
İnsan
neyi taşır?
İNSAN özünde değer/i
taşır. Taşıdığını hissettiği vakitler bir ömre bedel olabilir. Değeri bir
duraktan diğerine götürmek de öyledir. Hayatın içinde kısa bir an da olsa... İki
kutup arası mesafe de olsa... Değeri taşımak hesabı zor bir lütuftur. Mukabili
olmayan bir zenginliktir. Hâl böyle iken, insanın en çok bu zenginliğe gözü
kapalıdır. Zira o, özünde var olanı değiştirmekle de malûldür.
Bu
malûliyet, her şeyi yarım seviyede bırakır. Bu, insanı “iyiye” kanat çırpmaktan
da uzaklaştırır. Yetmeyip salt yeni tarifine tamahkâr hâle getirir. “Dönüşüm”
adıyla salt değişimi idealize ettirir. Hayatta
kalabilme, ayakta kalabilme… Nice dış gömlek nev’inden cümleler sarf
ettirir.
Elbette
insan yıkılmaz değildir. Bir yerden başlar. Bir yerde tökezler. Bir yerde
tekrar kalkar. Bir yerde tekrar başa döner. Ancak hepsinde daha çok hedef azmi
vardır. “Vardır” derken, olmalıdır. Hedeften bir muradı olmaz ise insanın, hepsinde
ayakta kalsa da yolda kalmış sayılmaz mı?
Ama öyle de
azizim... İmtihan...
Doğrudur.
İmtihan, neresinden bakarsak bakalım, zorlukla içkindir. Bu zorluk bahanelerle
süslenecek bir karakterden uzaktır. Ne ki insan bahaneye de çokça aşinadır. Kendine
mahsus olanı evrensel bile telâkki edebilir. Kendine ait fikre koşulsuz da bağlanabilir.
Evet, bu seviyeye kolaylıkla ulaşabilir. Hayâlini buna göre dizayn edebilir.
Dahası, hayâl sandığını bile buna ilâve edebilir. O yüzden kabul çizgisi buna
göre evrilebilir. İnkâr çizgisi de bununla beraber hareket edebilir. Biraz
ötede inkâr ve kabul daha da yaklaşabilir. Yaklaşma, kendisine kesişme-birleşme
noktaları tayin eder. Değerden uzaklaşma tam da burada başlamış olur.
Fikir,
argüman veya veri kullanımı
Değerden
uzaklaşma, beraberinde duruma odaklanmayı hızlandırır. Zamanla “duruma göre hareket etme” artar. Öyle ki,
bu, sübjektif ideal bakışa bile dönüşebilir. Kendini haklı görmeme argümanları
zayıflar. Her şeyde haklı olma galebesi güçlenir. Kalp ve vicdan buna epeyce
dirayet gösterir. Geçer akçesi yettiği kadar sınırlarını da zorlar. Günübirlik
çıkış kapıları da sunar. Ancak gün gelir, kalp, gizlice kenara çekilebilir. (Zira eli defalarca tutulmamak, kalbin
ritmine aykırıdır. Kalbin ruhuna aykırılık, mânâya meydan okumadır.)
Meydanda
kimse kalmayınca ahvâl değişir. İnsan, farkında olmadan... Ayakta kalma, kendi idealini yakalama sloganizmiyle yüzleşir. Nihayet
kendini pür kargaşalı efkâr tufanında bulur. Bir köşeden izleyici rolü edinir.
Bu, kendi kavrayışının güçlü olduğu kanaatini pekiştirir. Böylece her bilgiyi
arzusu yönünde şekillendirmeye başlar. Maalesef başladığı yerde kalmadan
ilerler. Fikre ve duyguya ait metalaşma eğilimi artar. Her fikri
yönetebileceğini düşünür. Her duyguyu yönlendirebileceğine inanır. Asıl yerine
taklit, taklit yerine asıl... Baş yerine ayak, ayak yerine baş... Ve
diğerleri... Artan şekilde yer değiştirmekten geri durmaz. Her cepheden değişse
de sabit nazar devam eder. Her şey değişse de yaklaşım biçimi değişmez.
Değişmediği müddetçe kemikleşme, karaktere devşirme hızlanır.
Safiyet/arınma
Bu
tablo zor. Bu noktada bir karaktere dönüşmek... En başa sadık kalırsak... Bir karakterle değişmek, safiyeti
kaybetmenin göstergesidir. Sözü dolaştırmadan söylemek gerekirse... Bir
safiyetle hemhâl olmuş olanla olmamış olan... Her şey bu ikisinin karşılaşması
ile başlıyor, bu ikisinin vardığı yer ile bitiyor. Bu karşılaşmaya göre…
Safiyetle hemhâl
olmayan için... Değişen
yeni dünya düzeni esastır: Bir yönüyle gerekli değilsen... Bir diğer ifadeyle,
bir yönüyle de olsa metalaşamıyorsan... Hangi çarkta ezildiğinin bir önemi yok.
Her ahvâlde sen, zaten ezilmelisin. Ancak bu benim için değilse, bu iyi
olmayandır. İyi olmayan budur. Safiyet üzere olan, sıfır noktasında devam
edebilir. Diğer ifadeyle, her şeyi temizleyerek devam edebilir. Gerekmeyen
unsuru dilediğince silebilir. Bunu bildiğimize göre, stratejiyi de buna göre
kurabiliriz. Ancak böylece kendi kurgumuz güçlü kalabilir.
Safiyetle hemhâl
olan için... İnsan
hayatta ne yaşayacağını her zaman bilemez. Bir yönüyle yürekli değilsen... Ancak
bakış açısını düzenleyecek hakikatle buluştuğunda... Ancak o vakit işler değişir.
Buluşamadığın her vakit, savrulmaların ortasında yalpalamaktan ibarettir. Zira
çevremizdeki çoğu şey kurgudan ibaret. Birçok açıdan sun’î oluşlar hayatımızı
düzenler hâle geldi. Başka bir tabirle, olmayanın teşrifatı yapılırken gerçek
olan iyice gizleniyorsa... Yine gerçek olan kendini gizliyorsa... Çoğu şeyin
ipini kaçırmışız demektir bu durumda.
Tablo
ne olsa da, her şey hatırlamakla tekrar başlayabilir. Hatırlayalım. İnsan... Düşer,
kalkar, tökezler. Kalkar, yola koyulur. Yolunu kaybedebilir. Yolunu aynı
çizgide değiştirebilir de... Nihayet safiyetini korumak için rafine kalmaya
çalışır. Burada safiyet, doğuştan gelen bir potansiyel de olabilir mi? Olabilir.
Ancak onu koruma çabası arınmaya işaret eder. Arınma, burada safiyeti parlatan
önemli bir unsurdur. İhtiyaç arz ettikçe arınma ihtiyacının artması da iyidir.
Ancak kendimizi arınmış bir alanda kabul
etmek... Bu, arınmayı bile metalaştırabilecek bir anlayıştır.
Profesyonelleşen
dünya
Profesyonelleşen
dünya bu kadar unsuru nasıl yönetiyor? Çoğu şeyi önce bir öngörü olarak
sunuyor. Doğrusu, bir keşif gibi arz ediyor. Bununla kalmıyor. Arzusunu
gizlemek için tavsiyelerde bulunuyor. Bu da yetmiyor. Dolaylı yoldan, bir
yönüyle de olsa dayatmalar başlıyor. İnsana ait olanla insanın arasını
soğutuyor. Sonra ikisinin arasını iyice açıyor. Yetmiyor. Arka plânda
yapabileceği diğer bütün eylemlere başvuruyor. Her mecrada yönetsel oyunlar
kurguluyor. İnsanı görsel, işitsel subliminal arızalara maruz bırakıyor. Ona
zerk edeceği zehri yavaş yavaş
veriyor.
Tablo bu!
Sistemlerin tıkandığı ve ilişkilerin
kilitlendiği bu tabloda, izlerin birbirine yaklaştığı noktada doğru izi
kaybetmek... Bu, bütün dengeleri daha da bozabilir mi? Evet, bozabilir. O
nedenle, buraya gelmeden, kalbi safiyete kavuşturacak izleri sürmek, bu
seviyeye gelmeden zihni arızalardan arındırmak elzemdir. Hayatı, onu kaybetmeden
yaşamayı bilmeyi, yaşarken tutabilmeyi, tutmadan taşıyabilmeyi, görmeden
okuyabilmeyi öğrenmek... İşleyen yeni dünya düzeni için değil, sayılı nefesimizi
ayakta tutabilmek için evvel şarttır!