BİR bardak suda tsunami ile karşılaştık yine. Kelime oyunu değil, başına gelen bilir. Kısaca izah edelim.
Büyük bir bardaktaki suyun bir kısmını içip kalan kısmı az sonra içmek için masaya bırakmak niyetindeyken, bardağın dibine çarpan sudan birkaç damlanın tsunami hareketi yaparak yüzünüze sıçramasından bahsediyorum. Beklenmedik bir şey olduğu için şaşırtıyor ister istemez.
Bu defa konu bir futbol maçı. Bir haftadır onunla yatıp kalkıyoruz. “Ne gereği var? Boş işler bunlar” diyerek kenara çekilmek mümkün ama hâdise o kadar basit değil.
Fenerbahçe-Galatasaray maçı için Suudi Arabistan ile anlaşma sağlanmış. 4,5 milyon dolar alınacakmış. Aylar öncesinden sözleşme yapılmış. Son anda bizim artizler bazı şartlar ileri sürmüşler.
Son anda düğünde arıza çıkarmak gibi bir durum bu. Düğüne saatler kala, kız babasının başlık parasını artırmak istemesinden pek bir farkı yok. Damadı ve oğlan tarafını şoka uğratmanın âlemi var mı?
Biz istediğimiz kadar “Bu devirde başlık parası mı istenir arkadaş?” diyelim, gönlümüzün çektiği kadar hayret edelim. Adamlar nereye dokunacaklarını biliyorlar. Hesap kitap yapmışlar.
Üstelik talepler kurallara aykırı, evvelce imzalanan sözleşmeye aykırı.
İzmit Körfezi’ndeki Osman Gazi Köprüsü yapılırken, henüz ne isim verileceği belli olmadığı için inşaat bitene kadar “Kocaeli Körfez Geçiş Köprüsü” adıyla anıldı.
Biz de bu garip isimlendirmeye itiraz ettik.
“Ne demek geçiş köprüsü? Bütün köprüler karşıya geçmek için değil midir? Geçmemek niyetiyle köprü yapılmayacağına göre, bu isim yanlış” demiştik.
Bütün köprüleri geçiş için yapılır zannetsek bile bazen istisna olabiliyormuş.
Bu Riyad’daki başlayamayan, daha doğrusu başlatılmayan maç böyle bir şey işte.
Maç yapmamak için gitmişler meğer.
Baştan niyeti bozmuşlar.
Bu rezillikte rolü olanlar bir araya gelip herhangi bir yere köprü yapsalar, emin olun, geçmemek niyetiyle temel atarlar. Bittikten sonra da kimseyi geçirmezler. Cümle âlem oturup seyreder, bir anlam veremez.
Bu garip ortaoyunu gözümüzün önünde sahnelendi.
Hassasiyetler itinayla kaşındı. Her kafadan ses çıkmaya başladı.
İstiklâl Marşı okunması, bayrak açılması gibi konularda Suudi yönetiminin itirazda bulunduğunu iddia ettiler -ki sözleşmede kabul edildiği belgeyle ortaya konuldu-. O konularda bir sıkıntı yok. İstiklâl Marşı da, 60 metrelik bayrak açılması da kabul edilmiş. Kimseden itiraz gelmemiş.
Hassasiyetler üzerine yalan haberler ortalıkta dolaşmaya başladıysa, o zaman öküzün altında bile buzağı aramak vazife sayılır.
Bu deyimdeki olumsuz havayı bu defa tersine çevirmek gerek.
Buzağı, her tarafta olabilir.
Halının altına bile bakmakta fayda vardır.
Doğru bilgi peşinde olmak şart. Doğru kaynaklara yönelmek şart.
Fakat konuşması gerekenler konuşmuyor, susması gerekenler hiç susmuyor.
Tam kaos ortamı!
Zemin ve şartlar hazırlanmış, plân program ayarlanmış ve Riyad seferi başlatılmış.
Sözleşmede son dakikada değişiklik yapmak hangi aklın ürünü?
Bir zamanlar meşhur bir klişeydi; “Başörtüsü ile üniversite okumak isteyenler Suudi Arabistan’a gitsin” diyenlerin seferi bu.
İşe bakın ki, bu defa yeni bir Gezi başlatmak isteyenler gitti Suudi Arabistan’a.
Ne kadar da romantik!
Araplara Atatürk’ü tebliğ etmeyi kutsal bir vazife bilip yola düşmüşler.
Görünüş bu.
Fakat asıl mesele yine Atatürk değil. Her zamanki gibi paravan olarak kullanmaya niyetlenmişler. Eldeki malzemenin her konuya uyarlanabilecek bir yapısı var ve bunu kullanmaktan özel bir zevk aldıkları belli. Her fırsatta “Atatürk” deyip kenara çekiliyorlar.
Ne bir özür, ne bir istifa geldi. Elbette bundan sonra da gelmeyecektir.
Neyse ki vaziyet çabuk anlaşıldı. Hâdise çok büyümeden gerçekler ortaya çıktı. Belgeler sayfalara ve ekranlara saçıldı.
Çırpınışların çapı gittikçe zayıflıyor, kalitesi zamanla düşüyor. Bakalım bir sonrakinin çapı ne kadar komik olacak?
Kayahan’ı rahmetle anmak lâzım.
“Bir aslan miyav dedi,
Minik fare kükredi.
Fareden korktu kedi,
Kedi pır uçuverdi.”