Rumeli’de Evlâd-ı Fâtihan izleri (2)

Ohri’nin etrafında kurulduğu ve adını verdiği göl, yanı başında bir şehir kurulmuş olmasına rağmen, dünyada benzeri az görülebilecek bir temizliğe sahiptir. Suyu içilecek kadar temiz, arı durudur. Göl kıyısında yağmalanmış hissini veren bir yapı, bina, lokanta, büfe, kafeterya benzeri bir yapı yoktur. Keşke Türkiye’den vali, kaymakam ve belediye başkanı statüsündeki yöneticiler, Ohri’yi gezerek bir göl nasıl korunur, etrafı yağmalanmaktan muhafaza edilir, gezip görerek bir kanaat sahibi olsalardı…

MAKEDONYA, “Kuzey” ve “Güney” şeklinde iki kısımdan oluşmaktadır. Güney, Selânik ve çevresi Yunanistan sınırları içinde kalırken; Kuzey ise yüzölçümü 25 bin kilometrekare olan bir bölgedir.

Aşağı yukarı Erzurum’un yüzölçümüyle aynı alana sahiptir.

Belli başlı şehirleri ise Üsküp, Kumanova, Kalkandelen, Gostivar, Debar, Ohrid, Resen (Resne), Kralova, Kocan, Veles, Negotino, Manastır, Strumica ve Bitola’dır.

Güneybatısında Ohrid ve Resne göllerinin etkisiyle oluşan kısmî bir ılımlı iklimi, hesaba katılmaz ise genel olarak karasal iklimin etkili olduğu bir bölgedir.

Nüfusu 2017 verileri ile Vikipedya tarafından 2 milyon olarak gösteriliyor. Nüfusun yüzde 64’ü Makedon, yüzde 25’i Arnavut, yüzde 4’ü Türk, yüzde 2,7’si Çingene, yüzde 1,8’i Sırp ve diğerleri de yüzde 2 ile açıklanmış.

Bu veriler, gerçeği karşılamaktan çok, Makedonların isteğini karşılayan rakamlar olmalı. Çünkü Makedonya’da dolaşan herkes Vikipedya’da açıklanan bu oranları şüpheyle karşılar.

Üsküp’te Mustafa Paşa Camii bahçesinde sohbet ettiğim, cemaatten “İbrahim” adlı bir Türk, Müslüman (Arnavut ve Türk) ve Hıristiyan olanların aşağı yukarı birbirine eşit oranda olduğunu söylemişti. Onun söylediği de biraz abartılı olabilir, fakat Vikipedya’nın ilân ettiği rakamların da abartılı oranları içermesi kuvvetle muhtemeldir.

Yine de özellikle Türk ve Arnavutların çeşitli tarihlerde Türkiye’ye göçlerine izin verilmesi, nüfus yapısını Makedonların lehine, Türk ve Arnavutların ise aleyhine etkilediği/değiştirdiği kesindir.

***

1999’da, Sırbistan’ın Kosova’ya saldırdığı dönemde Kosovalı Arnavutların bir bölümü Makedonya’ya sığınmıştır. Sığınmacı Arnavutların bir kesimi sonradan Kosova’ya dönmüş ise de dönmeyen kesim hâlen Makedonya’dadır. Bu da Makedonya’daki Müslüman Arnavut oranını etkileyen önemli bir nedendir.

2016’da yapılan seçimlerin sonunda ABD ve AB tarafından desteklenen “Sosyal Makedon Demokrat Birliği” adlı parti, hükûmeti kurmuştur.

Makedonya’da Müslüman deyince akla Arnavutlar (yüzde 71) ve Türkler (yüzde 12) gelse bile Roman (yüzde 8), Boşnak (yüzde 4) ve Makedon Müslümanların (yüzde 5) varlığı da yazılı metinlerde yer almıştır. Makedon Müslümanlar, Osmanlı döneminde ihtida etmiştir ve “Torbeşler” diye bilinmektedir.

***

Müslüman nüfus adacıklar hâlinde Makedonya’nın orta kesimine dağılmış ise de kuzeybatı kesiminde daha yoğun durumdadır.

Makedonya Müslümanlarının büyük çoğunluğu Sünnî-Hanefî iken, Halvetî ve Bektaşî tarikatlarının da etkili olduğu bilinmektedir.

Makedonya Müslümanlarının 13 müftülük ve 600 cami ile bağlı bulunduğu kuruluş, “Makedon Cumhuriyeti İslâm Dini Birliği” adlı kuruluştur. Bu kuruluşun başındaki yetkili ise, seçilmiş kişi olan Reisü’l-Ulema’dır.

Bektaşîler, Makedonya Hükûmeti tarafından tanınan “Bektaşiler Birliği” adlı kuruluşa bağlıdırlar. Birlik ise merkezi Arnavutluk’un başkenti Tiran’da olan Dünya Bektaşîler İslâm Birliği’ne bağlıdır.

Makedon Hıristiyanları, Ortodoks mezhebine bağlıdır. Ancak Makedon Ortodoksları 1967’de Sırp Ortodoks Kilisesi’nden ayrılarak kurulmuş olan Makedon Ortodoks Kilisesi’ne bağlıdır. Bu kilise, Ohri şehrindedir.

Makedonya’da dinî grupların oranları (nüfusları) kesin ve resmî bilgilere dayalı değildir. Birtakım anketlere ve araştırmalara bağlı olarak yapılan tahminlere dayalıdır bu bilgi.

Ohri

Makedonya 14’üncü yüzyılda Osmanlılar tarafından fethedilmiştir. Ülkenin güneybatısındaki Ohri de (Slav dillerinde “Ohrid”) 1395’te (Yıldırım Bayezid döneminde) doğrudan ve kesin olarak Osmanlılara bağlanmıştır. Rakımı 792 metredir. 55 bin nüfustan oluşmaktadır. Şehir, Ohri gölü kıyısında kurulmuştur. Ohri’ye gelen Müslüman Türklerin ardından Arnavutların da Müslüman olmaları ile zaman içinde Hıristiyanlar sayıca azınlığa düşmüştür.

Evliya Çelebi de 1670’de Ohri’deki Müslümanların, Hıristiyanların iki katı olduğunu yazmıştır.

Ohri, 29 Kasım 1912’de Birinci Balkan Savaşı’nda Sırplar tarafından işgal edilinceye kadar 500 yıl Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Şehirde Osmanlı döneminden kalan cami, tekke, hamam, türbe ve saat kulesi gibi eserler bulunmaktadır.

Ohri’nin Fethi’nden sonra camiye çevrilen Ayasofya, Sırp işgalinden sonra tekrar kiliseye çevrilmiş, cami içindeki minber 2001’de yıktırılmış, iç düzeni tümüyle kilise hâline getirilmiştir. Ali Paşa, Hacı Hamza, Haydar Paşa, Emin Mahmut, Hacı Turgut, Keşanlı ve Kuloğlu Camileri ile Zeynel Abidin Halvetî Tekkesi ise günümüze kadar gelmiştir.

Adı geçen camilerin bir kısmı yakın zamanlarda TİKA tarafından onarılmıştır. Ohri Çarşısı, diğer adıyla “Türk Çarşısı” da önemli ölçüde ayaktadır. Esnafı çoğunlukla Arnavut ve Türklerden oluşmaktadır.

Son yıllarda Ohri’ye giderek Eski Çarşı’da lokanta ve benzeri dükkânlar açan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da bulunmaktadır.

Şehrin her tarafında Müslümanların (Arnavut, Boşnak ve Türk) varlığı hissedilse de yine de azınlıktırlar.

Camiler oldukça bakımlı ve temiz durumdadır. Kalenin etrafındaki mahalleler, şehrin tarihî dokusunun toplandığı bir alandır. Koruma altında ve oldukça bakımlıdır.

Ohri’nin etrafında kurulduğu ve adını verdiği göl ise, yanı başında bir şehir kurulmuş olmasına rağmen, dünyada benzeri az görülebilecek bir temizliğe sahiptir. Suyu içilecek kadar temiz, arı durudur. Göl kıyısında yağmalanmış hissini veren bir yapı, bina, lokanta, büfe, kafeterya benzeri bir yapı yoktur. Keşke Türkiye’den vali, kaymakam ve belediye başkanı statüsündeki yöneticiler, Ohri’yi gezerek bir göl nasıl korunur, etrafı yağmalanmaktan muhafaza edilir, gezip görerek bir kanaat sahibi olsalardı…

Çünkü Türkiye’de Ohri gölü gibi bölgeler çevrelerinde durulamayacak ölçüde kirletildiği gibi, etrafları da sıra sıra lokanta ve büfelerin dizilmesiyle bir şekilde yağmalanmışlardır.

***

Kiril alfabesini geliştiren Clement, Ohrilidir. 10’uncu yüzyılda geliştirdiği alfabeye, hocaları olan Kiril ve Metodius’un adını vermiştir.

Bazı değişikliklerle bütün Slav toplulukları (Makedonya, Sırbistan, Ukrayna, Rusya, Bulgaristan) günümüzde bile bu alfabeyi kullanmaktadır.

Ohrili olup tanınmış önemli tarihî kişiler arasında Clement, Kiril ve Metodius’un adı da sayılmaktadır ve Ohri gölü kıyısında kocaman heykelleri bulunmaktadır.

Kiril alfabesi ise, aslında Türkiye’den gidenlerin başta trafik tabelâları olmak üzere gidenler tarafından pek çok yazının anlaşılmasını engellemektedir. Çünkü tabelâların önemli bir kısmı yalnızca Kiril alfabesi ile yazılıdır.

Zaten Türkiye’de kullanılan alfabe, komşu ülkelerden hiçbiri tarafından kullanılmamaktadır. Muhaliflerini İngilizci olmakla suçlayan dönemin iktidarının re’sen yerleştirdiği alfabe ise, tuhaftır ki yalnızca İngiltere’de kullanılan biçimi ile esas alınmıştır.

Tetova (Kalkandelen)

Ohri-Üsküp yolunda ise Türklerin Kalkandelen, Makedonların ise Tetova dediği şehir, Şar ve Suha Gora dağları arasındaki Polog vadisinde kurulmuştur.

Şehir, Yıldırım Bayezid döneminde Timurtaş Paşa tarafından tahminî olarak 1392’lerde fethedilmiştir. Şemseddin Sami’nin Kamûsü’l-Âlem’inde, Kalkandelen’in köyleriyle 40 bin nüfuslu olduğu ve çoğunluğun Türk ve Arnavut Müslümanlardan oluştuğu belirtilmiştir.

Birinci Balkan Savaşı sonunda (Kasım 1912) Kalkandelen de Sırplar tarafından işgal edilmiştir. Kalkandelen’de Cami-i Atik (Eski Cami), Saat Camii, Gamgam Camii, Alacalı Cami (Paşa Camisi veya Hurşide ile Mensure Kardeşler Camisi), Yukarı Çarşı Camisi, yine Kalkandelen köylerinden Recia’da Harabat Baba Tekkesi, Poroj’da Yarar Baba Tekkesi, Sipkovica’da Koyun Baba Tekkesi, Vrutok’ta ise Cafer Baba Tekkesi günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

Camiler içinde mimarlık özelliklerinin yanında iç ve dış süslemeleri bakımından benzeri nerede ise bulunmaz bir örnek olan Alacalı Camii ise bir sanat şaheseri durumundadır. Bir zarar uğramadan günümüze kadar ulaşmıştır.

Akşam namazında rastladığım cemaatin içinde Arnavut, Boşnak, Türk, hattâ Sırp olanlar da vardı. Buradaki Arnavutların da önemli bir kısmı (ya da benim rastladıklarım) Türkçe biliyordu. Buna karşılık cemaatin içindeki Sırp Müslümanları Türkçe bilmiyordu.

Sırp Müslümanlarla ilk defa burada muhatap oldum.

Şehrin sokaklarında ve dükkânlarında satılan malzemelerde gözle görünür ölçüde Müslüman kimliğini gösteren manzaralar vardı. Balkan Savaşı’ndan sonra özellikle Türk Müslümanların Türkiye’ye göçleri teşvik edilmiş ya da zorlanmış ise de yine de şehrin Müslüman kimliği baskın bir durumdadır.

***

Nihâyet 30 Ocak 2020 Perşembe günü Üsküp’e ulaştık…

Makedonlar “Skopje” diyorlar bu şehre…

Üsküp’ü ise gelecek haftaki notlarımızla anlatalım inşallah…