
İKİ kutuplu
uluslararası sistemin sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra
Rusya, kendi bölgesinde, yakın ve uzak coğrafyalarda etkin ve etkili olabilmek,
Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkeler üzerinde etkisini sürdürmek, emellerini
gerçekleştirmek adına “problemli alan yaratma stratejisi”ni geliştirmiştir.
Bu
stratejinin uygulamaları 1990’lardan bu yana Kafkaslarda; Osetya ve Abhazya,
Kırım Özerk Cumhuriyeti ve Çeçenistan ile son olarak Karabağ bölgesinde
kendisini göstermektedir.
Rusya,
sıcak denizlere açılma hedefi doğrultusunda bugün Suriye ve Libya’da da
“problemli alan stratejisi”ne uygulama alanı bulmaktadır. Bu strateji, çatışma
bölgelerinde huzur ve istikrarı “ulaşılamaz bir hedef” hâline getirmektedir.
Kafkaslardaki
problemli alan stratejisi
Rusların
“problemli alan stratejisi” uyguladığı Osetya ve Abhazya Cumhuriyetleri,
Rusya-Gürcistan geriliminin temel unsurudur. 2008 yılındaki Gürcü-Oset Savaşı’nda
Rus destekli Abhaz güçlerinin başlattığı operasyonla Yukarı Kodor Vadisi’nde kontrol
Abhaz milislerin eline geçince Gürcistan, Rusya ile olan tüm ilişkileri kesmiş,
Abhazya ve Güney Osetya bağımsızlığını ilân etmişti. Ne var ki, Rusya ve birkaç
devlet dışında bağımsızlıklarını kimse tanımıyor.
Günümüzde
Abhazya ve Güney Osetya, Rusya denetimindeki defakto bir bölge durumunda. Bu
bölgeler Gürcistan tarafından, “topraklarının çoğu Rusya tarafından işgal
edilmiş kendi egemenliğindeki topraklar” olarak görülüyor.
Sovyetlerin
dağılmasından sonra bağımsızlığını isteyen bir diğer bölge Çeçenistan, o günden
bu yana Rusya ile çatışma hâlinde. Rusya’ya karşı gerçekleştirilen Birinci
Çeçen Savaşı’nın ardından fiilen bağımsızlık kazanan Çeçenya, İkinci Çeçen
Savaşı’nda Rusya Federasyonu’nun kontrolü altına girdi. O tarihten bu yana sistematik
bir yeniden yapılanma ve yeniden inşâ süreci yaşansa da ülkenin dağlık
kesimlerinde ve güney bölgelerinde düzensiz çatışmalar devam etti.
Artan Çeçen eylemleri sonrası Rusya, Çeçenya üzerindeki hâkimiyetini sıkılaştırdı ve eylemlerle mücadele operasyonlarını bölge genelinde genişletti. Bölgede Rus yanlısı bir Çeçen rejimi kurularak 2003 yılında Çeçenya’yı Rusya ile yeniden bütünleştiren ancak sınırlı özerklik sağlayan bir anayasa referandumu yapıldı. Yüzde 90’ların üzerinde sonuçla Rusya ile bütünleşme isteyen referandum sonucunu Kremlin dışında çok az kişi âdil buldu. Çeçen sorunu hâlâ çözülemedi!
Kırım
bütün Karadeniz’i ilgilendiren bir sorun!
Sovyetlerin
dağılmasından sonra Ukrayna’ya bağlı özerk bir yönetim olarak varlığını
sürdüren Kırım, Rusya’nın hedefindeki alan olarak sürekli müdahalelere sahne
olan bölgelerden bir diğeri. Rus etkisinin artarak devam ettiği Kırım, 2014
Ukrayna Devrimi sonrası Rusya’nın askerî müdahalesine sahne olmuş, 16 Mart
2014’te yapılan referandum sonucu Rusya, 18 Mart 2014’te Kırım’ı ilhak etmişti.
Dünyada
âdil bulunmayan referandum sonuçları konusunda 27 Mart 2014 günü toplanan
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, referandumun yasal olmadığını belirten
bir karar çıkardı. İtirazlara kulak tıkayan Putin, kararname ile Kırım
Cumhuriyeti’ni egemen ve bağımsız bir devlet olarak tanıyarak Kırım ile
Sivastopol’un federal birim olarak Rusya’ya katılımını onayladı. Kırım sorunu
ise hâlen devam ediyor!
Yeni
problemli alan Karabağ mı oluyor?
Kafkaslar
bölgesinde Rusya’nın etkinliğini sağlamakta kullandığı “gerilimli alan
stratejisi”nin bir diğer uygulama alanı ise Dağlık Karabağ bölgesidir.
30
yıldır sözde Dağlık Karabağ Özerk Cumhuriyeti olarak Rus destekli Ermenistan
yönetiminde olan bölge, 2020’nin son çeyreğinde yeniden çatışmalara sahne oldu.
Ermenistan ordusunun 27 Eylül 2020’de Dağlık Karabağ’da Azerbaycan Ordusu
mevzilerine ve sivil yerleşim birimlerine saldırılarına karşı harekât başlatan
Azerbaycan, 30 yıldır Ermenistan işgali altındaki toprakların büyük kısmını
işgalden kurtardı.
8
Kasım’da Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin sözde başkenti Hankendi yolundaki
kritik öneme sahip Şuşa ilinin Azerbaycan Ordusu tarafından ele geçirilmesinin
ardından Rusya, bir kez daha devreye girdi ve 10 Kasım 2020 gecesi saat 00:00
itibariyle ateşkes ilân edildi. Böylece 2 bine yakın Rus askeri, Dağlık
Karabağ’a (Ağdere, Hocavendi, Hankendi, Hocalı) Barış Gücü olarak
konuşlandırıldı.
Bölgedeki
etkinliğini Azerbaycan’a kaptırma telâşındaki Rusya, Dağlık Karabağ’daki Rus
askeri sayısını kısa sürede, ateşkes anlaşmasında öngörülen rakamların iki
katına çıkardı. Dağlık Karabağ’ın statüsü tanımlanması konusunda da nihâî
hedefin “özerk cumhuriyet” modeli olduğu, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un
açıklamalarından açıkça görülebiliyor. “Karabağ Azerbaycan’ındır” diyen Putin,
Karabağ’a yerleştirdiği askerî unsurları ve geriye döndürdüğü on binlerce
Ermeni unsur ile burada özerk bir bölgenin altyapısını kuruyor.
Bölgeye Rus kontrolündeki güzergâhlardan taşınan Ermenilerin Azerbaycan tarafından terörist olarak tutuklandığı göz önüne alındığında, Rusya’nın bu bölgede sorunların çözümünden çok çözümsüzlüğü, huzur ve istikrardan daha çok çatışmanın devamını hedeflediği, “problemli alan stratejisi”nin Karabağ’da da tıkır tıkır işlediğini düşündürecek pek çok emâre olarak göze çarpıyor.
Rusya, Kafkaslardan sonra Orta Doğu ve Afrika coğrafyasında “problemli alan stratejisini” kolaylıkla uygulama alanı buluyor. Tüm bu bölgelerde Rusya’nın karşısında varlık gösteren tek ülke ise Türkiye!
Suriye’de
de aynı kurgu
Yine
problemli alanlardan baktığımız zaman, Rusya’nın Kafkaslardaki bu stratejiyi
Suriye ve Libya sahalarında da birebir uyguladığını görmekteyiz.
Rusya,
Suriye’de kurduğu Tartus ve Hmeymim Üslerinden Suriye sahasında etkili olmaya
başladığında sıcak denizlere inme hedefini gerçekleştirmişti.
Fırat’ın
batısındaki kontrolünü genişleten Rusya, ABD’nin çekilme kararıyla Fırat’ın
doğusunu da kontrol etmeye başladı. Ve bu bölgede Türkiye ile muhatap olduğu
alanlarda 3 ayrı problemli alan yarattı. Bu problemli alanlar “Tel Rıfat, Ayn
İsa ve Tel Temur” bölgeleridir.
Tel
Rıfat, Afrin’in hemen güneyinde; Ayn İsa, Tel Abyad’ın güneyinde; Tel Temur ise
Resulayn’ın güneyinde bulunuyor. Şu anda Barış Pınarı, Zeytin Dalı ve Fırat
Kalkanı Harekât bölgelerinde terör saldırısı amacıyla patlatılan araçlar, sivilleri
ve askerleri şehit eden saldırılar sonucu artan huzursuzluğa bakıldığında da
görülecektir ki, bu sorunlu alanlardan gelen terörist saldırılar yine Rusya’nın
stratejisi ile alan bulabiliyor.
Rusya,
gerilim stratejisiyle Türkiye’nin tesis ettiği güvenli alanlarda barışa ve
huzura zarar veren bir strateji izliyor ve bunu da bölgedeki kontrolünü
sağlamlaştırmak, masada ve sahada elini güçlendirmek için açıktan yapıyor.
Rusya’nın
Tel Rıfat’ın boşaltılması için hiçbir adım atmaması, Ayn İsa’yı elinde tutmak
istemesi ve M-4 karayolunun kontrolünü bırakmaya yanaşmaması, tamamen problemli
alan stratejisinin bir gereği olarak önümüzde duruyor.
Libya
aynı stratejinin kurbanı edilemez!
Bölgemizde
bir diğer sorunlu alan ise Libya coğrafyasında, Hafter terörünü sona erdirmekte
kritik noktalar olarak görülen Sirte ve Cufra hattıdır.
Rusya
kontrolünde olan bu iki bölge, Kafkaslarda ve Suriye sahasında olduğu gibi,
Libya’da da “problemli alan stratejisi”nin uygulama bölgesi hâline gelmiş
durumdadır. Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükûmeti güçlerini bu bölgede
durduran ve ateşkes ilân edilmesini sağlayan Rusya, toprak bütünlüğü sağlanmış
bir Libya’ya karşı parçalı bir Libya için çalışmalar yürütüyor.
Türkiye’nin
Libya’daki askerî destek üssü Vatiyye’ye karşı Cufra Hava Üssü’nü tanzim eden
Rusya, Hafter’i destekleyerek Libya’yı ikiye bölecek projeye açık destek
sağlıyor. Bugün Libya’da Hafter’i destekleyen diğer ülkeler olan Mısır,
Birleşik Arap Emirlikleri ve perde gerisinde Fransa, açıkça Rusya’ya hizmet
eder durumdadır. Bu ülkelerin desteğine karşın bugün Libya’da Hafter
destekçileri arasında toprak elde eden, üs elde eden, sıcak denizlere inmek ve
Akdeniz’i kontrol etmek için ve oradan da Körfez bölgesine Kızıldeniz
istikametinde ilerlemek üzere yerleşen tek ülke Rusya’dır!
Tobruk
ve Bingazi’de deniz üsleri, Cufra Hava Üssü, paralı askerleri ve diğer askerî
desteği ile Libya’da Hafter’e ait toprakları tamamen Rusya kontrol etmektedir.
Rusya’nın
ilerleyişi tesadüf mü?
Bugün
başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, Rusya’nın sıcak denizlere açılma hedefine
ulaşmasında engelleyici değil, yol açıcı ülkeler görünümü çiziyorlar. Suriye ve
Libya’daki varlığıyla Doğu Akdeniz’de söz sahibi hâline gelen Rusya, yeni
istikameti olan Kızıldeniz ve Körfez bölgesine doğru açılım politikası
yürütüyor.
Rusya,
Kafkaslardan sonra Orta Doğu ve Afrika coğrafyasında “problemli alan
stratejisini” kolaylıkla uygulama alanı buluyor. Tüm bu bölgelerde Rusya’nın
karşısında varlık gösteren tek ülke ise Türkiye!
NATO’daki
diğer hiçbir ülke, Rusya’nın bölgedeki etkinliğini yeni coğrafyalarla
genişleten stratejisi karşısında adım atmıyor.
Peki,
Rusya bu stratejiyi neden uyguluyor?
Masaya
oturduğu zaman, sahadaki faaliyetleriyle elini güçlendiriyor, muhataplarını
kontrol ediyor ve bulunduğu coğrafyalarda sorunlu alanlar bırakarak uygulamak
istediği politikalarda kendisine avantaj sağlıyor.
Batılı
ülkelerin yaptıkları hatâlar sonucu bu bölgelerde avantaj sağlayan Rusya, kendi
menfaat ve çıkarlarını gerçekleştirmekte zorlanmıyor. Tüm yaşananlara baktığımızda,
“Batı mı Rusya’ya destek çıkıyor ve Rusya’nın özellikle sıcak denizlere ve
Akdeniz’e inmesini sağlıyor, yoksa Rusya mı böyle bir strateji uyguluyor?”
şeklindeki soru akla geliyor.
Bu
soruya, olan bitene baktığımızda, Batı’nın bilerek veya bilmeyerek Rusya’nın
Akdeniz’deki hâkimiyetine büyük destek verdiğini söyleyerek cevap verebiliriz. Meselâ
Sudan’da yapılan darbeye ve sonuçlarına yakından baktığımızda, Rusya’nın bu
gelişmenin hemen ardından bölgede büyük bir deniz üssü kurması ve 300’e yakın
askeri göndererek bu üssü genişletmeye devam
etmesi, çok da rastlantı olmasa gerektir. Sudan’da darbeyi yapan Batılı ülkeler
olsa da, burada eli güçlü çıkan, menfaatini ve çıkarını gerçekleştirebilen
Rusya’nın Sudan’a kadar açılabilmesini sağlayan da Batı’nın ta kendisidir.
Rusya’nın
Sovyetlerin dağılmasından bu yana 30 yıldır uyguladığı “problemli alan
stratejisi” Kafkasları aşmış ve ilerleyişini sürdürüyor görüntüye sahiptir.
*Emekli Tuğgeneral