Safları bölen zanlar

Derdimiz vatan, bayrak ve iman. Derdimiz Filistin, Yemen, Afrika, Doğu Türkistan ve Arakan. Derdimiz İslâm’ın, Tevhid’in sancağını alaşağı etmeye yeminli düşman. Derdimiz Gazze’de ölümün binbir öyküsünü, yokluğun envaiçeşit anlatısını bir an evvel durdurabilmek. Birbirimizi yıkabilmenin sahte gururunda anlık ihtiraslara meylettiğimiz sürece bırakın uzakları, en yakınları bile yekpare bir düzende sabit tutamayız.

“HEP birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmran, 103)

Cenab-ı Hakk’ın, müminlerin birlik olmasına işaret ettiği ayetlerden biriyle girmek istedim söze. Zira içimize firak dikenleriyle nifak tohumları ekenler hayli fazla. Bilhassa hep beraber aynı yöne bakmamızın hayatî bir kıymet taşıdığı olağanüstü hâller vetiresinde, bizi birbirimize düşürecek zanların, ithamların ve kavga güdülerinin suç mahallini tespit etmek, bize can suyu etkisi yapacaktır. Ne var ki, nefsin en yokuşlu bulduğu yollardan biri de kendini hizaya ve sigaya çekmek.

Yine de bir yerden başlamazsak varoluşun mahiyetini süzemeyecek, toplum ve inanç şahsiyetinin mihenk taşlarını değeri altında heba etmiş olacağız. Ben bu kırgın hâdiseye teması, bir cerrahın elinde neşteriyle vücuda rikkatle dokunuşu kadar kudretli bir hayat membaı, can muhafazası ve dikkate şayan bir vakıa olarak görmekteyim. Bana tam şimdi, bir kalp dönümü yer ayırabilecek olan varsa, varlığına saldırı zannında savunma güdüsünü tetikleyecek ibarelerime, sabırla ve derunî bir adalet duygusuyla yaklaşmasını temenni ediyorum. Zira bu çuvaldız meselesi, yol aldığı hedefe göre ya her şeyi olması gereken boşluklara sığdıracak ya da bizi birbirimize bağlayan yolları bölük pörçük edip yürüyüşü namütenahi bir sekteye uğratacak.

Ne yazık ki hissedişlerimiz ve adalet duygumuz, her vaziyette kendini ibra edecek kadar tarafgir. Öyle ki, öfkeli, kırgın, kindar, nefret dolu, sitemkâr, satirik ve yargıcı kalp eylemleri haklılık kurgularıyla aklın defalarca kendini temize çıkardığı bir alan.

İnsan kızmayagörsün, yerkürede ve atmosferde daha evvel böylesi bir haklılık haykırışı çınlamamıştır. Kızgın ve kırgın bir zihin faaliyeti, kozmosun en haklı kıpırtısıdır. Fail, kâinatı didik didik edip de içini dışına çıkarmaya kalksa, daha haklı bir hareket izine rastlamayacaktır.

Vaveyla, bunların hepsi zandan ibaret. Her nefis, bir başka varlığa saldırı tutkusuna düştüğünde, fikrini dolduran idelerin ve kalbini kuşatan hissedişlerin bütünüyle yanılgısız olduğu yanılgısı bizi birbirimizden koparmakta, bizi bize düşman etmekte ve bizi aslî düşmana paramparça bir vaziyette teslim etmektedir.

Biz bizden birine taş atmakla uğraşadururken, düşmansa bütün hainliklere rağmen hedefe topyekûn kilitlenmeyi başarabiliyor. Nasıl olur da bunca firaka, bunca zannediş savaşlarına ve birbirimizi yara bere içinde bırakışımıza rağmen, omuz omuza vermiş düşmana karşı bir dik duruş pozisyonu alabiliriz ki?

Daha kendi tarlamızın sınırlarını belirlerken birbirimize düşüyor, nihayet hudutlarını belirlediğimiz tarlaya hangi tohumları ekeceğimiz hususunda zamanı tüketiyor ve bölük pörçük ekinlerin hasadında menfaat çatışmalarını, asırlık savaş meydanlarına benzetiyoruz. Bütün bu canhıraş mücadelemizle zamanı heba edip aramızdaki muhabbeti ve güveni yerle yeksan ederken, düşman cephesi sistemli ve nizamî tarlaların hasadından elde ettikleriyle yepyeni saldırı stratejileri geliştiriyor ve dağınık mevzilenmiş bizleri, birer birer yok ediyor.

Oysa bizler cemaatle Allah’ın huzurunda dururken bir arada olmanın Cennet müjdesinde yaşayıp gitmiyor muyuz? Sadece bir arada bulunmanın da yetmediği hakikatini, safların arasına ayrılık koymamak mecburiyetine akletmiyor muyuz? “Zannın bir kısmı günahtır” ayetinde buyurulduğu gibi, birbirimizin niyetine kadar ölçüp tartmanın ve zannettiklerimizle yargılamanın Cehennem kapılarını tıklatan bir gaflet olduğunu bilmiyor muyuz?

Oysa şöyle buyuruyor Yaradan: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tabiî ki bundan tiksindiniz. Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucurat, 12)

Rahmeti sonsuz Allah-u Teâlâ’nın emirlerine iman ediyor ama eyleme geçişlerde devasa fireler veriyoruz. Hakikî iman, ameli beraberinde getiren, her düşünce ve hareket kararı öncesinde kendini tartıp yoklayan bir zihin tertibi olmalı. Sadece dille iman edip de hareket silsileleri boyunca bütün aykırı davranışlarımız için kendimizi aklayacak, haklı sebeplerden ve bahanelerden gökyüzüne meydan okuyan kuleler yapacaksak, bir arpa boyu yol gidemeyeceğimiz gibi düşmanın mukavemeti karşısında ehliyetli ve yetkin olmamız da mümkün görünmüyor.

Derdimiz vatan, bayrak ve iman. Derdimiz Filistin, Yemen, Afrika, Doğu Türkistan ve Arakan. Derdimiz İslâm’ın, Tevhid’in sancağını alaşağı etmeye yeminli düşman. Derdimiz Gazze’de ölümün binbir öyküsünü, yokluğun envaiçeşit anlatısını bir an evvel durdurabilmek. Birbirimizi yıkabilmenin sahte gururunda anlık ihtiraslara meylettiğimiz sürece bırakın uzakları, en yakınları bile yekpare bir düzende sabit tutamayız.

Biz bu ayrı gayrılıkla bunu başaramayacağımız gibi, Cenab-ı Allah bu zelil vaziyetimizle bize yardım da göndermeyecektir. Büyük büyük adımlar atabilmenin, kâinata devasa bir inkişaf tesiri bırakabilmenin ve bütün zıtlıklarını rafa kaldırıp da zulümde el ele veren düşmanı alt etmenin yolu, evvelâ aramızda çığ gibi büyüyen bu nifak ve öfke çığlıklarının sesini kısmaktan geçiyor.

Allah’ın buyurduğu üzere dini bir bütün olarak kabul edip uygulamak, safları sıkı tutmak gerek. Hem dinimizi, hem vatanımızı bölük pörçük edip de kendi tuttuğumuz parçalarla birbirimize caka satmak, bize fayda getirmeyecek, aksine acımız ve kederimiz katmerlenecektir.

Zafer mi düşlüyoruz? Küffarı yüzüstü bırakacak kudret mi istiyoruz? Mazluma el olacak imkaân mı bekliyoruz? O hâlde, Gönülden O’na yönelin, O’na saygısızlıktan sakının, namazı kılın ve şirke sapanlardan, dinlerinde ayrılığa düşüp (her bir grubun kendindekini beğendiği) fırkalara ayrılanlardan olmayın” (Rum, 31-32).