Roma’nın korkusu geri döndü: Türk’ün bayrağı

Türklerin tarih boyunca kullandıkları bayraklara bakınca, ay ile yıldızın motif edildiği bayrağın İstanbul’un Fethi’nden sonra belgelere girdiği görülür. İstanbul’un Fethi, neyin sonu, kimin ölümüydü?

HAZRETİ İbrâhim’in (as) Rabbini keşif yolculuğu Kur’ân’da anlatılır, malûm…

Onun bu yolculuğunun aktarılması, tüm insanlığa çok değerli bir misâl olması açısından önemlidir.

En’âm Sûresi’nin 77 ilâ 79’uncu âyetlerini bu noktada hatırlayalım dilerseniz:

Ay’ı doğarken görünce, ‘İşte Rabbim!’ dedi. Ay da batınca, ‘Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum’ dedi.

Güneş’i doğarken görünce de, ‘İşte benim Rabbim! Bu daha büyük’ dedi. O da batınca, (kavmine dönüp,) ‘Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım’ dedi.

Ben, Hakk’a yönelen biri olarak yüzümü, gökleri ve yeri Yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim’…”

Hazreti İbrâhim’in (as) tebliğ ettiği ve Hazreti Âdem’den bu yana tebliğ olunan tek din İslâm’a inanan ve bu inanç üzere daima tek bir İlâh’a inanarak şirkten uzak duranlara “Hanif” denildiği bilinmektedir.

Haniflerin arasındaki topluluklardan biri de Türklerdir.

Bu sebeple Son Peygamber Habîbullah Muhammed Mustafa’nın (sav) tebliğine Emevîyye’ye rağmen uzanıp biat etmekte zorluk çekmemişlerdir.

Bu Hanif Türklerin Orta Asya’dan Avrupa’ya, bulundukları bütün bölgelerde kendilerine has kullandıkları simgeler, tamgalar bulunmaktadır. Bunun örneklerine “Diriliş: Ertuğrul” adlı diziyle fazlasıyla rastladı halkımız…

O her bir simge ve tamga, oymakların, obaların, boyların ve budunun işaretleriydi. Peki, ay ile yıldıza nasıl kavuşuldu?

Yıllardır üzerinde düşündüğüm bir konuyu burada sizlerle paylaşmak istiyorum…

Şanlı bayrağımızdaki ay ile yıldız, ay ile yıldız mıdır?

Genel kabul görmüş hikâyeye göre ay ile yıldız motifi, savaş meydanında şehitlerimizin kanına bir yansımanın etkisiyle işlenmiş. Bir kan birikintisi ve gece gökte asılı hilâl ile tam da onun karanlıktaki teğetine denk gelen bir yıldızın yansıması…

Hattâ bununla ilintili olarak kimi zaman ayın hilâl olduğu ve yıldızın aynı yörüngede göründüğü günümüz fotoğrafları bunun bir tezâhürü, hattâ belgesi gibi yansıtılır.

“Hilâl” kelimesi ile “Allah” kelimesinin ebced hesabıyla aynı sayıya denk geldiği söylenerek bayrak hikâyesi kuvvetlendirilir. Yıldız da milletimizi temsil etmektedir.

Bense bunu kabul etmekle birlikte başka bir tez olarak şu düşünceye sahibim:

Mısır mitolojisinde Ra adlı baştanrı, güneş ile simgeleniyordu. Roma’nın Mısır’ı fethiyle birlikte Roma mitolojisine de işleyen ve hattâ kuşatan bu inanç, imparatorlukta doğrudan firavunluk anlayışını kayser pozisyonunda yaşatırken, kayseri tanrının yeryüzündeki akrabası olarak temsile taşıdı.

Aynı Roma, Hıristiyanlığı kabul ettiğinde bu anlayışı sözde Îsâ (Mesih) üzerinden yine saltanıtında yaşattı ve başının etrafında güneş hâresi olan Mesih yaklaşımını resim ve ikonlarla yaşattı.

Yani Güneş, galaksinin en büyüğü, ısı ve ışık vereni olarak bilindiği için en büyük devlet de onu kendisine simge seçmişti.  

Türklerde ise Güneş ile Ay’ın İslâm’ı kabulle temsil bulduğu isimler, sırasıyla Peygamber Efendimiz ve Hazreti Ali olmuştur. Türkler, Hazreti İbrâhim’in keşfini anlamış ve bırakın hilâli, güneşi bir Rabbe simge tutmamışlardır.

O türküyü hatırlatayım:

“Önüme bir çığır geldi

Bir ucu var şar içinde

Ârifler dükkânın açmış

Ne ararsan var içinde

(…)

Ay Ali’dir, Gün Muhammed
Okunan seksen bin âyet
Balıklar deryâya hasret
Çarha döner göl içinde…”

Türklerin tarih boyunca kullandıkları bayraklara bakınca, ay ile yıldızın motif edildiği bayrağın İstanbul’un Fethi’nden sonra belgelere girdiği görülür.

İstanbul’un Fethi, neyin sonu, kimin ölümüydü?

Bizans’ın… Yani Roma’nın son numûnesinin dahi kalmadığı gün…

Bizanslılar, İstanbul Fethi öncesindeki muhasara günlerinde bir gök olayına şâhit olmuş ve bunu tarihlerine kaydetmişlerdi: Güneş tutulması…

Bu tutulmayı yorumlayan Roma kâhinleri, savunma içinde oldukları savaşı kaybedeceklerini ve devletin yok olacağını söylemişlerdi.

Kaldı ki, Romalılar olarak onlar, Güneş’i kendi tanrı bilinçlerinin en büyük işareti saymışlardı.

Yani Güneş tutulacak, onların gözündeki tanrı ölecek, devlet yok olacaktı…

Bunu bir de İslâm düşüncesiyle yorumlayalım: Hazreti İbrâhim, gündüz Ay, gece ise Güneş kaybolduğu için onların kendisine rab olamayacağını düşünmüştü. Öyleyse hakikat aydınlığının yanında, gündüz Güneş dahi karanlığa mahkûm olabilir.

İstanbul’un Fethi gösterdi ki, “Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti; çünkü bâtıl yıkılmaya mahkûmdur”.

Bir Güneş tutulması fotoğrafı getiriniz gözünüzün önüne…

Gördüğünüz şey bir hilâl değil mi?

Ve tam da karanlık olan göbeğin teğetinde yıldız gibi göz alıcı bir parlama yok mu?

Kaldı ki hilâl, “tutulmuş” demekken…

Bugün Roma’nın torunları, Hanif Türklerin Allah’ın inâyetiyle nasıl yükseldiklerini görüyor ve bâtılla sakladıkları zulüm gerçeğinin dökülüp saçılmasından, gasp ettikleri mülklerin ellerinden alınacağından korkuyorlar.

Elbette korkacaklar!

Zira yeryüzünü, ancak Allah’a şirk koşmayan, yalnız O’na inanan kimseler imar edebilirler…