HENÜZ ilkokul çağında
bir çocuktum. Zaman zaman annem, kapı komşumuz Leman ablalarla bir araya gelir,
pastalı börekli sohbet ederlerdi. Okuldan geldiğim vakit annem evde değilse,
bilirdim ki Leman ablalarda. Kafamı kaldırıp Leman ablanın evlerinin olduğu sokağa
bakan penceresine doğru seslenirdim: “Leman ablaaa! Annem sizde mi?”
Hemen
ses verirdi: “Burda burda, gel!”
Eve
çıktığım vakit gördüğüm manzara, genelde ellerinde birer bardak çay, birbirlerine
renk renk ipler gösterip, “Kırmızının bir ton açığı, yeşilin iki ton koyusu
olsun” şeklindeki muhabbet hâliydi. Onlar konuşadururken ben de gufaların
(Kahramanmaraş’ta kanaviçe işlenen renkli yumaklara halk arasında verilen isim)
içinden en beğendim renkleri diğerlerinin arasından alıp kenara koymakla meşgul
olur, bir taraftan da hayâllere dalardım. Çünkü her biri birbirinden güzel
renklerin içinden kendime göre daha güzelini ayırmak için insanın hayâllerinin
olması gerekir.
Her
birine bir hikâye bulurdum kafamda. Annem ile Leman ablanın muhabbetinin bir
yerinde, gufaların rengine karar vermeye çalıştıkları nakışın adının “kanaviçe”
olduğunu öğrenmiştim. İşte şimdi anlamıştım sonunda Leman ablanın, evlerinin
sokağa bakan demir parmaklı penceresinin önünde iğne iplikle ne yaptığını.
Kanaviçe nakşına hayat veriyordu o.
Kahramanmaraş’ta
çeyiz önemli bir kültürdür. Bu çeyizler düğünden iki gün önce gelin kızın
evinde sergilendiği gibi, evlilik sonrası için de oldukça önemlidir. Bunca güzel
nakış elbette ailelere biraz külfet getirirdi ama olsun değil mi o kadar da? Analar,
kızları henüz küçük yaşta iken çeyiz hazırlamaya başlar bizim oralarda.
Birçoğumuzun duymuşluğu vardır “Kız beşikte, çeyiz eşikte” sözünü. İşte tam bu
çeyiz hazırlıklarında kanaviçe nakşı, önemli bir yere sahiptir! Kimi zaman
yatak örtüsünün üstünü süsler, kimi zaman yorgan kapağına desen olur.
“Yorgan
kapağı ne?” derseniz… Yorganı üzerinize aldığınız vakit yorganın baş tarafına
dikili kırk ilâ elli santim arasında değişen ölçülere sahip kumaş parçasıdır. Dikilir
ki yorganın yüzü öyle hemen hemen yıkanıp eskimesin. Bir bakıma hem görüntü,
hem tasarruf denilebilir buna. Siz bir de bu yorganların ahşap evlerin açık
yüklüklerinde üst üste sıralanmış hâllerini görseniz… Kim bilir ne rüyalara
yoldaşlık etmiştir kanaviçe işlemeli yorganlar?
Kanaviçe
nakşı kimi zaman da masa örtülerine ve yer sofralarına altlık olarak yayılan
örtülere yemek hikâyesi olur. Hem yemeğinizi yersiniz, hem de kanaviçenin
desenlerinde nakşı işleyen ellerin zarâfetine ortak olurken bulursunuz
kendinizi. Dahası var! Bebeğin kundağını, beşiğinin yastığını, çarşafını süsler
kanaviçe. Bebeğe, “Ağlama bunca güzelliğin içinde” diyesi gelir insanın. Her
bir renk gibi, her bir desen de kendini anlatmak için çırpınır durur kanaviçede.
Anadolu’nun farklı köşelerinde farklı desenler mevcût olsa da “yaprağı güzel, maraş gülü, fıstık iğne, üzüm
salkımı ve ortanca” en çok bilinen desen türleridir.
Ne
güzel kültür eserlerimiz var bizim! Kültür varlıklarının ve el sanatlarının bel
kemiğidir işlemeler. Türk toplumu rûhunun inceliğini, güç ve yeteneklerini dile
getirir el sanatlarında. Günlerce, aylarca süren emekten sonra ortaya çıkar bunlar.
Anadolu ve Rumeli’de işlenen kanaviçe, diğer kültürlerden renk, konu ve
kompozisyon özellikleri bakımından çok daha yukarılardadır.
Kanaviçe
nasıl işlenir?
Çarpı
işi şeklindeki teknikle yapılan kanaviçe işlemesi için mutlaka sayılabilir
kumaşlar veya kanaviçe bezi kullanılır. Sayılabilir kumaşlar arasında en
bilineni “etamin”dir. Etamin ve diğer sayılabilir tarzdaki kumaşların bir
dokuma sıklığı vardır. Bir kumaş çeşidi olan etamin, karelere bölünmüş kumaşın
üzerine işlenir. Her bir kareye çarpı şeklinde iplik atılarak desen ortaya
çıkarılır.
Bir
diğer kumaş ise, işlemeye adını veren “kanaviçe bezi”dir. Sert lifli
ipliklerden, bez ayağı dokuma tekniği olan, bir alt ve bir üst dokuma ile
dokunan, seyrek görünümlü, mavi ve beyaz renkte kumaş çeşidi olan kanaviçe
bezi, günümüzde keten iplikle dokunarak kolalama işlemine tâbi tutulmaktadır.
Hangi renkte kullanılacağı konusunda deliklerinin kolay görülebilmesi için esas
kumaşın rengine zıt renkte tercih edilmesine dikkat edilir. Çift telli olarak
dokunur. Yan yana getirilmiş iki sık iplik sıraları ile atkı ve çözgü açısından
eşit aralıklarla seyrek görünümlü muntazam kareler mevcûttur. İşleme ile esas
kumaş arasında kullanılır. Düz dokulu, ipliği sayılamayan kumaşlarda tercih
edilir.
Kanaviçe
bezlerinin bazılarının kareleri küçük, bazılarının ise büyük olur. Halk
arasında “sık kanaviçe” ve “seyrek kanaviçe” olarak isimlendirilir bunlar.
Kanaviçe bezinin sıklığı veya seyrekliği, işlenen motiflerin küçük ya da büyük
olmasına etki eder. Annemden edindiğim bilgiye göre, yatak takımlarımda
desenlerin yağlı boya tablo gibi durması için özellikle sık kanaviçe bir tercih
sebebiymiş.
Önce
işlenecek motif veya su şeklindeki desenin ölçülerine uygun olarak kesilir.
Sonrasında esas kumaş üzerine teyellenir ve işlemesi yapılır. Bir sonraki adım
yani işleme tamamlanınca kanaviçe kumaşı, en ve boy ipliklerinden çekilerek
ortadan kaldırılır. İşlenen desen, esas kumaş üzerinde kalır. Bitmiş gibi
düşünseniz de henüz çeyize çıkmadan önce son bir işlem daha var.
Kanaviçe
işlemelerinde iplik, desen, kumaş ve işleme tamam… Bunlara ilâveten, işleme
yapılan parçanın kenar temizlemesi ise önemli tamamlayıcı unsur niteliğinde. Farklı
şekillerde yapılan bu işlem; estetik, kullanım ve süsleme yönünden artı değer
getirmekte ve işleme tekniğine, kumaşa ve kullanılacak yere göre farklılık
göstermekte. Antika, hazır veya elde örülmüş dantel dikimi, piko ve düz dikiş,
kenar temizleme tekniklerinden en çok tercih edilenler.
Bu
arada niçin kanaviçe nakşını yazdığımı anlatayım: Kültür Ajanda dergimizin
77’nci sayısında “Estetiğin Rûhu Çiçekler” başlıklı yazımda siz dostlarıma
sözüm vardı. İstedim ki, okuduğunuz vakit geçmişe kısa bir yolculuk olsun. Bir
taraftan da bu yolculuk sizi pandemi günlerinden çıkarıp başka dünyalara
götürsün. Umarım başarabilmişimdir…
Kanaviçe
nakşına dair ilk örneklerin Orta Asya Türklerine ait olduğu bilinenler
arasında. Kanaviçe nakşı, Türk toplumunun geleneklerine, göreneklerine, duygu
ve düşüncelerine göre biçim alarak şekillenmiş ve 15 ile 16’ncı yüzyılda bütün
Avrupa’ya yayılarak İngiliz, Fransız ve İtalyan kadınların da ilgi odağı olmuş.
Evet,
bir dönem demode bulunarak sandıklarda sararmaya bıraktığımız kanaviçe işlemeli
çeyizler, özellikle son birkaç yıldır annelerimizin, hattâ anneannelerimizin sandıklarından
çıkıp hayatımıza yeniden girdi. Hem de öyle bir giriş yaptı ki neredeyse
özellikle 2018 yılından bu yana başımızı çevirdiğimiz her yere desen oldu.
Sadece bizim ülkemizde değil, dünyadan örnekler de mevcût. Litvanyalı moda
tasarımcısı Severija, kanaviçe nakşını metal objelerin üzerine işleyerek
farklılık oluşturmuş. Metal tabak, kaşık, lâmba, ütü, hattâ arabala kaportalarına
bu desenleri işleyerek kanaviçe nakşındaki estetiği başka boyutlara taşımış.
Bir
diğer örnek, yine tasarımcı Raquel Rodrigo’ya ait. Valencia’dan Madrid’e kalın
ve renk renk iplerle dokuduğu kanaviçe örneklerini ülkenin çeşitli yerlerindeki
binaların duvarlarına yerleştiriyor Rodrigo. Tasarımcının çalışmaları en son
2018 yılının Mart ayında, Madrid Tasarım Festivali’nde sergilenmiş. Türklere
ait kanaviçe nakşının dünyada yer bulup hayranlık uyandırması son derece gurur
verici!
Bütün
bunlar bir tarafa, bana göre işlerken insan rûhunda yaptığı terapi etkisi
yadsınamayacak kadar büyük. Bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey sanırım.
Sağlıkla okuyabilmeniz dileğiyle…