Romantizmden realizme Turan ülküsünün seyri (1)

İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve İtalya’nın yenilgisi, Almanya’da Nazizm ve İtalya’da da faşizmin sonunu getirdiği için, Türkiye’de bir damar hâlinde yaşayan Türkçülük ve Turancılık düşüncesi, Alman ve İtalyan ırkçılıklarına eşdeğer görülerek bastırılmış ve özellikle 1944 yılında İnönü dönemindeki meşhur Türkçülük-Turancılık uydurma dâvâsıyla dönemin aydınları tabutluklara tıkılarak bu düşünce boğulmaya ve mensupları da “sakıncalı” sayılarak mahkûm edilmeye çalışılmıştır.

ÖZELLİKLE son zamanlarda adı sıkça duyulan ve anlamının Türk kamuoyunda değişik sevgi ve kaygıları aynı anda uyandırdığı bir kavram var: “Turan”...

Turan, Farsça bir kelime olup “Tur’un çocukları” olan “Turlar” yani “Türkler” anlamına gelmektedir. Kadim Farslar, İran’ın kuzeydoğusundaki bölgeleri “Merz-i Turan” yani “Türklerin ülkesi” diye isimlendirirlerdi.

Turan kavramı, Türklerin İran’a hâkim olduğu dönemlerde muhtemelen İran ve Turan toprakları birleştiği için hiç kullanılmamıştır. Bu kavrama Osmanlıların güçlü ve kudretli dönemlerinde de rastlanmaz. Ancak Osmanlı Devleti’nin güç ve kudretini kaybetmeye başladığı 18’inci yüzyılın ikinci yarısında -daldığı tarih denizinden balık gibi başını çıkarıp- kendini gösterir. Rusların Orta Asya Türk hanlıkları ve Osmanlı Devleti’ni eş zamanlı tehdit etmeye başlaması üzerine Sultan Birinci Abdülhamid döneminde, 1786 yılında Buhara emirine gönderilen bir mektupta iki devletin temeldeki birliği olan Turan’a vurgu yapılarak Ruslara karşı birlikte hareket edilmesi teklif edilir.

“Turan” kelimesinin asıl canlanması, Avrupa’daki Oryantalist çalışmaların sonucunda Ural-Altay ve Fin-Macar halklarından oluşan Turan ırkının yaşadığı anayurdu tanımlamak için kullanılmıştır. Bu tanımdan kalkarak Macaristan’da 19’uncu yüzyılın ilk yarısında Turanî halkların birliğini savunan bir ideoloji olarak “Turancılık” fikri doğar. Macaristan’daki Turancılık ideolojisinin çıkış nedeni, daha çok Macar siyâsî kimliğini tehdit eden Pan-Cermenizm ve Pan-Slavizme karşı bir tepkidir. Bu tepkiye bağlı olarak Macaristan’da 1910’da kurulan Turan Cemiyeti, varlığını 1944 yılına kadar sürdürmüştür.

Turan ideolojisi çerçevesinde 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Macar bilim adamlarının yaptığı Türkoloji çalışmalarında Türkler ile akrabalık tezinin işlendiği görülür.

Turancılık fikri, Osmanlı Devleti’nde 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında gelişmeye başlayan Türkçülük hareketinin bir sonucu olarak bütün Türklerin birleşmesi şeklinde bir seyir izler. Osmanlı Devleti’nde 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında görülmeye başlanan Türkçülük/Turancılık fikir akımı, Pan-Slavizme tepki olarak Rus işgalinde yaşayan Türk aydınları arasında doğmuştur. Bu fikir akımı özellikle Hüseyinzâde Ali (Turan) ve Akçuraoğlu Yusuf’un başını çektiği ziyalılar tarafından Osmanlı-Türk kamuoyunda tanıtılıp yayılmıştır. Turan fikrini tarihî bir temele oturtarak onu bir ülkü hâline getiren asıl şahıs, Ziya Gökalp’tir. Onun “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan;/ Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan” dizeleriyle temellendirdiği Turan ülküsü, Balkan yenilgisiyle ağır bir kırılma yaşayan millî gururun tamirine yaradığı gibi, Osmanlı Türklerini Birinci Cihan Savaşı’na hazırlayan ruhsal dinamiklerden biri olarak da iş yapmıştır.

Ancak Gökalp’in Turan anlayışı, siyâsî Turan’ı uzak bir geleceğe bırakan idealist bir Turan’dır. Ona göre Turan, Türklerin oturduğu ve Türkçenin konuşulduğu bütün ülkelerin toplamı olan mefkûrevî bir vatandır.

Turan’ı kısaca Türkler arasında teşkil edilecek olan kültürel birlik, ona bağlı bir kavram olarak ortaya atılan Kızılelma’yı da kültürel birlik aşamasını takip eden siyâsî birlik olarak tanımlayabiliriz. Macaristan’da gelişen Turancılık salt Türk halklarıyla ilişkili iken, Osmanlı Devleti’ndeki Turancılık ise devletin unsurları gereği Müslümanları da bu sancak altına taşır.

Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında Birinci Dünya Savaşı’na girmesi üzerine, Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında Türkçü aydınların romantik bir üslûpla kaleme aldıkları Turan konulu birçok tarihî ve edebî eser, Türk aydın ve gençlerini derinden etkileyen bir millî ruh iklimi oluşturmuştur. Fikrî ortam, şartlar gereği Turancılık ve Türkçülük kıvamına erişmesi İttihat ve Terakkî liderlerine de ilham vermiş ve de İttihat ve Terakkî liderleri bu savaşa girerken hem Türkçülüğü, hem de İslâmcılığı ideolojik bir silah hâline getirerek bir savaş stratejisi olarak kullanmışlardır. Bu stratejiyi kendi ideallerinin gerçekleşeceği bir vesile olarak gören Türkçü aydınlar, İttihat ve Terakkî’nin tutumuna sonuna kadar tam destek vermişlerdir.

Ancak savaşın seyrinin beklentilerle örtüşmemesi üzerine Türkçü/Turancı düşüncede aydınların fikirlerinde tedricen bir daralma ve yeniden gözden geçirme tavrı görülür. Başlarda Pan-Türkizmi savunan Akçuraoğlu Yusuf, Pan-Türkizmden geri adım atarak Rusya Türkleri için kültürel özerkliği yeterli bulan bir düşünceye doğru savrulur ve olaylardan ibret aldığını söyleyerek muğlak bir kavram olan “demokratik Türkçülükte” karar kılar.

Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti tarafından kaybedilmesi, kaybedilmekle kalmayıp Osmanlı Devleti’nin yıkılması üzerine Türkçülük/Turancılık düşüncesinin ideoloğu olan Ziya Gökalp’in düşüncelerinde de bir hayâl kırıklığı ve ona bağlı olarak bir daralma görülür. Gökalp, Rusya’da Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle Çarlık Rusya’sındaki Türklerin bağımsızlıklarını kazanmalarını Turan’ı gerçekleştirmeleri için bir fırsat olarak değerlendirir.

Ancak Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından dolayı Türkler içinde Turan’ın kültürel birliğin birbirine yakın olan Oğuz Türklerince kurulabileceğini belirtir. Gökalp’te savaşın getirdiği mağlûbiyet duygusu, doğal olarak idealini diri tutan Turan fikrine de yansır ve o büyük dimağda coşan Turan denizi, med vaktini tamamlayarak cezir dönemine geçer.

Bu hâlet-i ruhiyyenin sonucu olarak Gökalp, günün sonunda bütün Türkler arasında kurulabilecek Turancılığın ancak hayâl sahasında gerçekleşecek bir ülkü olduğu anlayışına varır.

Gökalp’in ölümünden sonra Turancılık daha çok Türkçülük şeklinde daralarak Atatürk döneminde yaşamaya ve zaman zaman da Turancı bir karakterle birleşerek yürümeye devam eder. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve İtalya’nın yenilgisi, Almanya’da Nazizm ve İtalya’da da faşizmin sonunu getirdiği için, Türkiye’de bir damar hâlinde yaşayan Türkçülük ve Turancılık düşüncesi, Alman ve İtalyan ırkçılıklarına eşdeğer görülerek bastırılmış ve özellikle 1944 yılında İnönü dönemindeki meşhur Türkçülük-Turancılık uydurma dâvâsıyla dönemin aydınları tabutluklara tıkılarak bu düşünce boğulmaya ve mensupları da “sakıncalı” sayılarak mahkûm edilmeye çalışılmıştır.

İsmet İnönü, 19 Mayıs 1944 tarihli nutkunda, “Turancılar, Türk milletini bütün komşularıyla onarılmaz bir surette düşman yapmak için birebir tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk milletini teslim etmemek için elbette Cumhuriyet’in bütün tedbirlerini kullanacağız” biçiminde bir konuşma yapmış, bu konuşmayı bir talimat gibi algılayan savcılar, İstanbul ve Ankara’da dönemin önde gelen Türkçü aydınlarını tutuklamaya başlamışlardır.

Başta Alparslan Türkeş olmak üzere, Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu, Cebbar Şenel, Hasan Ferit Cansever, Nurullah Barıman, Mustafa Zeki Sofuoğlu, Fazıl Hisarcıklı, Hüseyin Namık Orkun, Saim Bayrak, İsmet Rasim Tümtürk, Cihat Savaşfer, Muzaffer Eriş, Fehiman Altan, Yusuf Kadıgil, Hikmet Tanyu, Hamza Sadi Özbek, Orhan Şaik Gökyay, Cemal Oğuz Öcal, Said Bilgiç, Mehmet Külahlıoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti gibi milliyetçi-Türkçü aydınlar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün adına “tabutluk” denen hücrelerinde işkenceye uğrarlar.

7 Eylül 1944 günü, İstanbul 1 no’lu Sıkıyönetim Mahkemesinde hükûmete karşı gizli örgüt kurmak, düzen düşmanlığı yapmak, hükûmeti düşürmeye çalışmak ve ırkçılık, Turancılık yapmakla suçlanıp idamla yargılanırlar. Ve ancak 65 oturum sonra temyize başvurulması üzerine Askerî Yargıtay dâvâyı esastan bozar ve sanıklar berat ederler.

12 Eylül 1980 yılına kadar 1950-1970 kuşaklarını da içine alarak “Türk-İslâm ülküsü ve Türk milliyetçiliği” adları içinde yürüyen Turancılık fikri, 12 Eylül Askerî Darbesi’nden sonra özellikle yetiştirilen apolitik nesiller tarafından neredeyse tarih öncesi bir fikir ve düşünce muamelesi görür. Tâ ki SSCB’nin 1989 yılında çökmesine kadar…

(Devam edecek…)