Ruhun feryadı, eşyanın büyüsü ve evlilik

Modern dünyanın İslâm coğrafyalarına pompalamasından mülhem bu enstantanenin şahitleri olarak mahremiyetten ne kadar söz edebiliriz? Dahası, geleceği, hanımını ve olacak çocuklarını kucaklayıp koruyacak bir adamın diz çöktürülmesinden ne tür bir medet umabiliriz?

BENİM bildiğim evlilik, bir mahremiyet menkıbesidir. Kalbidir ve dolayısıyla hissidir. Hissi olanın mahremiyetle dolaylı yahut direkt ilişkisi vardır. Çünkü his dünyamızın müdavimleri ile kurduğumuz ilişki, paylaşım ve sahiplenme duygumuz farklı, düşünce dünyamızın müdavimleriyle meşguliyetlerimiz farklıdır.

Şöyle ki; siyâsî bir isim, sanatçı bir kimlik, bir köşe yazarı hakkında düşüncelerimiz vardır ama onların kederinden, sevincinden, geçiminden bîhaber bir takipteyizdir. Ama his dünyamızda ağırladıklarımızın derdi ile dertlenmeden edemeyiz. Bu açıdan bakınca, düşüncelerimizi izahta zorlanmayız çünkü aklîdir ve somut kelimelerle karşımızdakine olabildiğince net fikrimizi söyleyebiliriz. Bir düşünceyi muhatabımıza iletmek -zaten pek çoğu literatürlerce tanımlandığı için- neredeyse çocuk oyuncağı gibidir. “İstiyorum-istemiyorum”, “Beğeniyorum-beğenmiyorum”, “Katılıyorum-katılmıyorum” gibi kısa ve öz ifadelerle işin içinden çıkmak kolaydır.

Fakat hislerimizi tanımlamaya gelince sıra, teşbihin her türlüsüne baş vursak bile kimi zaman izahsızlığın yetersizliğinde kıvrandığımız olur. Hisler söz konusu olunca, anlaşılma potansiyelimizin azalması gayet normaldir aslında. Meselâ “Seni seviyorum” dese birisi bize, ne kadar sevdiğini izah için hiçbir ölçü birimini kullanamıyor olmanın hezeyanına tutulup “çok” kelimesinden başka çıkar yol bulamayacaktır. “Canım yanıyor” diyen birinin içindeki ateşin ne’liğinden hiçbir zaman haberdar olamamanın çaresizliğiyle gözlerimize teselli yüklemekten başka bir şey gelmez çoğu zaman elimizden.

Diyesim o ki, hissî bir yolculuk neticesinde cereyan eden ve evlenerek aile olmak gibi bir hedef belirleyen iki kişilik kalbî menkıbe birbirlerini ilgilendiriyor olması gerekiyorken, ne diye şatafatlı evlilik teklifleri, şaşaalı organizasyonlar, pahalı eşyalarla donatılmış mekânlarda birkaç saatlik düğünler yapılarak davetlilere şölenler sunulur, hiç anlamış değilim. Dahası, bu iki kişilik mahrem ve hissî buluşmanın davetliler dağıldıktan sonra yapılan masraflar nispetince geçinmeyi ne kadar garantileyebildiklerini hep merak ederim. Yanlış anlaşılmasın, davet etmek ve edilen davete icabet güzeldir. Benim dikkat çekmek istediğim husus, bu davetin makul ölçüleridir.

Mahremiyet dairesinde kalması gereken, sadece söz konusu kadının, erkeğin ve hatırı sayılır yakınların (kısmen) meselesi olan evliliğin duygusal başlangıcından düğüne kadar olan süreçte gerek sosyal medya paylaşımları, gerekse yüz yüze ilişkilerde olabildiğince övünme barındıran hikâyeleri zihnimde tahlil etmekten kendimi alamadığımı söyleyebilirim.

Anlama ve anlamlandırma potansiyelimi aşan böylesi şahit oluşlarımda saadet temennilerine karışan dedikodulardan, nazar etmelerden, kem gözlerden, kıskançlıklardan söz etmiyorum bile…

İspata muhtaç bu son cümlem afakî gibi görünse de o büyük masraflı, çok şaşaalı düğünün üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra sıkılmak, umduğunu bulamamak, kısıtlanmış hissine kapılmak, anlaşamamak ve daha fenası şiddet şikâyetlerini duyuyor olmak ise bambaşka bir çaresizlik hissi oluşturuyor içimde. Çünkü kederi durdurmanın keder sahibinin gayreti dairesinde olduğundan payıma düşenin ne de az olduğunun farkındayım.

Flört döneminden başlayan ve evlilik teklifine erişen, nikâh gibi kutlu bir mesuliyete varan iki kişilik böylesi serüvenlerin tuhaf bir handikap barındırdığına da değinmek gerek. Tam burada, kelimelerden mülhem bir fotoğraf resmedelim…

Sevginin esas olduğu, kalbî çarpıntıların heyecan olup tebessümlere yansıdığı bu manzarada dekor olabildiğince zengindir, farklıdır ve az sonra gerçekleştirilecek evlilik teklifini cazip ve özel hâle getirecek niteliktedir. Bir delikanlı diz çöker, elinde eşyanın büyüsünü temsil eden pırlantalı bir yüzük vardır. Genç kadının ayakları yerden kesilirken, heyecan ve şaşkınlık numaraları ile sevinç çığlıklarına karışır “Evet! Evet! Evet!” cevabı.

Modern dünyanın İslâm coğrafyalarına pompalamasından mülhem bu enstantanenin şahitleri olarak mahremiyetten ne kadar söz edebiliriz? Dahası, geleceği, hanımını ve olacak çocuklarını kucaklayıp koruyacak bir adamın diz çöktürülmesinden ne tür bir medet umabiliriz?

Erkeğin güçlü fıtratına inat diz çöktürmekle başlayan böylesi ilişkilerde erkek fıtratının kendine gelme isteği ve ihtimâli ne kadar geciktirilebilir? Güç merkezli yaratılmış erkeğin ruhundaki orijinal kodların feryat ederek uyanmayacağını kim garanti edebilir ve uyandığında neler olur?

İşte böylesi sorularla gösteriş yaparken, gelecek zamanların müphem olacağı bir yolculuğa bile isteye çıkmanın ne derece makul olduğuna dair düşünmek ve gençleri hayâlleri ile hatıralarına ihanet etmemeleri için hassasiyetle uyarmak gerekiyor.

Bu ay Kültür Ajandamızın Şubat sayısını “Evlilik” mevzuunu kapağımıza taşıyarak hazırladık, kıymetli yazarlarımızın ihlâslı satırlarıyla donattık.

“Evlilik, muhatapların birlikte dimdik ayakta durduğu, yalnızca kutlu bir şuur ile yaratıcısının önünde diz çökebilen (caşiye) ruhların saadet menkıbesidir. Gösterişten ve eşyanın büyüsünden azade kalbî ve hissî bir mahremiyettir” diyor, huzurlu okumalar diliyorum efendim.

Hoşnut kalınız!