Rumeli’de Evlâd-ı Fâtihan izleri (1)

Tarihinde bir kahramanı olmayan ama 2 bin 500 yıl öncesinin filozofları ve tanrıları ile dünyada adını duyuran Yunanistan, kurulduğu 1829’dan itibaren girdiği savaşları da kaybetmesine rağmen topraklarını Osmanlılardan alıp 10 kat büyüterek bugünlere ve bu sınırlara ulaşmıştır.

İPSALA Sınır Kapısı’ndan itibaren Dedeağaç, Gümülçine ve İskece illerinin olduğu bölge, “Batı Trakya” diye bilinmektedir. Lozan Antlaşması’na göre İstanbul’da meskûn Rumlar ve Batı Trakya’da meskûn Türkler, Mübadele Anlaşması kapsamı dışında tutulmuştu. Dolayısı ile Batı Trakya’da Türk nüfusu, varlığını bu anlaşmanın bir sonucu olarak korumaktadır. Her ne kadar göçlerle Türk nüfusunda bir azalma olmuş ise de, yine de varlığını sürdürmektedir.

Türkiye’de varlığı belki çok önemsenmeyen, hattâ bazı çevrelerin de tepkisine neden olan minareler, İpsala’dan itibaren önemini hissettirmektedir. Zira hangi köyde minare var ise, bu, oranın ahalisinin Türk (Müslüman) olduğunu göstermektedir. Bazı köylerde camiye yakın yerlerde her ne kadar kiliseler inşâ edilmiş ise de, yine oralarda da minarelerin varlığı, aslî unsurun Türk olduğu kanaatini telkin etmektedir.

İpsala’dan itibaren uzanan yol boyunca çok sık aralıklarla otoyol üzerinde ücret tahsil eden gişeler yerleştirilmiş. Uzun bir süreden beri Yunanistan’da devam eden ekonomik kriz nedeniyle bu gişelerin önemi de artmış olmalı. Yol ise doğu-batı istikametinde uzanan dağ zincirine paralel olarak devam etmektedir.

***

Batı Trakya’dan sonra “Güney Makedonya” başlamaktadır. “Makedon” adı, Yunanistan ile Makedonya arasında paylaşılamamaktadır. Eskiden Yugoslavya’ya bağlı bir federe cumhuriyet olan Üsküp ve çevresi, 1991’de bağımsızlığını ilân etti. Ancak Yunanistan, onu “Makedonya” olarak tanımadı. Avrupa Birliği’nin arabuluculuğu ve baskıları sonunda bir ara formül bulunarak, Kavala ve Selânik, “Güney Makedonya” şeklinde Yunanistan tarafından adlandırılırken, Üsküp ve çevresinde kurulan devlet ise “Kuzey Makedonya” olarak adlandırılmaya başlandı.

Güney Makedonya’nın önemli bir şehri sayılan Kavala, Orta Çağ boyunca Sırp, Bulgar, Bizans ve Frank işgaline uğradıkça yıkılmış. Önemsiz bir liman köyü olmaktan öteye geçememiş.

İlk Osmanlı kroniklerinde burayı, uç beylerinden Deli Balaban ve Lala Şahin Paşa tarafından Drama ve Serez ile birlikte fethettiği kaydedilmiş ise de, Yıldırım Bayezit tarafından 1390’da doğrudan Osmanlı idaresine bağlanmasını Kavala’nın fethi sayanlar da bilinmektedir.

Osmanlı döneminde Kavala’nın nüfusu artmaya devam etmiş. Ancak şehirde içme suyu sıkıntısı her zaman önemli olmuştur. Bugün bile ayakta kalan su kemerlerini 1521’den sonra Kanunî Sultan Süleyman yaptırmış ve şehrin gelişmesini temin etmiştir. Kanunî dönemi vezirlerinden İbrahim Paşa ise, kendi adıyla bilinen camiyi ve ona bağlı olarak hamam, kervansaray, imarethane ve medrese yaptırmıştır.

***

1906 Selânik Vilâyet-i Salnâmesi’nde Kavala’nın yüzde 74’ü Müslüman (Türk, Yunan, Bulgar vesaire), yüzde 26’sı ise Hıristiyanlardan oluşmuştur. Kavala’yı Birinci Balkan Savaşı’nda Bulgaristan, İkinci Balkan Savaşı’nda Yunanistan, Birinci Dünya Savaşı içinde yeniden Bulgaristan işgal etmiş iken, bu şehir 1918’de İtilâf Devletleri tarafından tekrar Yunanistan’a bırakıldı.

Sıkça işgallerin el değiştirmesi, şehirdeki nüfusun azalmasına neden oldu. 1923 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi Anlaşması’na göre Kavala, Drama ve Serez çevresindeki Türkler, Doğu Trakya ve Batı Anadolu’daki illere iskân edilmiştir.

***

Güney Makedonya’da neredeyse hiç cami bırakılmamıştır. Çoğunluğu yıkılmıştır. Kavala’da ayakta bırakılan camilerden İbrahim Paşa Camisi, “Saint Nikolas Kilisesi” yapılmıştır. Minaresi yıktırıldığı gibi kubbesindeki âlemlerinde bulunan hilâlleri bile kırılmıştır.

1806-1849 döneminde Mısır valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Fransa’nın yardımı ile güçlü bir donanma ve kara ordusu tesis etmiş, Osmanlılara karşı isyan ederek 1833’de Kütahya’ya kadar gelmiş, Osmanlıları Rusya’dan yardım istemek zorunda bırakmış, ancak İngiltere ve Rusya’nın tehditleri sonunda Anadolu ve Suriye’den çekilmiştir. Şimdi Kavalalı’nın doğup büyüdüğü ev, bir müzedir.

Evin önünde Kavalalı’nın boynu kıvrık bir heykeli bulunmaktadır.

1821 Yunan İsyanı’nı da bastırmış olmasına rağmen, Yunanistan, Osmanlılara karşı ihaneti ödüllendirmek için Kavalalı’nın heykelini diktirmiştir. Ancak Kavalalı’nın sağlığında yaptırmış olduğu caminin minaresi yıkılmış ve kubbesine de haç takılmıştır. Külliyesi bir virâne olarak kapalıdır. Kavalalı’dan geriye kalan, yalnızca bir ihanet heykelidir! Çünkü mübadele ile birlikte şehirdeki Türk ve Arnavut nüfus gönderilmiş, Orta Anadolu ve çevresinden getirilen Rumlar iskân edilmiştir.

Drama’dan Kavala’ya giriş yolunda ve Kavala Kalesi altındaki alana asılan Kıbrıs haritasında ise Kuzey Kıbrıs, kanla kaplı bir işgal alanı olarak resmedilmiş, üzerine İngilizce ve Yunanca, “Kıbrıs’ı hatırlayın” yazılmıştır.

Kavala yerel yönetimi her nedense, Türklerin de Kıbrıs’ı, Batı Trakya’yı, hattâ Kavala’yı hatırlayabileceklerini önemli saymamıştır.

***

Güney Makedonya’nın ikinci önemli şehri ve aynı zamanda Yunanistan’ın ikinci büyük şehri Selânik’tir. 1387’de Çandarlı Hayreddin ve Gazi Evranos tarafından fethedilen, ancak 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra yeniden Bizans’ın eline geçen şehri, Bizans İmparatoru, Venediklilere para karşılığında satmıştır.

1430’da şehir İkinci Murat tarafından tekrar fethedilmiştir. Bu tarihten sonra Türkler peyderpey Selânik’e iskân edilmeye başlanmıştır. Selânik’te Müslüman ve Hıristiyan nüfus oranı yüzyıllar içinde bazen artıp bazen azalmıştır. 1492’den sonra ise Yahudilerin de bir bölümü gelip Selânik’e yerleşmiştir. Vasil Kancov’un 1900 tarihli kaydına göre Selânik’te Yahudiler yüzde 47, Türkler yüzde 22, Rumlar yüzde 14, Bulgarlar ise yüzde 8 oranındadır.  

Selânik’te Osmanlı döneminin başlangıcı sükûnet ve istikrar içinde geçti. Girit Kuşatması (1645) ardından Sabatay Sevi’nin (Ö. 1676) çıkışı, Selânik’te sükûnet ve istikrarı bozdu. Sabatay Sevi, önce kendisinin beklenen Mesih olduğunu ilân etti. Artan tepkiler üzerine korunmak için Müslüman olduğunu açıkladı. Taraftarları da Müslüman olduklarını ilân ettiler. Sevi ve taraftarları ile birlikte Türkçede özel bir anlamı olan “dönme” deyimi kullanılmaya başlandı.

Sonradan Müslüman olan kişilere eskiden beri “muhtedi” denirken, Sabatay Sevi ve taraftarlarının Müslümanlığı kuşkulu bulunduğu için kendilerine “mühtedi” yerine “dönme” denildi. Günümüze kadar bu deyim kullanılagelmiştir.

Eski Dışişleri Bakanlarından İsmail Cem İpekçi, Milliyet gazetesi eski yazarlarından Abdi İpekçi ve modacı Cemil İpekçi, dönme diye bilinen Sabatay Sevi bağlısı topluluğa mensup ailelerdendir.

Selânik, Osmanlı Üçüncü Ordusu’nun merkeziydi. Bu orduya bağlı birlikler tarafından Padişah’a isyan edilmesi üzerine Meşrutiyet, 10 Temmuz 1908’de yeniden ilân edilmişti.

Selânik, İttihatçıların merkezi durumundaydı. 31 Mart Olayı’ndan sonra tahtından indirilen Sultan İkinci Abdülhamid de buraya sürgün edilmiş, Yunan İşgali’ne kadar üç yıllık bir süre içinde Yahudi ailesine ait olan Allatini Köşkü’nde alıkonulmuştur.

İttihatçı iktidarın, Abdülhamid’i gönderecek bir yer yokmuş gibi Selânik’i seçmesi de ibretlik başka bir olaydır.

***

Birinci Balkan Savaşı’nda Vali Tahsin Paşa, tek kurşun atmadan Selânik’i 8 Kasım 1912’de Yunan ordusuna teslim etmiştir. Birkaç gün sonra ise Bulgar birlikleri şehre girmiştir. İşgalden sonra pek çok Türk ileri geleni tutuklanmıştır. Bunlar arasında İttihatçıların ileri gelenlerinden Dr. Nazım da vardır.

Türk ve Mûsevî nüfusun bir bölümü, savaş döneminde Türkiye’ye göç etmiştir. 470 yıl Osmanlı idaresinde kalan Selânik, böylece savaşmadan kaybedilmiştir.

***

Bulgar birliklerinin Dedeağaç’a çekilmesi ile Selânik’te fiilen başlayan Yunan hâkimiyeti, 1913 Bükreş Anlaşması ile resmîleşti. Sayısı yirmi beş bine ulaşan Osmanlı Ordusu, Selânik’te hiçbir varlık gösteremeden, utanç verici şekilde teslim olmuştu.

Selânik’teki Türk varlığını ise 1923 Nüfus Mübadelesi Anlaşması, bütünüyle ve geri dönülmez bir şekilde ortadan kaldırdı. Türk nüfusunun ardından cami, mescit, tekke, hamam gibi yapıların önemli bir kısmı da Yunanlılar tarafından yıkıldı.

Günümüze kadar gelen ve Sabatay Sevi cemaatine ait olduğu bilinen, zaten mahalle arasında kalmış, görünmez bir vaziyette olan Yeni Cami’nin bile minaresi yıkılmış, âlemindeki hilâli kırılmış olarak, ancak bir müze şeklindeki galeri merkezi olarak varlığını sürdürmektedir.

***

Yunanlar, tarihlerinde her ne kadar Eski Yunan filozoflarının yaşadığı dönemleri mevcûtsa da, o filozofları ile Batı dünyasını ve onun aracılığı ile bütün dünyayı etkilemiş olsalar da, kahramanı olmayan bir topluluktur.

Günümüzde Yunanistan ve Makedonya arasında paylaşılamayan isimlerden biri de Büyük İskender’dir. Üsküp meydanlarında olduğu gibi Selânik meydanlarında da İskender’in heykelinin gölgesi uzayıp kısalmaya devam etmektedir. İskender’in Yunan olmakla ilgili görülüp heykelinin dikilmesi her ne kadar eğlenceli olsa da, kahramanı olmayan millet olarak Yunanların “İskender” adıyla kendilerine şaşaalı bir geçmiş oluşturma çabaları, tarihin ibretlik olaylarındandır.

Tarih bilmez, mantık tanımaz bazı eski müfessirler tarafından Büyük İskender’in Kur’ân’da kıssası anlatılan Zülkarneyn (Kehf Sûresi) olduğu bile iddia edilmiştir. Oysa Zülkarneyn, Tevhîd ehli biridir. İskender ise putperest ve ahlâksız biriydi. Böyle müptezel bir varlığın Kur’ân’da övgüyle anlatılan Zülkarneyn diye takdim edilmesi ise tefsir ve tarih ilmi adına belki utançla hatırlanacak işlerdendir.

Böyle tefsirlerin sonucu olmalıdır ki, Türkiye’de bazı Müslüman aileler, “İskender” adını erkek çocuklarına isim olarak bile seçmişlerdir.

Yine Hıristiyanlık öncesi putperest çok tanrılı bir dine inanmış olan Yunanların put isimleri, Batılılar sayesinde Zeus, Nike ve Eros gibi marka adlarıyla bütün dünyada yaygın durumdadırlar.

Tarihinde bir kahramanı olmayan ama 2 bin 500 yıl öncesinin filozofları ve tanrıları ile dünyada adını duyuran Yunanistan, kurulduğu 1829’dan itibaren girdiği savaşları da kaybetmesine rağmen topraklarını Osmanlılardan alıp 10 kat büyüterek bugünlere ve bu sınırlara ulaşmıştır.