi
ve anlayış, en büyük değerimizdir.