RASKOLNİKOV, eline bulaşan
kanı yalnız temizledi. Gogol’un paltosu ısıtamadı bir memuru. Tolstoy’un
sevgisi yaşatamadı insanı. Onlar hep büyük bir dikkatle gözlerken yitirdiler
dünyayı. En çok mutlu oldukları anda kaybettiler saâdetin izini. Yol çatallandı
ve romantikler daha az gidilen tarafı seçtiler. Tüm farkı da bu yarattı...
İnsanlar
ikiye ayrıldı; romantikler ve diğerleri… Onlar birbirinden seçtikleri taraflarla
ayrıldılar. Yürürken, uyurken, kaşık tutarken, yemek yaparken, yıldızları
izlerken ya da yağmurda ıslanırken hep bambaşkaydılar. Ki diğerleri, ne
yıldızları seyretti, ne de ıslandı bir yaz yağmurunda. Öyle bâriz bir farktı ki
bu, hangi gruptaysanız o gruba ait olanları gördüğünüz ilk anda tanırdınız.
Meselâ,
romantikler… Onlar birbirlerini yaralarından tanırlar. Biri kendini anlatmaya
diğerinin kederinden başlar. “Diğerleri” genel mutluluk için çalışırlar ve bu
uğurda insan fedâ etmekten çekinmezler. Fakat romantikler, işe dostlarından
başlarlar. Durmadan şunu sorarlar dünyaya: “Peki, ya onun mutluluğu ne olacak?”
Ne yazık ki Tanrı onları geniş bir bilinçle yaratmıştır. Bu onlara, her şeyi diğerlerinden
katbekat fazla hissetme cefasını verir. Derin yürek acısı, üzüntü ve keder,
romantiklerin kalbinde zorunlu bir hâldir.
Romantikler,
sanki bir yere yetişmeleri gerekiyormuş gibi telâşla büyürler. Bunun nedeni,
“diğerlerini” yakalamaya çalışıyor olmalarıdır. Bu iki tarafın hayatları
boyunca aynı sınavlara tâbi tutuluyor olmaları, dünyanın en adaletsiz
durumudur. Romantikler her daim âşıklardır. Ağaçlara, kuşlara, denizlere ve kelebeklere
meftun yaşarken kalplerinde rakamlara yer yoktur. Bir kelebeğe bakarken birden
ona dönüşüverirler. Diğerleri ise daima sayılarla savaşır ve rekabet hâlinde
kelebek avına çıkmış bir avcı gibidirler.
Romantik
olanlar büyümeye çabaladıkça küçülür, ne kadar büyürlerse o kadar kaybolurlar. Artık
ne evdedirler, ne de dışarıda. Ne varlardır, ne de yok. Çocukken korktukları
her şey yine sokak başlarında beklemektedir onları. Yaş üstüne yaş koyarken
korkularını dahi arkalarında bırakmazlar. Bu ürkeklik onlardan “istemeyi” alır.
Yıllandıkça kaybolur istemek tutkusu. Çünkü bilirler ki, ne hayat, ne de
“diğerleri”, almadan vermez hiçbir güzelliği.
Romantikleri
toplum büyütür. Başarılı ve aklı başında bir insan gibi görünme sorumluluğuyla büyürler.
Hâlbuki ilkbahar ve özgürlük onlara dünyayı ateşe verecek kuvveti sağlayacak güzelliktedir.
Onlar
yanlışlıkla bile olsa birini bir kez sevince, onu sevmeye devam etmekten asla
vazgeçmezler. Çünkü bu çok onursuzcadır. Hayatlarına öyle yahut böyle dokunan
insanları ölene dek sevmek onları katiyen yıldırmaz. Fakat sevgilerini dile
getirdikleri o anda, birden azaltmaya başlarlar benliklerini. Karşıdaki yücelir
de yücelir; onlar küçülür, un ufak olur ve en sonunda öldürürler kendilerini.
Romantiğin
sevgisi, bir adamın bir kıza olan sevgisi değildir. Onlar öyle tatlı sevgi sözcüklerinden
korkarlar. Hayatları boyunca daima mutsuz oldukları için bu tür bir sevgide
görebildikleri bir gerçeklik yoktur. Yalnız aldatmaca, çıkar ve bağlanma isteğinin
gerçek sevgiyi karmakarışık hâle getirdiğini görürler. Onların korkuları her
daim gâlip gelir hissettiklerine.
Romantik
doğmak ya da diğerlerinden olmak bir seçim sonucu değildir. Allah kaderi ezelde
yazar. İnsan doğar ve yolunun zaten çizilmiş olduğunu görür. Artık tek çâresi,
alnındaki yazıyla ona biçilmiş kaderi sırtlanmaktır. Kimi gururla taşır âh
etmeden, kimiyse koca bir kamburla gerçekleştirir vedâsını.
İşte romantikler, derdine dert, yüküne yük ekleyerek kendi belini kendi bükenlerdir! Onlar, dostunun derdine tâlip olmaktan gocunmayanlardır. O romantikler ki, bunca ortaklığa rağmen her gece yalnız ölenlerdir.