HALİD
el-Esedî’nin (ra) oğulları Habbe ve Sevâ anlatıyor:
“Hazreti Peygamber bir
şeyi tamir etmekle meşgul iken yanına gittik ve O’na yardım ettik. O da bize
şöyle dedi: ‘Başlarınız
hareket ettiği (yaşadığınız) sürece rızık konusunda ümitsizliğe düşmeyin.
Annesi, insanı kıpkırmızı ve çıplak olarak doğurur. Sonra Yüce Allah onun
rızkını verir.’” (İbn
Mâce, Zühd, 14)
Rızık:
Allah’ın canlılara verdiği maddî ve mânevî nimetler (TDV İslâm Ansiklopedisi).
Rızık hakkındaki anlam
bilgisine ve Peygamber Efendimiz’in (sav) bu husustaki beyanına değindikten
sonra, rızık konusunda kafa karışıklığı meydana getiren birkaç mevzuya öznel zaviyeden
değinmek zamanıdır.
Rızık, Allah’ın takdiri ve
hükmüdür. İnsanın nefes alması da rızıktır, sevmesi, sevilmesi de… Bedenî
kazanımlar da rızıktır, kalbî hissedişler de… Ve pek tabiî yediğimiz, içtiğimiz
ne varsa, hepsi rızıktır. Bu geniş kapsamlı anlam açılımından da anlaşıldığı
üzere rızık meselesi, bu hayatta var olmakla başlar, var olmamızı destekleyen
ne kadar gereksinim varsa her birini de içine alarak genişler.
Rızık hususunda endişe
etmememiz gerektiği Peygamberimiz (sav) tarafından da bildiriliyor. Endişe
etmemekten kastedilen ya da başka bir söyleyişle “bu beyandan murâd edilen” ne
olabilir? Sanırım burada bizi iki keskin anlam karşılıyor: Bunlardan ilki,
rızkın ancak Allah’ın elinde olduğu ve O’nun takdiriyle mazhar olacağımız bütün
nimetlerin de herhangi bir endişe ve kaygı taşımaya mahâl vermediği yönünde… Ay
sonunda iş yerinin maaşı yatırıp yatırmayacağından endişe edebiliriz veya belli
bir tarihte borcunu ödeyeceğini beyan eden birinin sözüne sâdık kalıp
kalmayacağı yönünde birtakım kaygılar taşıyabiliriz. Fakat rızık, yaşıyor
olmakla eşdeğerdir. Allah (cc) insanın nefes alışına müsaade ettiği müddetçe
rızkına kefildir. Zaten yaşamak bir rızıktır.
Hemen yeri gelmişken konuya
en kesin anlamı verecek hadîs-i şerifi de ikrar etmeli: “Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül
edebilirseniz, sabahleyin karınları aç gidip akşamları tok olarak dönen
kuşların rızıklandığı gibi rızıklanırsınız.” (Tirmizî Zühd, 33)
Demek ki rızık konusunda
endişe taşımak yerine, imanın gerektirdiği şekliyle tevekkül üzere olmak
gerekiyor. Tevekkül, rızkın şüphesiz O’ndan geldiğine ve muhakkak geleceğine
inanmaktır. Bu uğurda harama ve kul hakkına düşmekten sakınmaktır. Fakat asla
çabalamamak ve öylece rızkı beklemek mânâsına gelmez.
Şöyle ki, Hazreti Peygamber (sav), “Kesinlikle hiç kimse kendi
el emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir” (Buhârî, Büyû’, 15) buyurmuştur.
El emeği, alın teri, helâl
lokma… Yediğimiz bir lokma ekmek bize sağlık, huzur ve bereket vesilesi de
olabilir; darlık, sıkıntı ve hastalık da getirebilir. Bu iki lokma birbirine,
miktar ve nitelik bakımından eşdeğer de olabilir. Fakat ikisini mânâca ayıran
fark, o lokmanın hangi şartlarda edinildiği ve nasıl yenildiğidir. Helâlinden
kazanılan ve besmeleyle yenilen lokma ile haramla ve Allahsız yenilen lokma
ruhen ve bedenen aynı etkiyi karşılamaz.
Kulluk çerçevesi dâhilinde
emek vereceksin, helâlinden kazanacak ve kul hakkına girmeyeceksin, sonra da
edindiğin lokmayı besmeleyle yiyeceksin. İşte bu lokma, el emeğidir, göz
nurudur; bereket ve sağlık kaynağıdır! Bir lokma helâl ekmek karnı doyurmakla kalmaz,
hânede bereketi ve imanı kaim kılar, aynı zamanda ruhu doyurur. Yani öyle
zannedildiği üzere helâl yemek, sadece Cennet ve Cehennem güzergâhını
belirlemekle kalmaz, insanın bütün iç âlemini ve çevresel dengesini kararda
tutar. Öyle mühimdir.
Bir de akılları karıştıran
miktar meselesine bakmak gerek…
Bu âlemde kimi çok
kazanıyor, kimi az; kimi kolay kazanıyor, kimi zor. Bu da elbette Allah’ın
hikmeti ve takdiriyle oluyor. Ama insan akıl değirmeninde bir fikri öğütemedi
mi, isyana ve harama giden yollara sapabiliyor. Öncelikle sadece rızık
meselesinde değil, yaşam boyu hayatımızın bütün veri akışında dikkate alınması
gereken bir kural var ki, bütün hayırlar ve şerler, birer imtihan vesilesidir.
İnsan varlık ve yoklukla, iyilik ve kötülükle, güzellik ve çirkinlikle hem
imtihan olmakta, hem de bütün bu değişkenlerde hak yola götürecek yoğrulma
sürecini tatmaktadır.
İmtihanlarsa başa
gelenlerin kıymetince değil, insanın duygusunca bir ağırlık taşırlar. Maddî
sıkıntı bir insan için büyük bir imtihan vesilesiyken, bir başkasında varlık
çok daha çetin bir süreçtir. Bütün bunlar kişinin hilkatine, yaşam şekline ve
dünyayı algılama biçimine göre değişir. Ve elbette biz, kendi iç dünyasını bile
tahlil etmede sıkıntıya düşen insanlar için, bütün insanların imtihan
derecesini çözmeye yeltenmek akıl kârı değildir.
“Görmezler mi ki Allah
rızkı dilediğine bol veriyor, dilediğininkini de kısıyor? Kuşkusuz bunda iman
eden kimseler için ibretler vardır.” (Rûm, 37)
Bir insan zor ve az
kazanıyorsa, kolay ve çok kazanmak üzere çabalaması onun insanî varlığına
duyduğu saygıyı gösterir. Bu talepte ve çabada elbette beis yoktur. Fakat
zorluktan ve azlıktan kurtulmak adına günah ve haram sınırlarını aşacak bir
isyana düştü mü, dünya ve âhireti kaybeder. Yani azla yetinmek, şükretmek ve
azlığa rağmen harama el uzatmamak demektir. Fakat daha fazlası için helâl
dairesi içinde, hırsa düşmeden çabalamak, kişinin azla yetinmediği anlamını
taşımaz. İnsanın rahatı ve konforu istemesinde değil uçurum, bu uğurda
değerleri altüst etmesinde…
Hem gayret ve emek, azı da
bereketlendirir, zoru da hafifletir. İnsan kendine biçilmiş rızkın ne bir
eksiğini, ne bir fazlasını bulur âlemde. Ama gayret ve emekle birlikte, payına
düşen ne varsa nurlanır ve bereketlenir. İnsan sıhhat ve mânevî huzur bulur.
Aza ve zora sürekli söylenmek, İlâhî adâletten ümit kesmek ve daha fazlası için
harama el uzatmaksa insanın hâddi aşma hâllerinden biridir. Bir yandan da büyük
bir iddiadır. Çok kazanan herkesin kendinden daha iyi bir hâlde bulunduğuna
dair akılsız bir iddiadır bu.
Az kazananın da, çok kazananın da, sağlıklı olanın da, hasta olanın da imtihanı vardır. Varlık insana Hakk katında başka başka sorumlulukları getirir. Az kazanmak da yine insana sabrı öğütleyen bir durumdur. Bütün bunlarda insana evvelâ tevekkül ve rızâ gerek. Sonrasında imana uygun bir gayret ve Rabbinin, gayretin kıymetini takdir edeceğine duyulan sonsuz güven… Tüm bunlar insanın var olan rızkından tat almasını sağlayacaktır.