Romantizmden realizme Turan ülküsünün seyri (2)

Özal’ın Karadeniz Ekonomik İşbirliği vizyonuyla çözdüğü Karadeniz meselesi, onu bu konuda da başarılı kılmaya aday bir referanstı. Ancak Özal’ın zamansız ölümü, Türk Devleti’ne perde altından hâkim olan Atlantik Paktı’na harekât alanı açmış ve bu pakt, Türkiye üzerinden Türk ülkelerine FETÖ yapılanmaları ihraç ederek ilişkileri zehirlemiştir.

SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla, ortaya Çarlık Rusya’sından beri Rus hâkimiyeti altında yaşayan bağımsız beş Türk devleti çıktı; Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan. 1991’de bağımsızlıklarını ilân eden bu devletlerin bağımsızlık ilânlarında, Azerbaycan hariç, fazla bir sorun yaşanmadı. Ancak Azerbaycan’ın sahip olduğu petrol ve doğalgaz zenginliğinin yanı sıra Kafkasların Avrupa’ya açılan kapısı olması, Türkiye ile yakınlığı ve bu yakınlığın ileride oluşturabileceği muhtemel bir güç birliğinin ortaya koyacağı ürkütücü tablo, Rusları endişelendiriyordu.

Nitekim Ruslar, Azerbaycan Türklerinin bağımsızlık talebiyle Bakü Azadlık Meydanı’nda sokaklara dökülmesi üzerine 19 Ocak 1990’ı 20 Ocak 1990’a bağlayan gece, tanklar eşliğinde 26 bin askerle birlikte şehre girerek Bakü sokaklarında bağımsızlık yürüyüşü yapan insanların üzerine hunharca ateş açtı. Açılan ateş sonucunda, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 137 sivil şehit edildi, 700’e yakın kişi de yaralandı. Ancak bu baskıya rağmen Ruslar Azerbaycan’ın bağımsızlık azmini kıramadılar ve Can Azerbaycan, 18 Ekim 1991’de, rahmetli Ebulfez Elçibey’in liderliğinde Ruslardan bağımsızlığını ilân etti.

Ancak Azerbaycan’ın yukarıda değindiğimiz stratejik önemi, ona bir bağımsızlık bedeli ödetileceğinin açık deliliydi. Nitekim Rus entrik mekanizması, daha Azerbaycan bağımsızlığını ilân etmeden önce, kuklası Ermenistan üzerinden harekete geçerek 1 Aralık 1989’da Ermenistan Yüksek Sovyet’ine Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’la birleştirme kararı aldırdı ve bu oluşuma “Birleşik Ermeni Cumhuriyeti” adını verdi. Ermeniler bu danışıklı karardan sonra harekete geçerek Dağlık Karabağ’a saldırdılar ve dünyanın gözü önünde kademe kademe Karabağ şehirlerini ele geçirerek sonunda 1992 yılının 25 Şubat’ını 26 Şubat’a bağlayan gece Hocalı’da toplam 613 soydaşımıza acımasız bir soykırım uyguladılar.

Hocalı Katliamı Azerbaycan’ın direncini kırdı ve Rus destekli Ermeniler Dağlık Karabağ’ı işgal ettiler.

Türkiye’de Turan ülküsüne gönül versin veya vermesin, hemen herkes, Türk devletlerinin bağımsızlığını büyük bir sevinç ve memnuniyetle karşıladı. Ama Turan ülküsüne gönül verenler nezdinde Karabağ İşgali büyük bir şevk kırılması yarattı. Lâkin her şeye rağmen hayat devam ediyordu ve bağımsızlığını ilân eden Türk devletlerinin hızla devletleşme süreçlerini tamamlamaları gerekiyordu. Nitekim bu devletler o dönemde yanlarında yer alan Türkiye’ye çok sıcak bakıyorlardı.

Özellikle bu dönemde rahmetli Turgut Özal, yeni Türk devletlerinin Türkiye’ye açtığı ekonomik ve siyâsî fırsat kapılarını çok iyi okumuş ve olanca gayretiyle bu devletleri bir araya getirmenin çarelerini aramıştı.

Özal, “Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları” ismiyle yapılan ve 30-31 Ekim 1992 tarihinde Ankara’da gerçekleşen ilk zirvede,  değerlendirilmesi durumunda, 21’inci yüzyılın Türk dili konuşan ülkelerin şahlanıp güçleneceği bir yüzyıl olacağını vurgulamıştır. Özal, “ortak pazar” örneğine dayanan güçlü bir birliğin kurulması ve Türk dili konuşan ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişiminin önündeki engellerin kaldırılmasını ve gümrük rejimlerinin basitleştirilmesiyle bölgesel yeniden yapılandırma ve kalkınma bankasının kurulmasına ilişkin vizyoner bir konuşma yaparak bu fikirlerin yer aldığı bir bildiriyi imzaya açmıştır.

Ne var ki zamanın ruhu, Özal’ın fikirlerinin çok gerisindeydi. Azerbaycan Dağlık Karabağ meselesiyle sarsılırken, Kazakistan ise nüfusunun yüzde kırkını teşkil eden Rus azınlıktan dolayı endişeliydi ve ilk zirve, suya tirit konuların imzasıyla geçiştirilmişti. Özal buna rağmen meselenin peşini bırakmamış ve ölümüne kadar bu konunun takipçisi olmuştur.

Özal’ın Karadeniz Ekonomik İşbirliği vizyonuyla çözdüğü Karadeniz meselesi, onu bu konuda da başarılı kılmaya aday bir referanstı. Ancak Özal’ın zamansız ölümü, Türk Devleti’ne perde altından hâkim olan Atlantik Paktı’na harekât alanı açmış ve bu pakt, Türkiye üzerinden Türk ülkelerine FETÖ yapılanmaları ihraç ederek ilişkileri zehirlemiştir.

Zirveler Dönemi

İstanbul Zirvesi (1994)

Bu olumsuzluklara rağmen kendi dinamikleri üzerinden ilerleyen Türkçe Konuşan Devlet Başkanları Zirvelerinin ikincisi, “İstanbul Zirvesi” (1994) adıyla gerçekleştirilmiştir. Bu zirveyle beraber, bölgedeki gelecek neslin yeni bir kimlik kazanması için eğitimlerinin Sovyet anlayışından kurtulması zarureti doğmuş ve bunun için Türkiye’den yeni okul ve üniversiteler açılması istenmiştir. Bu bağlamda Kazakistan’ın Türkistan şehrinde Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi ve Bişkek’te Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi kurulmasına dair anlaşmalar imzalanmıştır.

Bişkek Zirvesi (1995)

Bu zirveye maalesef Özbekistan ve Türkiye arasındaki gerginlik damga vurmuştur. Özbekistan’da İslam Kerimov’a muhalefet eden ciddî rakibi Muhammed Salih, 1994’te Türkiye’ye sığınmıştı. Özbek Hükûmeti 1994 yılının Temmuz ayında, Salih’in Özbekistan’a iade edilmesi için Türkiye’ye resmî başvuruda bulunmuştu. Türkiye, Özbekistan’ın bu talebini reddedince, İslam Kerimov, Ankara Büyükelçisini geri çekmişti.

Haziran 1994’te Kerimov, Ankara’yı ziyaret ederek, Salih’in iade edilmesiyle ilgili diplomatik müzakerelerde bulunmuştu. Türk tarafı iadeye yanaşmamış, ancak Salih’in Türkiye’de herhangi bir siyâsî faaliyetine izin verilmeyeceğini taahhüt etmişti. Bu güvence üzerine Özbekistan Büyükelçisi, Ankara’ya geri dönmüştü. 1994 yılının Ekim ayında Muhammed Salih’in Türkiye’den Almanya’ya geçmesi üzerine Türkiye-Özbekistan ilişkileri normalleşme seyrine girebilmiş, ama ilişkilerdeki soğuma Kerimov’un ölümüne değin sürmüştür.

Taşkent Zirvesi (1996)

Bu zirvede atılan en somut adım, Türkçe Konuşan Devletler Zirvesi Sekretaryasının kurulması ve tüzüğünün hazırlanmasının karara bağlanmasıdır.

Astana Zirvesi (1998)

Astana Zirvesi’nin ardından Özbekistan ve Türkmenistan’ın Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvelerine mesafeli durdukları bir süreç başlamış ve bu ülkeler toplantılara devlet başkanları düzeyinde katılmamışlardır. Türkmenistan’ın bu zirvelere mesafeli duruşu, 12 Aralık 1995’te BM Genel Kurulu’ndan daimî tarafsızlık statüsünü almasıyla alâkalıdır. Türkmenistan’a Orta Asya’da bir İsviçre modeli telkin eden bu anlaşmanın muhtemel Türk Birliğine vurulan bir darbe olduğu açıktır.

Özbekistan’ın mesafeli duruşuna gelince, bu durum, Muhammed Salih’in yeniden Türkiye’ye gelişi ile alâkalıydı. Muhammed Salih iki yıl Almanya’da kaldıktan sonra, 1996 yılında Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığı döneminde tekrar Türkiye’ye dönmüş ve bu durum Özbekistan’ı ciddî şekilde rahatsız etmişti. Takip eden süreçte iki devlet arasındaki anlaşmazlık, bir tür krize dönüşmüş ve Özbekistan, ülkesindeki Türk iş adamlarına ait yatırımlara bürokratik engeller çıkartarak vergi yasalarını ihlâl ettiği iddiasıyla 21 Türk şirketinin çalışma iznini iptal etmişti. Özbekistan bununla da yetinmemiş ve Türkiye’de öğrenim gören 300 kadar Özbek öğrenciyi de geri çağırmıştı. 

Bakü Zirvesi (2000)

Bakü Zirvesi’nde en çok dikkat çeken husus, Özbekistan ve Türkmenistan’ın zirvede büyükelçilik düzeyinde temsil edilmeleridir. Bu zirvenin en somut adımı ise Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları toplantılarının sekretaryasının İstanbul’da kurulmasına karar verilmesidir.

İstanbul Zirvesi (2001)

26-27 Nisan 2001 tarihlerinde İstanbul’da Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 7’nci Zirvesi’nde Türkmenistan Devlet Başkanı düzeyinde temsil edilirken, Özbekistan Meclis Başkanı düzeyinde temsil edilmiştir.

Bu zirvede “Türkçe Konuşan Ülkeler” ifadesi yerine “Türk Dili Konuşan Ülkeler” ifadesinin kullanılması dikkat çekmiştir. Zirve sırasında Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, Aksakallılar Konseyi ve Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenterler Asamblesi’nin kurulması önerileri mühimdir.

İstanbul Zirvesi’nden sonra zirvelerin çeşitli sosyal, siyasal ve konjonktürel nedenlerle beş buçuk yıllık bir süre kesintiye uğradığı görülür ve bu kesintinin ardından 2006 yılında Antalya Zirvesi yapılır.

Antalya Zirvesi (2006)

17 Kasım 2006 tarihinde Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye Devlet Başkanlarını Antalya’da bir araya getiren 8’inci zirveye Özbekistan katılmamış, Türkmenistan ise Ankara Büyükelçiliğiyle temsil edilmiştir.

Zirvede Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin kurulmasına yönelik önerisi, zirveler sürecinin kurumsallaşarak uluslararası örgüte dönüşmesinin ilk adımlarıdır.

Nahçıvan Zirvesi (2009)

Zirveye Özbekistan katılmamış, Türkmenistan ise Cumhurbaşkanı Yardımcısı düzeyinde temsil edilmiştir. Zirvenin en önemli yönü, “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin” kurulmasına dair “Nahçıvan Anlaşması”nın imzalanmasıdır. Türkmenistan, daimî tarafsız devlet olduğunu ileri sürerek Nahçıvan Anlaşması’nı imzalamamıştır. Diğer kurucu dört üye anlaşmayı onaylamış ve anlaşma, 17 Kasım 2010 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir.

İstanbul Zirvesi (2010)

16 Eylül 2010 tarihinde İstanbul’da “Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Onuncu Zirvesi” yapıldı. Zirveye Türkmenistan dâhil, beş ülke devlet başkanı düzeyinde katılırken, Özbekistan iştirak etmemiştir.

Görüldüğü üzere zor ve çetin bir zeminde yürüyen zirveler dönemi, önüne çıkan ve çıkarılan problemleri bir bir aşarak bu zirvelerin en önemli ürünü olan Türk Keneşi’nin (Türk Konseyi) kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Bu sürecin Türk Keneşi’nin kurulmasından sonra izlediği seyri takip edeceğiz…

(Devam edecek…)