Sadece sırtlanların yaşayabileceği kayalarda şirin bir şehir kurmak: İşte Mostar!

Mostar’ın pozisyonu, dünyada Müslümanların yaşadığı en hassas noktadır. Çünkü Mostar’ın Hum tepesinden batı bölümüne, Hırvatların çoğunlukta olduğu bölümünden o 33 metrelik haçtan Amerika’ya kadarki bölge Hıristiyan dolu. Mostar’ın doğu tarafında, üst bölgede bir tepe var; o tepeden Japonya’ya kadar Ortodoks dünyası… Ortada Batı ve Doğu Hıristiyanlık arasında sıkışmış bir toprak şeridi var. Bu şeritte dedelerimizin, mirasımızın en güzel örnekleri bulunuyor: Mostar’da Eski Köprü, Eski Şehir, Blagay’da Tekke… O doğal güzelliğine, o mağaradan çıkan nehir kaynağından Poçitelj’e gidersiniz…

BUGÜN İslam coğrafyasının ülkeler bazındaki sınırlarını düşündüğünüzde, aklınıza herhangi bir hudut tarifi geliyor mu? En doğudan en batıya veya en kuzeyden en güneye gözünüzün önüne getirdiğiniz ülkelere bakar mısınız? “Sınır karakolu” diyeceğiniz, “son kale” hükmünü oturtacağınız adresi söyler misiniz?

Mostar’ın öz evlatlarından Dr. Senad Hasanagiç ile Bosna-Hersek ve Mostar üzerine konuşurken, bu toprakların nasıl İslam ile şereflendiğini, bu toprakların insanlarının karakteristik özelliklerini, İslam düşmanlığını, İslam’a ihaneti, Osmanlı öncesi ve Osmanlı sonrasında sıkıştırılmaya çalışılan dini ve kimliği en duru hâliyle görmüş olduk.

Hasanagiç’in bu topraklardaki tarihî değişim ve oluşumları sergilerken getirdiği “Medine Sözleşmesi” örneğinden tutun da “son karakol” Mostar’ın yalnız sırtlanların yaşayabileceği bir kayalıkken ecdat tarafından nasıl bir şehre dönüştürüldüğünü öğreniyoruz.

Şimdi o çarpıcı tespitlerle dolu Senad Hasanagiç söyleşisini dikkatinizi bütünüyle celp ederek sunuyoruz…


“Tarihin derinliklerinden bugüne gelen ortak noktalarımız var”

·       Öncelikle Senad Hasanagiç’i tanıyabilir miyiz?

Mostar’da yaşıyorum ve şu an Lokal Kantona Meclisi’nde hukukî danışman olarak çalışıyorum. “Osmanlıların geniş anlamda ötekilere karşı davranışları” konusunda yüksek lisans ve doktora tezimi yaptım. Bu şekilde Mostar’ın geçmişiyle ilgili olayları ve gerçekleri tespit etmek için fırsat buldum…

·       Türkçeyi böyle güzel konuşmayı nasıl öğrendiniz Hocam?

Türkçeyi Türkiye’de öğrendim. 1993 yılında buradan ailemle sürgün edildim ve Türkiye’ye gittim. Batıya gitmek istemedim; daha doğrusu ecdadımızın izlerinde Türkiye’ye doğru yöneldik ve orada üç yıl geçirdik. Hayrabolu’da 9 ay, geri kalanını da Kırklareli’ndeki Gaziosmanpaşa Misafirhanesi’nde geçirdik.

Orada hükümetimiz yurtdışı bir okul oluşturdu. Ben Konsolosluğumuz tarafından lisenin müdürlüğüne atandım. Sonra Mostar’a döndük. Doğduğum ve savaştan önce yaşadığım Çapljina şehrine dönüşümüze Hırvat hükümeti izin vermiyordu. Benim Kanton’daki faaliyetlerim, idaresinde bulunduğum makam ve Türkler hakkında yaptığım programlar beni Mostar’da tuttu, bunun için Mostar’da kaldım. Çünkü yaptığım faaliyetlerden dolayı burada olmam bazı kolaylıklar sağlıyordu.

·       Belli bir dönem Mostar Radyosu’nda Osmanlı tarihi dersleri vermişsiniz, neden böyle bir şey yapmak istediniz?

Osmanlı tarihi dersleri olduğu söylenemez… Türkiye’yi, bugünü ve yarını anlatmaya çalıştım. Biz Boşnaklarla Türkleri bağlayan en önemli nokta, ortak geçmişimizdir. Demek ki değerlerimiz ve tarihin derinliklerinden bugüne gelen ortak noktalar var. Yani bu, her zaman benim için çok enteresan ve önemli bir konuydu. 6 sene boyunca bu programları haftada 1 saat şeklinde yaptım.

“Osmanlıların getirdiği, çok da yeni bir şey değil”

·       Bosna-Hersek tarihi hakkında bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Bazı tarihçilerimiz ve aydınlarımızın yazdıkları gibi her zaman mutlu ve azınlıkları kabul eden bir ülkeydi. Bosna Kraliyeti’ydi yani. Osmanlılardan önceki kraliyette Bogumiller yaşıyordu. O zaman hem Ortodoksluktan, hem de Katolik Avrupa’dan eziyet gören ve her zaman işkenceye bile maruz kalan bir yer. Bunun için o zaman bile Dubrovnık’ten geliyordu azınlıklar; orada Katolikler tarafından eziyet görenler Bosna’ya kaçıyorlardı. Osmanlıların gelmesiyle Bosna, zaten tam anlamıyla multi-etnik boyutlar kazandı ve 450 yıl, herkesin yaşayabileceği, fikirlerini söyleyebildiği bir ortamda yaşadı.

·       Osmanlı geldikten sonra bu coğrafyanın İslamlaşması nasıl bir süreç aldı?

Doktora tezimde vurguladığım İslam’ı kabul etme süreci, dünya çapında ortak özellikler taşıyor. Demek ki Muhammed Peygamber’den (aleyhisselam) sonra 15 yıl içinde, okyanustan okyanusa geldi değil mi? Bu, İslam’ın çok cazibeli özellikleri olduğu ve Müslümanların diğerlerine karşı davranışlarında bir yumuşaklık ve hoşgörü olduğunu gösteriyor. Çünkü başka şekilde böyle bir şey, bu kadar kısa zamanda gerçekleşmez. Demek ki bu, İslam’ı getirenlerin beğenildiklerini ve aynı boyutu Osmanlıların da yaşattığını gösteriyor. 

İslam’ın üç özelliği var: İlk özellik, tek tanrılı olması... İslam’ın temiz ve tek tanrılı olması, Hıristiyanlıkta olduğu gibi teslis şeklindeki ikilemler, anlaşılmayan noktalardan onu ayırıyor. Yani herkesçe kolay anlaşılan ve kabul edilebilen bir din… Başka unsurlar da daha önce Arapların konduğu İspanya veya Osmanlıların fethettikleri topraklara getirdikleri hoşgörü ile aynı boyutta.

Buna karşı lokal idarelerin kendi dindaşlarına karşı çok kötü davranması ve diğerlerine karşı hiç müsamaha göstermemesi, İslamiyet’in kabul edilmesine kolaylık sağladı. Demek ki bu önemli unsur, nerede olursa olsun ortak noktaları gösteriyor. Bunun için Bosna’da İslamiyet’in kabul edilme sürecinden bahsederken, ilk önce bu ortak noktalar vurgulanmalı. Zira aynı özellik, aynı kanıt, aynı belge ve diğer yazılan eserler esasında ortak olduğu görünüyor. Yani Osmanlıların getirdiği, çok da yeni bir şey değil. Peygamber Efendimiz’in getirdiği veya Arapların Endülüs coğrafyasında uyguladığı, İslam’da diğerlerine ve ötekilere karşı Peygamber Efendimiz’in pratik ettiği esaslara dayanıyor. Bu ne demek? “Medine Sözleşmesi” demek…

Peygamber Efendimiz’in Hıristiyanlara Saint Katerina Manastırı’nda, Hz. Ömer’in Kudüs’te, Selahattin Eyyübi’nin verdiği ve Osmanlı idarecilerinin devraldığı bir İslam bayrağı var. O devlet, en güçlü İslam Devleti olduğunda buna dayanıp aynı haklar verirken, İstanbul’un fethine kadar Fatih Sultan Mehmed’in Katoliklere İstanbul’da sunduğu aynı sürecin farklı noktalardaki tezahürüdür bu. Verilen esas haklar aynı; Muhammed Peygamber’den (s.a.v.) Fatih ve Bosna’ya verilen fermana kadar…

Biz genellikle Bosnalıların kısmen Bogumil mezhebine mensup oldukları için İslam’ı seçtiklerini düşünüyoruz…

“İslam’ın kabul edilmesinde hep maddî motifleri öne sürüyorlar ve konuştuğumuz noktaları tamamen inkâr ediyorlar”

·       O dönemlerde yanlış bir tabir mi?

Hayır! Bu sıraladığımız üç ortak unsur, yani İslamlaşmada ortak noktadan sonra lokal durumlara göre bu süreçler ve sebepler, birer kolaylık sağlama imkânı olarak sıralanabilir. Tabiî buradaki Bogumillerin mezhebi, her zaman Doğu ve Batı Hıristiyanları arasında sıkıştırılmış bir Hıristiyanlık kolu gibi. İslam’la ortak noktaları tabiî ki var. Günde beş kere Tanrı’ya ibadet etmek ve İsa’nın çarmıha gerilmediği inanışı, İslam’la ortak noktaları. Bu da doğal bir şekilde İslam’a daha yakın olmalarını sağladı.

İslam’a geçişleri kalabalık şekilde ve birden olmuyordu. Ama Bogumiller İslam’a geçince, Katolik veya Ortodoks olan komşuya da örnek gösteriyordu. İslam’ı beğendiklerini ifade etmek istemeyen tarihçiler ve diğer aydınlar, İslam’ın kabul edilmesinde hep maddî motifleri öne sürüyorlar ve konuştuğumuz noktaları tamamen inkâr ediyorlar. Ve Bogumiller ile Müslümanlar arasındaki benzerlikleri hep ihmal ediyor, sadece menfaat öne sürüyorlar. Yani “İslam Devleti’nde Müslüman olmak uygun bir şey, ama aslında bu da tamamen doğru değil” düşüncesi...

Cizye ve haraç gibi vergileri ödediler, ama diğer taraftan bu, Müslümanlar için zekât oldu. Hıristiyanlar ve buradaki Yahudiler savaşa ve hayat tehlikesine düşme olaylarından muaf değil mi? Müslümanların vazifesi, yani Macaristan’dan Yemen’e veya Afrika’nın ortalarına gitmek ve savaşmak vazifesi gibi vergi de mevcuttu. Demek ki bu motiflerde maddî olanların öne sürülmesi tam yerinde değil. Özellikle Batılı düşünürlerin ya da tarihçilerin öne sürdükleri motivasyon, öncelikle Osmanlıların Bosnalıları zorla Müslümanlaştırdığı, ikinci olarak da maddî getirisi çok olduğu için insanların rahatlıkla İslam’a geçtiği yönündedir. Ancak bu, yerinde olmayan bir iddiadır.


En önemli unsur: Din

·       Bugün algıladığımız manasıyla Boşnaklar bir millet, Hırvatlar bir millet, Türkler bir millet, Araplar bir millet… Ama bundan 400 sene evvel bu tabir, daha farklı şeyleri ifade ediyordu. Yani Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar, bir Slav milletinin farklı halkalarıydılar. Peki, bunu ayıran noktalar nelerdi?

Bosna Kraliyeti’nde Boşnaklar yaşıyordu. O dönemde Sırp ve Hırvat gibi terimler yoktu, kullanılmıyordu bunlar. Böyle bir durumu sabitleştirense Fatih Sultan Mehmed’dir. Demek ki ayrım, din esasında yapılır, etnik esasta değil. Zaten bu da İslam’dan kaynaklanan bir durumdur. Yani insanlara sorarsanız, “Ben Ortodoksum”, “Ben Katoliğim”, “Ben Hıristiyanım”, “Ben Müslümanım” cevabı alırsınız.

Ancak o dönemde Belgrad’dan güçlü bir milliyetçilik akımı başladı. Bosna’yı etkileme süreci ise 19. yüzyılın ortalarında… Aynı süreç Zagreb’den başladı. Bu etki ile birlikte, buradaki Katolikler kendilerini Hırvat olarak ifade etmeye başladılar. 19. yüzyılın en tanınmış Katolik aydını olan Papaz Ivan Frano Jukiç, eserlerinde şöyle yazıyordu: “Bosnalı Katolik, ‘Hırvat’ kelimesinin ne ifade ettiğini bile bilmiyor. Nerede kaldı kendini şöyle hissetmek?!”

Diğer tarafta Sırplardan kimse, burada tarih boyunca Ortodoks Boşnakların yaşadığını, Sırp diye bir milletin Bosna-Hersek’te olmadığını ve bunun, Sırp milliyetçiliğinin 19. yüzyıl ortalarında başlayan sürecinin yeni bir ürünü olduğunu kabul etmiyor.

·       Biz, “Boşnaklar Müslüman” diyoruz; 19. yüzyılda bir Hırvat, İslam dinine geçtiği zaman Hırvat Müslüman olarak mı kalıyor, yoksa Boşnak olarak mı adlandırılıyor?

Her zaman olduğu gibi, eski zamanlarda da en önemli unsur “din” idi. Yani o zamanki dil, yazı veya kültür gibi gelenekler, dinî bir boyut taşıyordu. Bunun için Bosna’da din değişimi ile etnik değişim de oluyordu. Yani buradaki Müslümanların gelenekleri kabul ediliyordu. Bu gelenekler hep din üzerindeydi; bayramlar gibi... Bu durum sık sık etnik hüviyeti de değiştiriyordu.

“Bosna’nın bütünlüğü algısı sarsılmaya çalışıldı”

·       Osmanlı bu bölgeden çekildikten sonra, Avusturya-Macaristan hüküm sürmeye başlıyor. O dönemde Müslümanların bu duruma tepkisi nasıl oluyor? Uyum mu sağlıyorlar, yoksa Osmanlı’ya bağlı kalmak için mücadele mi veriyorlar?

Bu bölgede eziyetler hemen başladı. Katolik prozelitizm ve İslam’a baskı başladı ki bu baskılar çok büyüktü. Bizim aydınlarımız o zaman bakana yazılar yazıp şikâyetlerde bulundular. Bu yazılarda baskıların nasıl olduğu açık bir biçimde görülüyor. Şüphesiz prozelitizm, yani kendi dinlerini kabul ettirme çabaları mevcuttu. Katolikler burayı nüfuslaştırmaya çalıştılar; her taraftan Katolik getiriyorlardı. Daha sonra dilimiz yasaklandı. Türklere karşı olumsuz eserler yazan Ivo Andriç adındaki kimse, lise diplomasının dil bölümündeki “Bosanski” yazısını bir kalemle çizdi ve üzerine “Sırpski-Crocski” yazdı. 1907 yılında Avusturya, resmen dilimizin ismini yasakladı.

·       Bu Slav dillerinin daha çok hâkimiyet kurması, Osmanlı’nın buradaki bir çok alana kazandırdığı kelimelerin, İslamî literatürün, kültürün yok olması manasına da geliyor sanırım…

Tabiî... Özellikle burada Osmanlı’nın etkisinin azalması, bu konudaki misaldir. Bu bağın kopmaması için en çok mücadele eden, Cabiç Efendi ve hareketidir. Mostarlı bir imam olan Cabiç’in istediği, Bosna-Hersekli Müslümanlar için yetkili olan kişinin İstanbul Müftüsü olmasıydı. Ancak Avusturya buna karşıydı ve kontrol edebileceği bir İslam organizasyonu kurmak istedi.

Cabiç Efendi (Ali Fehmi Cabiç) bir kere İstanbul’a gitti ve Avusturya-Macaristan bunu fırsat bilip onun Mostar’a dönmesini yasakladı. Bu, Avusturya’nın Bosna ile Türkler arasındaki bağın kopmasını ne kadar istediğinin göstergesidir. Bence Ali Fehmi Cabiç ve hareketi yeterli derecede analiz edilmemiştir.

·       Peki, Avusturya-Macaristan bu bölgeyi işgal ettiği zaman Bosna bölgesiyle Hersek bölgesinin direnişleri ya da bakış açısında bir farklılık söz konusu oldu mu?

Tabiî ki oldu. Vurguladığım bu dinî baskıların dışında, ilk defa Bosna-Hersek’in ismen bölünmesi de geldi meydana. Artık Bosna değil, Bosna ve Hersek oldu. Bu niçin yapıldı? Çünkü bir ayrılık meydana sokuluyordu. İnsanların zihinlerindeki toprak bütünlüğü, Bosna’nın bütünlüğü algısı sarsılmaya çalışıldı.

·       Berlin Antlaşması’nda şöyle bir madde vardı sanırım: “Bosna-Hersek, Avusturya-Macaristan’a verilecek. Ama buradaki Müslümanlar Halife’ye bağlı kalacaklar.” Ancak belli bir zaman geçtikten sonra, Avusturya-Macaristan şu anda da var olan Reisü’l-Ulema’yı tahsis ediyor…

Evet, dediğim gibi devletin idaresini kontrol edebileceği bir İslam organizasyonu oluşturmak istedi ve oluşturdu…

“Kim sıralayabilir Mostar’ın bütün güzelliklerini?”

·       Bosna-Hersek, Osmanlı dönemi ve şu anki edebî faaliyetleri arasında nasıl bir gelişme göstermiştir? Yani Osmanlı döneminde ne tür edebiyat çalışmaları yapılmıştır?

Her türlü edebî ve bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Bir dönem İstanbul’daki güzel makamlarda görev yapmış Şeyh Yûyo Mostar’a dönmek istediğinde, kendisine sorarlar: “Nasıl böyle güzel bir makamı ve yeri bırakıp Mostar’a gitmek istiyorsun?” O zaman Şeyh Yûyo şöyle bir cevap verir: “Hersek’ten rüzgâr beni çağırıyor...”

Bu bölgenin önde gelmiş şehzadeleri, vezirleri, ilim adamları var. Mostar, Osmanlı döneminde bunların yurduydu. Bu konuda burada her zaman güzel eserler verildi. Bugün bile bunlar memnuniyetle okunur. Derviş Paşa’nın, “Kim sıralayabilir Mostar’ın bütün güzelliklerini?” diye başlayan şiirini hatırlarız. Gerçekten Mostar’ın güzelliklerini sıralamak kolay değildir.

Osmanlı bölgeye ilk geldiğinde, buradaki Neretva nehri vadisinden geçti. Buralı olup “Hersekzade Ahmet Paşa” diye bildiğimiz kişi dört kez vezir oluyor. Bu durum Osmanlı’da her şeyi gösteriyor. Yani devletin zirvesine yeteneklerle gelebilmek çok önemli bir sır. Osmanlı döneminde, Balkanlarda bir çoban olan veya deniz sahilinde balık tutan çocuk, sadece yetenekleriyle vezir-i azam bile olabilir. Bu, bugünkü demokratik devletlerde bile zor gerçekleşen bir olay.

·       Osmanlı’nın son dönemlerinde belli aileler buradan göç etmeye başlıyorlar. Göçen bu insanlar, ilim hayatlarını İstanbul’da devam ettiriyorlar. Mesela Arif Hikmet Bey ve Mostarlı Ziyayî, bu son dönemde, aslen buralı olup göçmek zorunda olan kişilerden. Bu insanların eserlerini buradakiler ne kadar biliyorlar?

Sadece konu üzerinde çalışanlar biliyor bu isimleri...

Bogumillerin mezhebi, her zaman Doğu ve Batı Hıristiyanları arasında sıkıştırılmış bir Hıristiyanlık kolu gibi. İslam’la ortak noktaları tabiî ki var. Günde beş kere Tanrı’ya ibadet etmek ve İsa’nın çarmıha gerilmediği inanışı, İslam’la ortak noktaları. Bu da doğal bir şekilde İslam’a daha yakın olmalarını sağladı.

Bir Husein mücadelesi

·       Bu coğrafyadaki Boşnak dilinin gelişim sürecini anlatır mısınız?

Tarihî ve eski dokümanlardan Boşnakçanın her zaman mevcut olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Ve bu dil, her zaman “Boşnakça” olarak tarihî kaynaklarda geçiyor.

·       Alfabeden bahsedebilir misiniz?

Tarihçi İlber Ortaylı’nın anlattığı gibi dil, hakikî etnik hüviyetini ifade ediyor. Yani bir grup, hakikaten bir millet değilse, o zaman isminde bile bazı şeyler kullanılmıyor. İlber Ortaylı’nın da vurguladığı gibi, “Amerikalı” diyoruz, Amerika’da yaşadığını ifade etmek için; “Fransız” diyoruz, “Fransalı” demiyoruz. Yani onları kendi dilleriyle, kendi sağlam umumiyetleriyle adlandırıyoruz. Bir dil, bir millet için önemli bir etnik unsur olduğu için önce dilimize saldırdılar, Boşnakçaya.

Daha önce de dediğim gibi, Avusturya-Macaristan, dilimize “Sırpça-Hırvatça” ismini verdi. Bundan sonra bizim varlığımıza bile tahammül edememeye başladı. “Boşnak” milleti yok sayıldı. Yani ya Sırp ya da Hırvat olarak adlandırılıyorduk. Sırp Kraliyeti’nde de bu baskılar devam etti. Katliamlar ve Sbrenica soykırımına benzer olaylarla…

Tarihçiler soykırımda 10 olay olduğunu söylerler. İlk olay, Viyana bozgunundan sonra başladı. Macaristan, Lika ve Dalmaçya bölgesinde yaşayan Müslümanlar kayboldular, izleri bile silindi. Aynı metot Bosna’da da uygulandı. Yani ismimiz, kendimizi tanıtma hakkımız yok sayıldı. Sırpların etkin olduğu bölgelerde Sırp, Hırvatların etkin olduğu bölgelerde Hırvat olarak isimlendirildik. Sırp Kraliyeti bazı soykırımlar gerçekleştirdi. Türkiye’ye doğru göçlerimiz yoğunlaştı. Komünizm döneminde de olaylar böyle devam etti. 1971 Anayasası ile ayrı bir millet olduğumuz kabul edildi. Son savaşta, mücadelemizle kendi anayasamıza kendi ismimizi ve dilimizi geri aldık.

Bu süreçte, özellikle Mostar’da büyük bir milli mücadeleci olan Husaga Çişiç ismi önemli. Çünkü Yugoslavya’nın oluşturulmasında en çok mücadeleyi o verdi. Yugoslavya armasına beş meşale konuldu -5 milleti sembolize etmek için-. Bunlar arasında Boşnak milleti yoktu. Husein Çişiç, bizim için armaya 6. meşalenin koyulmasını istedi, ancak Tito’nun adamları onunla alay ettiler, izin vermediler. Bütün Bosna-Hersek’te, özellikle Mostar’da eski dönemlerden kalan Boşnaklara ait Osmanlı dönemi tarihî hazinesi olan anıtları, mezarları, camileri yok etmeye çalıştılar. Tek protesto edense Çişiç idi. O bununla ilgili güzel kitaplar yazdı. Bunlardan biri “Hersek Bosna’daki Mostar”, diğeri de “Bosna-Hersek Müslümanlarının Otonomi Mücadelesi” idi.

Onun eserleri şimdiye kadar yeterince incelenmedi. Komünizm döneminde Mostar, “Küçük Moskova” lakabını kazandı.

·       Türkçeyle Boşnakçanın tarih boyunca ne tür bir ilişkisi var?

Şkaljiç’in ünlü sözlüğünde, kullandığımız 5 bin Türkçe kelime sayıldı. Bunlar her yerde ve günlük hayatta kullanılabilen sözcüklerdir. Bu da demek oluyor ki, bu topraklarda Türkçe çok eski zamanlardan beri vardı. Ancak bilgisayar çağı ile birlikte yeni nesil, bu kelimeleri yavaş yavaş unutup yeni bir dil, teknoloji dili kullanmaya başlıyor…

·       Bir Boşnak Müslüman olarak siz de normal bir insandan daha fazla Türkçe kelime kullanıyorsunuz. Bu Türkçe kelimelerin bu topraklarda yeniden ihya edilmesi gerekli mi sizce? Gerekliyse ne tür çalışmalar yapılmalıdır?

Genç nesil Türkçe kelimeleri kitaplardan ya da bilgisayardan okumazsa, bu kelimeler onun dünyasına giremez. Türkçe, tüm yazılı eserlerde, bilgisayarlarda, iletişim ağlarında yer almalıdır. Ancak bu şekilde Türkçe ihya edilebilir…

·       Özellikle dizi altyazılarında denk geldim; Türkçe bir dizi diyaloğunda “Hayırlı sabahlar” cümlesi geçiyor ama Boşnakça altyazısında “Dobro jutro” diye yazılıyor...

Evet, komünizm döneminden bu yana Boşnaklar, ecdat değerlerinden kaçmaya, yeni kelime ve tabirler kullanmaya başladılar.

·       Mesela Ivo Andriç, “Drina Köprüsü” ile Nobel Edebiyat Ödülü alıyor. Bu eserinde 250 kadar Türkçe kelime kullanıyor ve bu kelimeleri kitabının arkasındaki sözlükte listeliyor. O kitaptaki kelimeler, buradaki gençler tarafından biliniyor mu?

Bence çoğu bilinmez…

·       Mesela “kapı” kelimesi… Eski nesil kullanıyor ama yeni nesil…

Bizde “kapiya” tamamen unutulmadı. Avlunun girişi olan “kapiya” hâlâ kullanılır. Ancak kelimelerin çoğu yavaş yavaş unutuluyor.


Mostar’da kültür hayatı

·       Mostar’daki kültürel hayata gelelim… Burada toplum ikiye bölünmüş vaziyette; iki toplumunda kültürel faaliyetleri, yaşayışları hakkında nasıl bir değerlendirmede bulunursunuz?

Savaş ve savaş sonrası dönemde ilişkiler kopuktu. Ancak son zamanlarda tiyatro olsun, bazı ressamların eserlerinde sergi olarak birleşmeler ve beraber çalışma çabaları olsun, bazı şeyler mevcut… Bu, ilerleyen zamanda daha da gelişecek gibi görünüyor. Zamanla sanat konusunda ortak bazı dernekler oluşturulabilir. Bu herkesin menfaatine olur...

·       Şu an Mostar’da iki büyük tiyatro var; biri Hırvat, diğeri Boşnak tarafında… Devletin bu tiyatroları teşviki konusunda bir ayrım söz konusu mu?

Formalite olarak aynı bütçe, ama savaşın yaraları hâlâ mevcut... İdareciler arasında bile bunu istemeyenler var. Ancak bu durum eşit olmazsa süreç zarar görür.

·       Son birkaç yıl içerisinde Bosna-Hersek’le Türkiye’nin kültürel manada yaptığı çalışmalar var. Yunus Emre Enstitüsü, Mostar’daki Türkoloji bölümü de bunun bir parçası. Sizce ne tür faaliyetler Türkiye ile Bosna-Hersek ilişkilerini güçlendirebilir?

Büyük bir ilerleme oldu, bu faaliyetlerden çok memnunum. Savaştan önce aramızdaki ilişkiler tamamen kopuktu. Ben savaştan önce Çapljina’da Boşnakların Preporod Kültür Derneği Şubesi’nin başkanıydım. Bazı araştırmalar yapıp Türkiye arşivlerinin burayla ilgili belgelerinin ülkeye getirilebilmesi için Türkçe bilen birilerini aradım. Stolac’ta sordum, yoktu. Ljubuşki’de de öyle... Mostar’da modern Türkçeyi konuşan yoktu. Demek ki Orta Güney Hersek’te kimse Türkçe konuşmuyordu. Bugün ise Türklerin bu bölgelerde etkin olması ve Türkçe derslerin verilmesinden çok memnunum. Bunun daha da gelişeceğini düşünüyorum.

·       Gözlemlediğimiz kadarıyla Türkiye’nin buraya bir ilgisi var ama Saraybosna’ya daha çok, Mostar gölgede kalıyor. Bu hususta Türklere neler söylemek istersiniz?

Saraybosna, Bosna-Hersek’in merkezidir. Orası kendini her açıdan savunabilir ama Mostar daha hassas bir pozisyonda. Mostar’ın pozisyonu, dünyada Müslümanların yaşadığı en hassas noktadır. Çünkü Mostar’ın Hum tepesinden batı bölümüne, Hırvatların çoğunlukta olduğu bölümünden o 33 metrelik haçtan Amerika’ya kadarki bölge Hıristiyan dolu. Mostar’ın doğu tarafında, üst bölgede bir tepe var; o tepeden Japonya’ya kadar Ortodoks dünyası… Ortada Batı ve Doğu Hıristiyanlık arasında sıkışmış bir toprak şeridi var. Bu şeritte dedelerimizin, mirasımızın en güzel örnekleri bulunuyor: Mostar’da Eski Köprü, Eski Şehir, Blagay’da Tekke… O doğal güzelliğine, o mağaradan çıkan nehir kaynağından Poçitelj’e gidersiniz…

Rahmetli Hakkıverdi’nin söylediği gibi, sadece sırtlanların yaşayabileceği bu kayalarda şöyle bir şirin şehrin Osmanlı döneminde yapılması... İşte bunlar hep iki medeniyet arasında sıkıştırılmıştır! Bu, çok hassas bir pozisyondur.

Tarih, bize belli aralıklarla varlığımızı bu topraklardan silebilmek için savaşlar açıldığını gösterir. Katliam ve sürgünlerle kültürel mirasımızın izlerini silmeye çalıştılar. Bunun için Mostar’ın desteğe ihtiyacı var. En hassas nokta da budur! Mostar güzeldir; bunu Türklerin bilmesi ve var olma mücadelemize destek vermeniz lazım…

·       Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türklerin burada olması, bu röportajı gerçekleştirmesi bizlere desteklerini gösterir. Bütün Türkleri selamlıyorum! Kardeş milletimiz güçlü oldukça, bu bizlere de güç verecektir. Bunun için Allah’tan, Türkiye’nin iyiliğini ve ilerlemesini istiyorum.

·       Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim…

Ben teşekkür ederim…