ŞU retrolara bir sorsalar; burası kadar soğuk mu tatlım
oralar? “Bu gezegenleri” diyorum, “Sahi, ısrarla gerilemekten ne anlıyorlar?”.
Nizamcılık faaliyetleri gösteriyor ki gezegenler geriledikçe, en çok insanları
geriyorlar. Bu kadar kafiyeden sonra senin kadar bana da geliyorlar. Ve hattâ
gitmiyorlar. Bazı gelenler ne güzel kalıyorlar. Ah, ne güzel kalıyor!
Gezegen hareketleri, izafiyetle birleştiği ölçüde ilgimi
çeker. Bu yüzden ne zaman ileri değil de geri gitse şu Venüs, bir şekilde başım
ağrıyor. Bazen düşünmekten, bazen de üşenmekten… Bir Galileo değilim tabiî.
Canım pahasına Dünya’yı Güneş’in etrafında döndüremem; ama Dünya’nın yalnızca kendi
etrafında döndüğüne inanan zalim kişilere iki kelâm edebilirim. Edebiliriz.
Etmemeyi tercih de edebiliriz ve bu bizi bir parça örseler. Ama şayet bir gün
bahsi geçen zalim kişilere iki kelâm edersem, onlara, “Dünya senin etrafında
dönmüyor şapşal, kendine gel!” demem, “Aynı ivme ve hızla benim de etrafımda
dönüyor, buyrun cenaze namazına!” derim. Bu da beni “Borderline” yapar.
Psikolojik rahatsızlıklardan böyle gelişigüzel bahsedersem, psikolog dostlarım
beni sopayla kovalar. Ve başkalarıyla paylaştığım en güzel hatıralarım, bir
şekilde döne dolaşa yine beni yaralar. Ortaçgil’in şarkısındaki kâğıt para
gibi...
Olamaz mı? Olabilir.
Hatıralar yani… Karşına çıkan herkese anlatırsan, bazen âdeta
bir silah olup yaralayabilir seni. O aradaki üç beş dakikada silahlanma
faaliyetini nasıl becerirler, oldum olası anlamam. Aslında anlarım da, herhangi
bir kimsenin hatıralarını kuşanıp âdeta bir silah gibi ona doğrultmak yerine,
zırhlandırmayı ve bir daha yara almamasına hizmet etmeyi daha asil bulduğumdan,
uğraşmam. Asaletin hastasıyız. Adaletin de… Bu yüzden, inanır mısın, bazı
paralar bazı insanların cebine rekabet yasağına aykırı şekilde girdiğinde bile
tıpkı hatıralarımızla vurulmuşçasına üzülürüz. “Biz” derken, gerçekten biz yani…
“Muhammed Ali” diyenler, “Ömer Ali” diyenler, “Osman Ömer” diyenler, “Mustafa
Kemal” diyenler... Biz işte, hepimiz!
Onlar bulur bir eş, dost, hısım, akraba, açar üzerine bir
şirket, “Al gülüm çekleri, ver gülüm senetleri”... Sonra “Bam!” diye vurulur
çekler. Sonra? Sonra ne olur, biliyor musun? Pırıl pırıl gençler icra
dairelerinde yetkili hamil kovalar. Tabiî bu akış tam olarak böyle olmaz, ama
gerçekten şu an hukukî açıklama yapmak istemiyorum. Bu yüzden bu konunun
ayrıntılarını, sağdan soldan duyduğu birtakım bürokratik mevzuları hukukî vak’a
zanneden ve bunları genç avukatların arkasından “Bu da hiçbir şey bilmiyor
yeaaağ” diyebilmek için kullanmaya çalışanlardan öğrenebilirsiniz. “Siz” dedim.
“Siz” kim? Bunu da okurun temyiz kudretine bırakayım…
A, bu arada sevgilim, belki de senin kambiyo senedin bir
şekilde döne dolaşa benim cebime girmiştir. Olamaz mı? Olabilir. O zaman derhâl
ödemeyi yap ve yetkili hamil ol. Neyse, kaynatmayayım, “Gezegenler” diyordum…
Evet, bütün gezegenlerin sırayla bir ileri beş geri
gitmesi çok canımı sıkıyor. Tıpkı Türkiye gibi... Bu yüzden Yaratıcı’nın her
saat başı doğan zibilyon insanla tek tek uğraşmak yerine şu koca nizamı
yarattığını düşünmüyor değilim; ancak bu aralar yaptığım yegâne spor, pek çok
zaman olduğu gibi “bana bir adım gelene beş adım koşmak” olduğundan, bir de
şirke koşamayacağım. Üşeniyorum ayol!
Malûm, retrolar bir bitmedi. Hezeyanlar dinmedi. O gemi
hâlâ gelmedi. Mehdi bu yıl da Türklere inmedi. Bu yüzden nizamcılık
faaliyetlerinin daima yanındayım. Zaten tümevarıma da en çok bu yüzden varım.
Tümdengelim ise... Evet, tümdengelim hâlâ koca bir yumruk soluğumda. Buradaki
tümü tümden anlayanlar, bunu ayrıca bildirebilir mi?
A, unutmadan Kâtip Bartleby’yi okudum sonunda. Bu kâtip
uykudan uyanmıyor, gözleri de mahmur değil. Daha çok uykudakileri uyandırıyor.
Ama bunu öyle güzel, öyle nazik, öyle sakin yapıyor ki sivil itaatsizliğin
büyüsüne kapılıveriyor insan.
Bartleby, kâtip olarak bir avukatın yanında çalışmaya
başlıyor. Önce sadece verilen işi lâyıkıyla yerine getiriyor, sonra başka
işleri açıktan reddetmeye başlıyor. Sonunda yapması gereken işi de yapmamaya
başlıyor. Yavaş yavaş tüm sorumluluklarından kurtuluyor ve tüm bunları tek bir
cümleyle gerçekleştiriyor: “Yapmamayı tercih ederim.” Ne dersiniz? Güzel cümle,
değil mi? Nazik cümle…
Bunu neden anlattım? Bilmem… İnsan paylaşmak istiyor.
İçimde yeşeren her güzel şeyi paylaşmak istiyorum. Kim üfledi bu tebliğ şerhini
ruhuma? Buradaki tebliği de tebellüğ edenler bilâhare bildirebilir mi?
Neyse, uzun lâfın kısası, Bartleby’yi çok sevdim ben. Çünkü sivil itaatsizlik en sevdiğim. Ama retrolar... Ah o retrolar, beni pek yorar! Keskin sirke küpüne zarar ve bugünlük bu kadar…