İSLÂM’A ve
Hazreti Muhammed’e (sav) yönelik bitmek bilmeyen hakaretleri, Fransa ve
Türkiye’yi bir kere daha karşı karşıya getirdi. Sadece Türkiye değil, birçok
konuda ters düştüğümüz Müslüman ülkelerin de halkları Fransa’ya karşı ortak bir
dille sesini yükseltmeye başladı. Bu ortak dil ise Fransız mallarına
uygulanmaya başlanan boykot…
Öncelikle bilmeliyiz ki,
devlet eliyle bir ülkenin mallarına boykot uygulamak zannedildiği kadar kolay
değil. Dünya üzerinde ticâretin de yazılı ve etik kuralları var. Bu kuralları
çiğnemenin de ekonomik ve siyâsî sonuçları olacağını öngörmek o kadar zor
olmasa gerek.
İşte bu sebeple Erdoğan,
vatandaşa “Fransız mallarını almayın!”
çağrısı yapmakla yetinmek zorunda kalmıştır. Şimdilik…
Devletin yapabileceği,
devlet ihalelerinde Fransız şirketlerini elemek, varsa ithalat kolaylıklarını
kaldırmak, şartlar müsaade ederse kota uygulamak ya da ilâve vergilerle fiyat
cazibesini ortadan kaldırmakla sınırlı kalacaktır.
Mevcût ticârî anlaşmaları
yok saymak, Fransız mallarının ülkeye girişini topyekûn engellemek, Fransız şirketlerinin
Türkiye’deki yatırımlarını durdurmak gibi alternatifler ancak ve ancak sıcak
savaş şartlarında mümkün olabilir.
Evet, Cumhurbaşkanı’nın
yaptığı çağrı, sivil topluma yapılmış bir çağrıdır. Benzer boykot haberleri
Mısır’dan İran’a, Libya’dan Ürdün’e birçok Müslüman ülkeden gelmekte ve özel
sektör bu konuda büyüyen bir tepki göstermektedir. Bu tepkilerin ardından
Macron, Arapça bir sosyal medya mesajı atarak ateşi söndürmeye çalışsa da
Dinimize ve Peygamberimize yapılan hakaretleri fikir hürriyeti gibi gösterme
gayreti, sonucun değişmesine yetmemiştir. Ne acıdır ki, İslâm’a yapılan bu
hakaretler bile muhalefetin iktidarla aynı dili konuşmasına da yetmemiştir!
Kılıçdaroğlu, boykot
çağrısına alaycı bakışını şu sözlerle taşıdı grup toplantısına: “Beyefendi,
‘Fransız mallarını boykot edin’ diyor. Vatandaşta Fransız malı alacak hâl mi
kaldı? Sen uygularsın kardeşim, saray sosyetesi uygular. Emine Hanım’ın çantası
var, 50 bin dolar... Onu da sarayın bahçesinde yaksın, protesto etsin. Biz
ülkelerin barış içinde yaşamasını isteriz.”
Yani diyor ki, “Bırak bu
boykot işlerini”…
Kemal Bey! O boykot
çağrısı, Dinini, Peygamberini seven vatandaşa yapıldı zaten. Niye üzerinize
alındınız ki?
Bu arada, Parti Sözcüsü
Öztrak ise grup toplantısından bir gün önceki basın açıklamasında kısmen boykota
cevaz veriyor, ancak işi çocuk oyununa döndürüp, “O yaparsa sen de yap” mealinde cümleler kuruyordu.
CHP’ye sormak lâzım;
Fransızlar İslâm’a hakaret etti diye biz de Hıristiyanlığa mı hakaret edelim
yani? Biz sadece bize düşmanlık edenlerin yaptığı şekille mi tepki verebiliriz
onlara?
Bu şuna benzer: Adam
arkadaşına küfür eder, arkadaşı da ona vurur. Adam der ki, “Ben sana vurmadım”.
Arkadaşının cevabı
basittir: “Ona bakarsan ben de sana küfür
etmemiştim!”
Fransa’nın kuyruk acısı
Dünyanın İngiltere’nin
ardından en büyük ikinci sömürge devleti olan Fransa, zaman içinde sömürdüğü
bölgelerin bir kısmından çıkmak zorunda kalmıştır. Hâlen vergi almaya devam
ettiği bazı Afrika ülkeleri olsa da önemli kaleleri artık ellerinde değildir.
Hâlbuki Fransa, bu sömürgeleri sayesinde hem Afrika’nın, hem de Akdeniz’in
anahtarını elinde tutmaya, buraların tabiî zenginliklerini kendi hesabına
kullanmaya alışmıştır yüzyıllarca.
Ancak Osmanlı’nın zayıf
düştüğü dönemlerde sömürgecilikle gücüne güç katan Fransızlar, bugünkü Türkiye
politikaları sayesinde elindekileri de kaybetme korkusu yaşamaya başladılar.
Erdoğan’ın Libya’ya kol kanat germesi, Kıbrıs politikası sayesinde adadaki Türk
haklarını sonuna kadar koruması, yok olmak için gün sayan Esed yönetiminin
ardından Suriye’de söz sahibi olacak olması ve en önemlisi de Doğu Akdeniz’deki
petrol ve doğalgaz arama faaliyetleri, Fransa’nın -tâbiri caiz ise-
“kudurmasına” yetti.
İşte o Fransa, başındaki
faşist Cumhurbaşkanı Macron yüzünden her geçen gün daha fazla mevzi kaybeder,
daha fazla küçük düşer oldu! AB’nin büyük ortaklarından olduğu hâlde Türkiye
konusunda ortak tutum ve yaptırım taleplerine cevap alamadıkça, Türk kamuoyunu
ve Erdoğan’ı kışkırtarak haksız pozisyona düşürme gayretine girdi.
Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’yla
ilgili ilk yazımda, “Fransa bu işin
neresinde?” diye sormuş ve Ermenistan’ın perde arkasındaki en büyük
müttefikinin Fransa olduğunu söylemiştim. Ve Azerbaycan konusunda Ermenistan’a
destek olarak Türkiye’yi de savaşın içine çekmeye çalışacağını, bunun da
Akdeniz’deki cephelerde zayıflamamızı sağlamaya yönelik bir hamle olduğu
tahminimi aktarmıştım.
Artık bu tespitimde daha
da iddialıyım. Gerek ikinci vatanları sayılabilecek Fransa’da Ermenilerin
protesto yürüyüşü esnasında Türklere yapılan saldırılar, gerekse de tekrar
tekrar pişirilip önümüze koyulan karikatür terbiyesizliklerinin sebebi budur.
Adı konulmamış bir Halîfelik
sayesinde, aklı başında İslâm coğrafyasını etrafında toplama gücü bulunan
Erdoğan’ın, dinî değerlerimize yapılan bu tür saldırılara sessiz kalmayacağını
onlar da bilmektedir. Az önce yazdığım gibi, amaç Türkiye’yi kışkırtıp hatâya
sürüklemek ve bu sayede en azından AB’de yalnızlaştırarak cezalandırmaktır.
Bu boykot meselesi bir
bakıma Macron’un hesaplarını bozmuş oldu. Zira pandemi şartlarında ekonomik
olarak zaten sıkıntıda olan Fransa’nın yeni bir ticârî sıkıntıyla uğraşması pek
kolay olmayabilir. Evet, 2 buçuk milyarlık İslâm nüfusunun tamamını bu boykotta
görme şansımız olmayacaktır elbette. Ancak dost diye gördüğü Müslüman ülkelerde
bile halk tarafından boykotun teşvik ediliyor olduğu da göz ardı edilemez. Ve
Fransa’nın dış ticâretinde bu Müslüman ülkeler önemli bir yere sahiptirler.
Fransa’nın karşı boykot
hayâlleri ise AB’yi kapsamayacak şekilde güdük kalmaya mahkûmdur. Zira Türkiye,
Avrupa’nın en büyük tedarikçileri ve alıcıları arasındadır.
Peki, Fransız mallarına
boykot ne kadar uygulanabilir?
Şu âna kadar gördüğümüz
odur ki, boykot çağrısı bizde yapıldığı hâlde, halkları Müslüman olan diğer
ülkelerde çok daha etkili ve hızlı tepki verilmiştir. Bu tür protestoların çok
uzun süreli olmadığı, gerek arz-talep-fiyat dengesinin yönlendirmeleri, gerekse
tarafların çözüm arayışları esnasında verecekleri karşılıklı tavizlerin,
siyâsetin ticârete karışmaması şeklinde sonuçlandığı gerçeği unutulmamalıdır.
Bu arada Türkiye’de
uygulanan benzer boykotlarda beklentilerin altında bir sonuç verme alışkanlığı
vardır.
Sonuç olarak, bu boykot çağrısı doğru, haklı ve barışçıl bir tepki olmakla beraber, bu konudaki geçmiş tecrübelerimiz çok başarılı olmadığından beklentilerimizi karşılamayabilir.