RUSYA’da kurulu komünist
düzen 1991’de çöktüğünde, 300 yıldır Türkistan’da devam eden Rus işgali ve yağması
da bitmiş oldu. Kazakistan da 1991’de böylece bağımsız olmuştur.
Stalin, “Türkistan” adını 1924’te tümüyle silmiş, onun yerine Kazakistan,
Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi isimleri uydurmuştu. Türk
cumhuriyetlerinin adları da, sınırları da Stalin’in yaptığı bir icattır.
Kazakistan, Türkiye’nin neredeyse dört katı büyüklükte bir yerdir. Buna
karşılık nüfusu 18 milyondur. Rusların Türkistan’ı işgal ettiklerinde en fazla
Rus nüfusunu getirip yerleştirdikleri ülke Kazakistan’dır. Bugün de Kazakistan
nüfusunun altıda biri kadarı Ruslardan oluşmaktadır. Aslında Rus nüfusunun
oranı daha fazla iken, 1991’de Kazakistan’ın bağımsızlığından sonra Rus
nüfusunun önemli bir bölümü Rusya’ya, geldikleri yere göç etmiştir.
Ruslar, kendi hesaplarına göre, Kazakistan’da yerleştirdikleri Rus nüfusu
ile işgallerini kalıcı hâle getirdiklerinden dolayı, Kazakistan’da Baykanor
Uzay Üssünü inşâ etmek başta olmak üzere, nükleer silahların yerleştirilmesi
gibi pek çok yatırım yapmışlardır.
Rusya 1991’de çaresizliğinden dolayı bağımsızlığını kabul eder göründüğü
ülkeleri, Gürcistan örneğinde olduğu gibi bazen işgal ederek, Ukrayna’da ortaya
çıkan örnekte ise bazen de iç savaşlar çıkarıp istikrarsızlaştırarak kendisine
bağımlı hâle getirmek için hemen hemen her yolu denemiştir.
İç çatışmalar, iç savaşlar ve isyanları, sonuçları ile birlikte ele almadan
açıklamak mümkün değildir. Kazakistan’daki olayların ardından, Kazakistan
Cumhurbaşkanı Kazım Cömert Tokayev’in daveti üzerine Rusya, Ermenistan,
Tacikistan ve Belarus, Kazakistan’a olayları yatıştırmak için asker
göndermiştir. Kendisi ayakta durmaktan aciz, aç sefil Ermenistan’ın
Kazakistan’a gönderdiği 70 askerle orada barışı nasıl sağladığı elbette mizah
konusudur. Belarus ve Tacikistan için de aynı durum geçerlidir. Ancak Rusya,
yanına bu tür ülkeleri alarak, güya tek başına hareket etmediği, bir ülkeler
topluluğu içinde davrandığını gösterme çabasındadır.
Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayev’in iç çatışmaları kendi imkânları ile
bitirme fırsatına sahipken, hemen Rusya’dan yardım istemesi, her yiğidin gönlünde
bir aslanın yattığı darb-ı meseline karşılık Tokayev’in gönlünde de Rus
ayısının yattığını göstermiştir.
Oysa iki ay önce, 11 Kasım 2021 günü İstanbul’da Türk Devletleri Keneşi
toplanmış, bu toplantıda keneşin adı da “Türk Devletleri Teşkilatı” (TDT) diye
değiştirilmiştir. Cumhurbaşkanı Tokayev de İstanbul’daki bu toplantıya katılmış,
bu kararları almıştır. Kazakistan’da çıkan karışıklıklar üzerine TDT’den ya da
komşusu olan Özbekistan veya Türkmenistan’dan yardım istememiş, boşalttığı
yerleri yeniden işgal etmek için bahaneler icat eden Rusya’dan yardım
istemiştir.
Kazakistan, sahip olduğu devasa yer altı kaynaklarından dolayı Rusya, ABD
ve Çin’in rekabet ettiği önemli bir ülke durumundadır. ABD’nin FETÖ gibi terör
örgütler aracılığı ile Kazakistan’da karışıklık çıkarıp oraya çökmeye çalıştığı
ihtimâli her zaman geçerlidir. Ancak Kazakistan’a ABD değil, gönderdiği
askerleri ile Rusya çökmüştür. Dolayısı ile Kazakistan’da ortaya çıkan
karışıklıkların bir ABD kurgusu olduğu ihtimâlini öne çıkarmak akla uygun bir
seçim değildir.
Rusya Devlet Başkanı Putin, bir ay kadar önce yaptığı bir konuşmada,
Kazakistan’ı “Rusça konuşan bir ülke” diye nitelendirmiştir. Nüfusun ancak
altıda biri Rus olan Kazakistan’ı durup dururken Rusça konuşan ülke saymak,
elbette siyâsî bir anlam taşımaktadır. Çünkü aynı Putin, Ukrayna’nın doğu
bölgesinde, Donbass’da meskûn olan Rus nüfusunu bahane ederek orada iç savaş
çıkarttırmış, fiilen Donbass’ı işgal etmiştir. Ve yine aynı Rusya, Ukrayna’daki
olaylar esnasında, Kırım’daki Rus nüfusu bahanesiyle Kırım’ı işgal etmiştir.
Benzeri ihtimâller fazlası ile Kazakistan’daki Rus nüfusun varlığı bahanesiyle
bu ülke için de geçerlidir.
Rusya’nın Kazakistan yer altı kaynaklarına çökmek için oradaki Rus nüfusunu
kullanarak etnik karışıklıklar çıkarması ve Kazakistan’ı bölme ihtimâli her
zaman geçerlidir.
Rusya’nın Kazakistan’a çökmesi, orada kendisi ile rekabet eden ABD ve Çin’i
de önemli ölçüde etkisiz hâle getirecektir. Çünkü fiilî duruma hâkim olan, her
zaman önde olur. Rusya’nın yeniden Kazakistan’ı işgal etmesi, TDT’yi de fiilen
çökertmiştir. Çünkü TDT’nin üyesi olan Kazakistan’daki olaylara TDT müdahale
edemediği gibi siyâsî bir karar da alamamıştır. Olaylardan ancak bir hafta
sonra TDT Dışişleri Bakanları Toplantısının hangi derde nasıl bir çare olacağına
olumlu cevap verme imkânı yoktur.
Türkistan’ı kurtarmak
SSCB’nin çökmesinden sonra, Türkiye’nin Türkistan siyaseti, oraları götürü
olarak FETÖ’ye bırakmakla sınırlı kalmıştır. FETÖ ise Türkistan’da ABD adına
faaliyet yapmıştır. Türk cumhuriyetleri idarecilerinin eski komünist liderleri
olması, Rusya taraftarı olmaları ve Türkiye ile fiilî bir kara bağlantılarının
bulunmayışı gibi nedenlerin yanında Türkiye’nin de terör ve askerî darbeler
gibi iç nedenlerle uğraşması, Türkiye’nin oralardaki etkisini hızla
tüketmiştir. Ortak bir alfabeye geçilmesini bile Türkiye temin edememiştir.
Her ne kadar Türk cumhuriyetleri Lâtin alfabesine geçmiş iseler de X, Q, W
gibi harfleri kullanmamakta ısrar eden Türkiye, ortak Lâtin alfabesine fiilî
bir engel oluşturmuştur.
Buna karşılık Türkiye, Türk cumhuriyetlerinde Atatürk büstlerinin dikilmesi
ve meydanlara, caddelere Atatürk adının verilmesi gibi önemli saydığı işlerle
otuz yıl boyunca uğraşmıştır. Oralarda dikilen her büst ya da meydanlara
verilen her “Atatürk” adı, Türkiye medyası tarafından önemli bir başarı olarak
haberleştirilmiştir. Türkiye böylece oralardaki meydan isimleri ve büstler ile
mutlu olma dönemini yaşamıştır.
Buna karşılık, önce Türk dili konuşan ülkeler, sonra Türk Keneşi ve nihayet
Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) kurulmasına öncülük eden Türkiye, bir iç
karışıklık ve dış saldırı olması hâlinde ortak bir müdahale gücü oluşturulması
gibi hazırlıkları yapmamış veya diğer ülkelere bunu kabul ettirememiştir. Rusya’nın
Kazakistan’a çöküp fiilî bir işgal oluşturması, aslında, TDT’yi fiilen
çökertmiştir. Oysa benzeri iç sorunları birkaç yıl önce Kırgızistan yaşamıştır.
Türkiye o tarihte de Kırgızistan’da olup bitenlere çok üzüldüğünü açıklamakla
yetinmiştir.
Bundan sonra TDT’nin aldığı bu yarayı ne zaman, nasıl tedavi ederek
kendisine güven duyulmasını sağlayabileceği sorusuna kısa sürede olumlu cevap
vermek zordur.
Türkiye, olup bitenlere uzaktan üzülmekle yetinmemelidir. TDT’yi daha
etkili ve dayanışma odağı hâline getirerek, hem o ülkelerin bağımsızlık ve iç
huzurunu koruyabilir, hem de Türkiye ile kardeşlik ilişkilerinin kalıcı
olmasını temin edebilir. Azerbaycan örneğinde olduğu gibi, geniş kapsamlı ikili
anlaşmalarla, bu ülkelerle yakınlığını temin edip kalıcı ve istikrarı sağlayan
bir sonuç alabilir.
Türkiye, Türkistan’a lâiklik ve Atatürk büstleri ihraç etme takıntısını
bırakmalıdır. Türkistan’da zaten heykelin, büstün olmadığı köy bile
kalmamıştır. Lâikliğin en acımasız hâlini Türkistan, SSCB işgal döneminde
komünistler eliyle yaşamıştır. SSCB kalıntısı şimdilerde Türkistan’da
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan gibi unvanlar taşıyanların neredeyse hepsi
gereğinden fazla lâiktir. Türkistan’da lâiklik, halkın hiçbir sorununu ne dün,
ne de bugün çözmüştür. Lâiklik Türkistan’da Rus işgalinin bahanesi ve örtüsü
olmuştur.
Yaşanan tecrübeleri hesaba katmayan Türkiye’nin bu dış siyaseti TDT için de
anlamsızdır ve zararlıdır.
Türk cumhuriyetlerinin sorunları çok daha başka ve köklüdür. Türk
cumhuriyetlerindeki yönetici seçkinlerin ortak özellikleri, SSCB döneminde
Komünist Partisi idarecisi olmalarıdır. “Bu yönetici seçkinler ne zaman
komünistlikten vazgeçmiştir, ne zaman bağımsızlık taraftarı olmuştur?” gibi
soruların inandırıcı bir cevabı yoktur.
Türkistan’da komünist olmak, Rusya taraftarı olmak demektir. Rusya
taraftarı yani Rusçu olanların “bağımsızlık lideri” diye takdim edilmeleri de
bu ülkelerin bağımsızlığı için apayrı bir felâkettir.
Türk cumhuriyetlerindeki yönetici seçkinlerin ortak özelliklerinden birisi
de komünist olmalarının doğal bir sonucu olarak baskıcı ve zalim bir idareyi
sürdürmeleridir. Komünist dönemde farklı görüşler ihanet sayıldığı gibi, farklı
görüşlerin sahipleri de hain olarak cezalandırılmışlardır. Bu yüzden komünist
idarelerde muhalefet basını, muhalefet partisi yoktur. Tek partili zulüm
yönetimleridir.
Türk cumhuriyetlerinde bu anlayışın bir sonucu olarak tek parti idareleri
kurulmuştur. Oralarda muhalefet yoktur. Muhalif olanlar ise kısa sürede can
derdine düşüp ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Türk cumhuriyetlerinin
hiçbirinde bu yüzden özgür seçim, özgür basın ve nihayet özgür muhalefet
olmamıştır.
Türk cumhuriyetlerindeki yönetici seçkinlerin ortak özelliklerinden
hatırlanması gereken bir diğer husus ise, onların ülkeyi kendi özel mülkleri
gibi görmeleridir. Ülke özel mülk olunca, örneğin başkent Astana’nın adı
anlamsız hâle gelmiş, Nursultan diye değiştirilmiştir. Bu değişiklik yapılırken
elbette kimse itiraz edememiştir. Sadece başkent Astana’nın adı değişmekle
kalmamış, bütün ülke onun özel bir çiftliği durumuna gelmiştir. Benzeri durum
diğer Türk cumhuriyetlerinde de görülmüştür.
Türkmenistan’da Şapar Murat kendisini “Türkmenbaşı” ilân ettirmişti. Bu
ismin “Türkmenlerin babası” gibi bir anlamı vardır. Türkmenlerin ülkesini talan
edip yağmalayan birisi, Türkmenlere baba yapılmıştır. Şapar Murat bununla
yetinmemiş, itinin bile heykelini başkent Duşenbe’ye diktirmiştir. Çünkü o,
sıradan bir it değildir, Şapar Murat’ın itidir. Şapar Murat, Ocak ayını
Türkmenbaşı, Nisan ayını Gurbansultan (annesinin adı), Eylül ayını Ruhname
(Şapar Murat’ın yazdığı kitabın adı) olarak değiştirmiştir. Türkistan’daki bu
uygulamalar, Türkiye’deki tek parti dönemi heveslilerini bile kıskandırmış,
“Ankara’nın adı ‘Atatürk’ olmalıdır” teklifini yaptırmıştır.