SADAKAT, vefanın kardeşidir
elbet; ama hiç sınanmış bir sadakat ile sınanmamış bir sadakat bir olur mu?
Niçin “Yûsuf Peygamber” deyince aklımıza ilk önce “iffet” geliyor da “Musa Peygamber”
deyince aklımıza ilk gelen kelime bu olmuyor?
Yûsuf
Peygamber’i Rabbine sadakatiyle öne çıkaran o malûm olay, iffetsizliktense
zindana atılmayı tercih ettiği o olay olmamış olsa, yine zihnimizde böyle tesirli
kalır mıydı O’nun iffeti?
Bazı
hâdiselerin hikmeti geç kavranır. Ama insanın aklı yetmediğinden, ama o anki
duygu durumunda olay kavranamadığından… Öyle ya da böyle, iş işten geçer,
köprünün altından çok sular akar da ancak o zaman “Keşke”, yerini “İyi ki”ye
bırakır ya da zamanın da zamana ihtiyacı
olduğuna* kanaat getirilir.
Yûnus
Peygamber’i hatırlayalım: Ne yaparsa yapsın, gönderildiği toplumun Allah’a iman
etmediğini görünce tebliğ görevinden yılıp, bulunduğu coğrafyayı terk etme
kararı alır Yûnus Peygamber. Allah yolunda bir hicret eylemi değildir onunkisi.
Bir kaçıştır. Bir pes etme yöntemidir kendince. Vazgeçmedir. Bir yönüyle Yaratan’a
karşı gelme cüretidir, isyandır.
Peki,
balığın karnına girmese Yûnus (as) ve pişmanlık içerisinde ettiği tövbesi kabul
olup da yeniden kavmine nebî olarak gönderilmese, öfkenin hezimeti ve sabrın
kıymetini Yûnus Peygamber’den böyle etkili bir şekilde öğrenebilir miydik?
Hani
diyor ya Halil Cibran, “Hem yolsunuz, hem
yolcu./ İçinizden biri düştüğünde, arkasından gelenler için düşer o, taşa
takılıp tökezlememeleri için uyarır onları./ Ve önündekiler için de düşer,
ayakları kendisinden daha hızlı ve sağlam olsa bile, taşı yoldan kaldırmayanlar
için” diye…
“Yol”
olduğunu unutur da insan kapılırsa “keşke”nin cazibesine, işlevini yitirip taş
olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
“Yolcu” olduğunu unutup takılı kalırsa “keşke” durağında, yanlış biletlere davetiye çıkardığı yetmiyormuş gibi, yola devam etme azim ve isteğini de yavaş yavaş kaybeder.
Pişmanlık
hakkıyla tövbe için gereklidir, insanın kendine yenik düşmesi için değil.
Kuşkusuz bu tür bir yenilgi, ancak baş düşmanı ve onun müritlerini sevindirir.
İnsanın
kendini affetmesi, Allah’a olan güveninin ve sadakatinin gereğidir. Allah,
kullarına karşı çok merhametlidir. Kullarını da merhametli olmaya teşvik eder.
İnsan, başkalarına karşı merhametli olduğu kadar, kendine de merhamet
göstermelidir ki hatalar prangalara dönüşmesin.
Hataları
güzel işlere vesile kılmak, daha iyi bir insan olmak için bir basamak olarak
kullanmak da, hataların esiri olup kendi kendini zelil duruma düşürmek de
insanın elinde!
***
Geçtiğimiz
günlerde “Hachiko: Bir Köpeğin Hikâyesi” (2009) adlı filmi izledim. Hachiko’nun
hikâyesi bana, “Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek
olarak vermekten çekinmez” (Bakara, 26) ayetini hatırlattı.
Filmin
hikâyesi gerçek! Bu hikâye, ilk olarak 1987 yılında sinemaya uyarlanmış. Film
senaryolarında ufak tefek farklılıklar olmakla birlikte, 2009 versiyonunun daha
profesyonel bir film olduğunu söyleyebilirim, ancak konumuz bu değil.
1925
yılında, Tokyo’daki bir tren istasyonunda Profesör Hidesabura Uneo’nun “Akita”
cinsi yavru bir köpek bulmasıyla başlıyor hikâyemiz. Köpeği sahiplenen profesör,
ona Japoncada “sekiz tane” anlamına gelen “Hachiko” adını veriyor. Japonya’da
sekiz sayısının şans getirdiğine inanılıyor. Zaman içinde Hachiko ile Profesör
Uneo arasında özel bir bağ oluşuyor.
Hachiko,
işe trenle gidip gelen sahibini her gün tren garına gelip karşılamaya başlıyor.
Sahibiyle birlikte eve dönüyor. Bu böyle sürüp giderken, bir gün Hachiko’nun
tren garı bekleyişi sonuçsuz kalıyor. Profesörün vefat haberini alan aile,
denedikleri türlü çeşit yönteme rağmen Hachiko’nun bekleyişine engel olamıyor.
Hachiko,
tam 9 yıl sahibini tren garında beklemeye devam ediyor. Orada yatıyor,
kalkıyor. Çevredeki insanların verdikleri yemeklerle besleniyor. Gazetelere
konu oluyor. Onu görmeye gelenleri selâmlıyor. Tâ ki, yine bir gün ümitsizlik
içinde daldığı uykudan bir daha uyanamayıncaya kadar…
Bugün
Tokyo’nun Shibuya Tren İstasyonu’nda bulunan Hachiko heykeli, insanların
buluşma noktası hâline gelmiş durumda. Hachiko’nun sadakatinin, bu buluşmaların
üzerinde uzun vadeli etkisi olur mu dersiniz?
***
Sadakatin
sınanmışı mı, sınanmamışı mı daha makbuldür, tartışılır. Ama nihayetinde
sadakat kıymetlidir. Hele sadakatin Rahman’a olanı…
Sevgi,
muhabbet ve dostluğun boy verdiği yerde başlayan “Rahman’a sadakat” öyledir ki,
tüm ilişkilere sirayet eden bir güven ortamı oluşturur insanın etrafında.
Yanlış yapsa bile insan, tüm işlerinin Rahman’a döneceğini bilerek, hatasında ısrarcı
olmaz. Her hatasında Allah’a sadakati sınanır insanın. Hatadan her dönüldüğünde
ise Allah ile bağlar güçlenmiş olarak yola devam edilir. Yeter ki insan, sadakatin
en kıymetlisinin Her Şeyin Sahibine olduğunu unutmasın, unutursa da hemen
hatırlasın!
Sadık
kullarını müjdeleyen Rahman’ın sözleriyle yazımı bitiriyorum.
“Müminlerden
öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir
kısmı, verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit
olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23)
*Jose Saramago, Körlük