Romantizmden realizme Turan Ülküsü’nün seyri -III

Böyle bir yapıyı biz ne kadar övsek azdır. Bunu gerçekleştirecekler için kendimizi kenara çekerek sözü şaire bırakalım: “Size âğûşunu açmış duruyor peygamber.”

“TÜRKÇE Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları” adıyla yapılan on zirve içinde ortaya konan siyasî iradelerin en somut kurumsallaşması olan “Nahçıvan Zirvesi” (2009)’nin önemli bir yeri vardır. Bu zirvenin en önemli yönü “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin” kurulmasına dair “Nahçıvan Anlaşması”nın imzalanmasıdır.

Bu konseyin dört kurucu üyesi vardır: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan… Konseyin kurulmasından sonra faaliyetleri yürüten bir kurumun oluşması, zirvelerin bir ürüne dönüşmesi ve beyanların altının doldurulması yönünden çok önemlidir. Türk Konseyi’nin kuruluşundan sonra zirveleri Türk Konseyi yürütmeye başlamıştır. Bu bağlamda Türk Konseyi’nin 7 zirve düzenlediği görülür. Bu zirveler, Türk Keneşi’nin “Organizasyon Tarihçesi”nde şu şekilde yer almaktadır:

1. Almatı Zirvesi 2011: Türk Konseyi’nin ilk zirve toplantısı, “Ekonomik ve Ticarî İşbirliği” temasıyla 20-21 Ekim 2011 tarihlerinde Almatı'da gerçekleştirilmiştir. Toplantı vesilesiyle, Konsey’in kurumsallaşmasına ilişkin anlaşma ve tüzükler sonuçlandırılmıştır. Ayrıca, zirve münasebetiyle üye ülkelerin iş çevreleri bir araya getirilerek “Türk İş Konseyi” tesis edilmiştir.

2. Bişkek Zirvesi 2012: II. Zirve “Eğitim, Bilim ve Kültürel İşbirliği” temasıyla 22-23 Ağustos 2012 tarihlerinde Bişkek'te düzenlenmiştir. Zirvede alınan kararlarla birlikte, Türk Konseyi çatısı altında yeni kuruluşlar tesis edilmiş, bu çerçevede Astana'da Türk Akademisi ile Bakü'de bir “Türk Kültür ve Mirası Vakfı”nın kurulmasına ilişkin anlaşmalar imzalanmıştır. Ayrıca, zirve sırasında imzalanan “Mali Esaslar Anlaşması” ile “Türk Konseyi Sekretaryası”nın kurumsal hüviyeti güçlendirilmiştir.

3. Gebele Zirvesi 2013: Türk Konseyi’nin III. Zirvesi 15-16 Ağustos 2013 tarihlerinde Azerbaycan’ın Gebele şehrinde “Ulaştırma” temasıyla gerçekleştirilmiştir. Zirve vesilesiyle “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi Dışişleri Bakanlıkları Arasında İşbirliği Protokolü” imzalanmıştır.

4. Bodrum Zirvesi 2014: Türk Konseyi Dördüncü Zirvesi, 5 Haziran 2014 tarihinde Bodrum’da “Turizm Alanında İşbirliği” temasıyla düzenlemiştir. 

5. Astana Zirvesi 2015: Türk Konseyi’nin Beşinci Zirvesi, “Medya ve Enformasyon İşbirliği” temasıyla Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’ın evsahipliğinde 11 Eylül 2015 tarihinde Astana’da gerçekleştirilmiştir.

5. Çolpan Ata Zirvesi 2018: Türk Konseyi’nin Altıncı Zirvesi, “Gençlik ve Ulusal Sporlar” temasıyla Kırgız Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sooronbay Ceenbekov’un evsahipliğinde 3 Eylül 2018 tarihinde Çolpan Ata’da gerçekleştirilmiştir. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iştirak ettiği Zirve’ye, Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev ile Macaristan Başbakanı Sayın Viktor Orbán da evsahibi ülkenin konuğu olarak katılmıştır.

7. Bakü Zirvesi 2019: Türk Konseyi Yedinci Zirvesi, Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ev sahipliğinde, Kazakistan Cumhuriyeti Birinci Cumhurbaşkanı Elbaşı Nursultan Nazarbayev, Kırgız Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sooronbai Zheenbekov, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Özbekistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Türkmenistan Bakanlar Kurulu Başkan Yardımcısı Purli Agamyradov ve Türk Konseyi Genel Sekreteri Baghdad Amreyev’in iştirakiyle, “Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin (KOBİ’lerin) Desteklenmesi” temasıyla 15 Ekim 2019 tarihinde Bakü’de düzenlenmiştir. Zirve, Türk Konseyi’ni kuran Nahçıvan Anlaşması’nın 10’uncu yıldönümü ile aynı tarihe denk gelmesi ve Özbekistan'ın örgüte tam üye olmasından ötürü ayrı bir öneme haizdir.

Türk Keneşi’nin kurulmasından sonra zirvelerin kurumsallaşma ve görünürlük yönünden ön plana çıkması dikkat çekicidir. Türk Konseyi zirvelerinin seyrine bakıldığında son iki zirvenin, konseyin gelecekteki gücüne dair ciddi işaretler verdiği görülür. 2018 zirvesinde kendisini Hun Türklerinin varisi olarak gören AB üyesi Macaristan’ın gözlemci üye sıfatıyla konseye dahil olması ve 2019 Bakü Zirvesi’nde de Özbekistan’ın tam üyelik sıfatıyla konseye geri dönmesi son derece önemlidir. 

Türk devletlerinin yapılarına baktığımızda, Oğuz Grubu ve Kıpçak Grubu olarak ikiye ayrıldıklarını görürüz. Konseyde tam üyelik sıfatıyla Kıpçak Türklerinden üç (Özbekistan-Kazakistan-Kırgızistan), Oğuz Türklerinden de iki (Türkiye-Azerbaycan) devletin tam üye olduğunu görürüz. Oğuz Türklerinden Türkmenistan’ın gözlemci üye olması da içine düşürüldüğü tarafsızlık kıskacından kurtulacağına dair emareler taşımaktadır.

Özbekistan’ın konseye tam üye sıfatıyla dönmesi, bir anlamda Kıpçak Türklerinin lokomotifinin sahaya inmesi demektir. Özbekistan’ın bu hamlesi, Timur’un gücünün Fatih’in gücüyle birleşmesi anlamını taşımaktadır. Özellikle son iki zirvede artık “Türk Dünyası” denen bir gerçekliğin ortaya çıkması ve her geçen gün yükselen stratejik bir güç olarak kendisini göstermesi, üzerinde durulması gereken bir husustur. 

Özellikle Türkiye’nin 44 günlük Karabağ savaşında Azerbaycan’a kayıtsız şartsız destek vermesi ve otuz yıllık Karabağ işgalinin Ermenistan’dan bu destek sayesinde geri alınması, Türkler arasındaki dayanışmanın mevcut statüko ve dengeleri Türkler lehine nasıl bozabileceğini ve böyle bir dayanışmanın nasıl büyük bir kuvvet çarpanı hâline gelebileceğini bütün dünyaya somut olarak göstermiştir. 

Türkiye ve Azerbaycan’ın tek devlet gibi hareketi, Kafkasya’da Rusya’nın tek başına oynadığı başat aktörlük rolüne karşı, kuvvetli bir ikinci aktörün Kafkaslarda “Ben de varım” diye kendisini göstermesine yol açmıştır. Bu kendini gösteriş, Orta Asya’da Rusların bir buçuk asırdır Türk devletleri üzerindeki tahakkümünü kırmış ve o ülkeleri arka bahçesi olarak görmesinin önüne aşılmaz bir set gibi dikilmeye başlamıştır.  

Rusya’nın özellikle Kazakistan topraklarına dair beslediği emeller, gerek Kazakistan ve gerekse Özbekistan için çok ciddi bir yakın tehdittir. Türk devletlerinin bugün itibariyle kendi başlarına bu büyük kuzey komşularıyla baş edemeyecekleri açıktır. Ancak güçler birleştirilip -şimdilik Türkmenistan’ı dışarıda tutarsak- beş millet bir devlet hâline gelindiğinde ortaya çıkacak siyâsî, askerî ve ekonomik gücün çarpan etkisini tasavvur etmek bile heyecan vericidir. Böyle bir durum ABD, Avrupa Birliği, Çin ve Rusya’nın ardından beşinci bir küresel gücün oyuna dahil olmasını sağlayacaktır. 

Zaten Türk dünyasının kuzeyde emperyalist emelleri hâlâ canlı ve diri olan bir Rusya ve doğusunda da Çin settinin dışına çıkarak Türk Dünyası’nı yutmaya hazır bekleyen bir Çin karşısında  tutunabilmek için bir araya gelmek ve güçlerini birleştirmekten başka çareleri yoktur. Özellikle Türk Konseyi ülkelerinin Asya’nın kalbinde yer alışları, Asya’dan Avrupa’ya giden bütün yol ve geçitleri tutmaları, “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin uygulanmasının kendisine bağlı olması gibi çok önemli  avantajlara sahiptir. 

Bu avantajlara ilâve olarak petrol, doğalgaz ve yeraltı zenginlikleri bakımından büyük bir iktisadî potansiyel ve zenginlik taşımaları, Türk Konseyi’nin mevcut şartlar dahilinde konsey olarak kalamayacağını göstermektedir. 

Nitekim geçtiğimiz günlerde pandemi dolayısıyla yapılan gayri resmî Türk Konseyi ön hazırlık toplantısında, 12 Kasım 2021’de İstanbul’da yapılacak olan zirvede konseyin adının “Türk Devletleri Örgütü”ne dönüştürüleceğinin açıklanması, son derece önemlidir. Muhtemelen İstanbul Zirvesi, “Türk Konseyi”nin “Türk Devletleri Örgütü”ne dönüştüğü altın bir zirve olacaktır. Bu zirvede Macaristan’ın yanında stratejik açıdan lüzumu görülen Ukrayna benzeri ülkelerin örgüte gözlemci üye olarak kabul edilmesiyle beşinci bir süper güç kendisini resmen gösterecektir. 

Böyle bir oluşumun öncelikle Rusya ve Çin karşısında hak ve menfaatlerini koruyacak bir güce ulaşacağı çok açıktır. Bu güç artık Rusya ve Çin ile müzakere masasına eşit şartlarda oturacağı gibi, ABD ve AB’ üzerinde de kapısını aşındıracak bir çekim alanı oluşturacaktır. 

Bugün itibariyle şartlar, Ziya Gökalp’in Romantik Türkçülük-Turancılık anlayışından ziyade Gaspıralı İsmail Bey’in “Dilde, fikirde, işte birlik” realist Türkçü-Turancı anlayışına doğru evrilmektedir. Hattâ Orta Asya’daki Türk devletlerinin bir araya gelmesi açısından Sultan Galyev’in komünizm sütresi altına gizlediği Turancılık anlayışının da gerçekleşebileceğini göstermektedir.

Türk Devletleri Örgütü hâline gelen bir yapının sadece Türk Devletleri Örgütü veya Türk Devletleri Birliği hâlinde kalamayacağı çok açıktır. Bir araya gelen Türk devletlerinin hepsinin Müslüman oluşu, ikinci ve daha büyük bir kuvvet çarpanı olarak “İslâm Dünyası”nı da işin içine çekecektir; bu, birleşik Türk devletlerinin oluşturacağı dalganın doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur.

Bu durum, Çin Seddi’nden Atlas Okyanusu’na, Hint Okyanusu’ndan Adriyatik Denizi’ne kadar büyük bir coğrafyada etkin bir nüfuz alanı ve belirleyici bir güç birliğinin bizi beklemekte olduğunu göstermektedir.

Muhtemel bir Türk Birliği’nin aynı zamanda “İslâm Birliği” anlamını taşıyacağı çok açıktır. Eğer biz Türkler, bugün bağımsız olarak yaşayan yedi Türk devletini esas alarak “Yedi devlet bir millet” ilkesiyle hareket etmeyi başarabilirsek bu “Yedi devlet bir millet”in uzak olmayan bir zamanda “Yetmiş devlet bir ümmet” anlayışına dönüşerek dünyanın en büyük gücü hâline geleceğini kesinlikle görürüz.

Böyle bir yapıyı ne kadar övsek azdır. Bunu gerçekleştirecekler için kendimizi kenara çekerek sözü şaire bırakalım: “Size âğûşunu açmış duruyor peygamber.”

Vesselam…