HAZRETİ İbrâhim’in (as)
Rabbini keşif yolculuğu Kur’ân’da anlatılır, malûm…
Onun
bu yolculuğunun aktarılması, tüm insanlığa çok değerli bir misâl olması
açısından önemlidir.
En’âm
Sûresi’nin 77 ilâ 79’uncu âyetlerini bu noktada hatırlayalım dilerseniz:
“Ay’ı doğarken görünce, ‘İşte
Rabbim!’ dedi. Ay da batınca, ‘Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse,
mutlaka ben de sapıklardan olurum’ dedi.
Güneş’i doğarken
görünce de, ‘İşte benim Rabbim! Bu daha büyük’ dedi. O da batınca, (kavmine
dönüp,) ‘Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım’ dedi.
‘Ben, Hakk’a yönelen biri olarak
yüzümü, gökleri ve yeri Yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan
değilim’…”
Hazreti
İbrâhim’in (as) tebliğ ettiği ve Hazreti Âdem’den bu yana tebliğ olunan tek din
İslâm’a inanan ve bu inanç üzere daima tek bir İlâh’a inanarak şirkten uzak
duranlara “Hanif” denildiği bilinmektedir.
Haniflerin
arasındaki topluluklardan biri de Türklerdir.
Bu
sebeple Son Peygamber Habîbullah Muhammed Mustafa’nın (sav) tebliğine
Emevîyye’ye rağmen uzanıp biat etmekte zorluk çekmemişlerdir.
Bu
Hanif Türklerin Orta Asya’dan Avrupa’ya, bulundukları bütün bölgelerde
kendilerine has kullandıkları simgeler, tamgalar bulunmaktadır. Bunun
örneklerine “Diriliş: Ertuğrul” adlı diziyle fazlasıyla rastladı halkımız…
O
her bir simge ve tamga, oymakların, obaların, boyların ve budunun
işaretleriydi. Peki, ay ile yıldıza nasıl kavuşuldu?
Yıllardır
üzerinde düşündüğüm bir konuyu burada sizlerle paylaşmak istiyorum…
Şanlı
bayrağımızdaki ay ile yıldız, ay ile yıldız mıdır?
Genel
kabul görmüş hikâyeye göre ay ile yıldız motifi, savaş meydanında
şehitlerimizin kanına bir yansımanın etkisiyle işlenmiş. Bir kan birikintisi ve
gece gökte asılı hilâl ile tam da onun karanlıktaki teğetine denk gelen bir
yıldızın yansıması…
Hattâ
bununla ilintili olarak kimi zaman ayın hilâl olduğu ve yıldızın aynı yörüngede
göründüğü günümüz fotoğrafları bunun bir tezâhürü, hattâ belgesi gibi yansıtılır.
“Hilâl”
kelimesi ile “Allah” kelimesinin ebced hesabıyla aynı sayıya denk geldiği
söylenerek bayrak hikâyesi kuvvetlendirilir. Yıldız da milletimizi temsil
etmektedir.
Bense
bunu kabul etmekle birlikte başka bir tez olarak şu düşünceye sahibim:
Mısır
mitolojisinde Ra adlı baştanrı, güneş ile simgeleniyordu. Roma’nın Mısır’ı
fethiyle birlikte Roma mitolojisine de işleyen ve hattâ kuşatan bu inanç,
imparatorlukta doğrudan firavunluk anlayışını kayser pozisyonunda yaşatırken,
kayseri tanrının yeryüzündeki akrabası olarak temsile taşıdı.
Aynı
Roma, Hıristiyanlığı kabul ettiğinde bu anlayışı sözde Îsâ (Mesih) üzerinden
yine saltanıtında yaşattı ve başının etrafında güneş hâresi olan Mesih
yaklaşımını resim ve ikonlarla yaşattı.
Yani
Güneş, galaksinin en büyüğü, ısı ve ışık vereni olarak bilindiği için en büyük
devlet de onu kendisine simge seçmişti.
Türklerde
ise Güneş ile Ay’ın İslâm’ı kabulle temsil bulduğu isimler, sırasıyla Peygamber
Efendimiz ve Hazreti Ali olmuştur. Türkler, Hazreti İbrâhim’in keşfini anlamış
ve bırakın hilâli, güneşi bir Rabbe simge tutmamışlardır.
O
türküyü hatırlatayım:
“Önüme bir çığır geldi
Bir ucu var şar içinde
Ârifler dükkânın açmış
Ne ararsan var içinde
(…)
Ay Ali’dir, Gün Muhammed
Okunan seksen bin âyet
Balıklar deryâya hasret
Çarha döner göl içinde…”
Türklerin tarih boyunca kullandıkları bayraklara bakınca, ay ile yıldızın motif
edildiği bayrağın İstanbul’un Fethi’nden sonra belgelere girdiği görülür.
İstanbul’un Fethi, neyin sonu, kimin
ölümüydü?
Bizans’ın… Yani Roma’nın son numûnesinin
dahi kalmadığı gün…
Bizanslılar, İstanbul Fethi öncesindeki
muhasara günlerinde bir gök olayına şâhit olmuş ve bunu tarihlerine
kaydetmişlerdi: Güneş tutulması…
Bu tutulmayı yorumlayan Roma kâhinleri,
savunma içinde oldukları savaşı kaybedeceklerini ve devletin yok olacağını
söylemişlerdi.
Kaldı ki, Romalılar olarak onlar, Güneş’i
kendi tanrı bilinçlerinin en büyük işareti saymışlardı.
Yani Güneş tutulacak, onların gözündeki
tanrı ölecek, devlet yok olacaktı…
Bunu bir de İslâm düşüncesiyle
yorumlayalım: Hazreti İbrâhim, gündüz Ay, gece ise Güneş kaybolduğu için
onların kendisine rab olamayacağını düşünmüştü. Öyleyse hakikat aydınlığının
yanında, gündüz Güneş dahi karanlığa mahkûm olabilir.
İstanbul’un Fethi gösterdi ki, “Hak geldi,
bâtıl yıkılıp gitti; çünkü bâtıl yıkılmaya mahkûmdur”.
Bir Güneş tutulması fotoğrafı getiriniz
gözünüzün önüne…
Gördüğünüz şey bir hilâl değil mi?
Ve tam da karanlık olan göbeğin teğetinde
yıldız gibi göz alıcı bir parlama yok mu?
Kaldı ki hilâl, “tutulmuş” demekken…
Bugün Roma’nın torunları, Hanif Türklerin
Allah’ın inâyetiyle nasıl yükseldiklerini görüyor ve bâtılla sakladıkları zulüm
gerçeğinin dökülüp saçılmasından, gasp ettikleri mülklerin ellerinden
alınacağından korkuyorlar.
Elbette korkacaklar!
Zira yeryüzünü, ancak Allah’a şirk koşmayan, yalnız O’na inanan kimseler imar edebilirler…