
BUGÜNLERDE
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi
Üniversitesine yaptığı rektörlük atamasından dolayı başta CHP olmak üzere
birçok odak bir araya gelerek bir “İstemezük” kalkışması içine girmiş durumda.
Hâl böyle olunca, benim zihnimde yakın tarihimiz boyunca rektörlerin siyâsî
bazı icraatları ve hükûmetlerle olan ilişkileri canlandı.
Rektörlerin yakın tarih boyunca soyunduğu rolleri ve
ilişkileri mercek altına alınca, bakın, ortaya hangi manzaralar çıktı…
Rektörden ilginç davet
2006-2010 arasında Türk Tabipler Birliği Başkanlığı
yapmış Gençay Gürsoy, o günlerde yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Türk Tabipler
Birliği Başkanlığı yaptığım dönemde, o ilk Cumhuriyet mitingleri falan başlamış
durumda… O sırada birtakım hazırlıklar var. Tabipler Birliği’ne de legal ve gayr-i
legal bu tür mitinglere katılma konusunda sivil toplum örgütlerinden telkinler
geliyor. Yani ‘orduyu göreve’ davet eden o dönemlerde...
Ama biz, Türk Tabipler Birliği (TTB) olarak bunların
dışında kaldık. ‘Bir üniversite rektörü, ismini veremeyeceğim tabiî, şey
söylemişti, ‘Biz, çeşitli üniversite mensupları olarak, Genelkurmay Başkanlığı’nda
zaman zaman toplantılar yaparız. Türkiye’nin genel meselelerini konuşuruz. Siz
de bir gelin, katılın bize. Göreceksiniz, çok yararlı şeyler olacak’ falan…
Böyle bir davet almıştım.” (Gürsoy Gençay, 2012)
12 Mart 1971 Darbe döneminde rektör izi
Deniz Gezmiş ve Sarp Kuray gibi gençler, Atatürk
Türkiye’sini kuracakları zannıyla iktidar heveslisi darbeciler tarafından
açıkça kullanılmaktaydılar. Darbecilerin kullandığı gençlerin bir kısmı sivil
üniversitelerde okumaktaydılar. Bunların başında ODTÜ geliyordu. ODTÜ’lü
öğrencilerin ABD Büyükelçisi Komer’in mâkâm aracını yakması, o günlerin en
dikkat çeken olaylarındandı. “Büyükelçiyi
üniversiteye davet eden rektör, bunu hükûmete haber vermiyor, dolayısıyla bir
tedbir de alınamıyordu” (Arcayürek, 1985:222).
12 Eylül 1980 Darbesi öncesinde dikkat çekici rektör
hamleleri
12
Eylül Darbesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2 Aralık 1982
tarih ve “9” numaralı gündem maddesiyle, sekiz profesör ve iki doçentin
katıldığı fakülte kurulu olarak Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e “fahrî hukuk
doktoru diploması” verilmesi kararını alırlar. Aynı gün, her fakültenin dekanı
ile birer öğretim üyesi, yüksekokul müdürleri ve rektör ile rektör
yardımcılarının katıldığı İstanbul Üniversitesi Senatosu, Cumhurbaşkanı Kenan
Evren’e “fahrî profesörlük diploması” vermeyi kararlaştırmıştı (Ertunç, 2010:433).
28 Şubat 1997 darbesinin koçbaşı olarak rektörler
Başbakan
Erbakan’ın İran’ı ziyaret etmek istediği haberi duyulunca, ziyaret ABD
Büyükelçisi tarafından ağır bir dille eleştirildi. Çeşitli üniversite
rektörleri Anıtkabir’i ziyaret ederek lâiklik karşıtlarına saygı
duymayacaklarını belirttiler.
Erbakan’ı deviren 90 manşet de o günlerde kayıtlara geçmişti. Erbakan’ı
Başbakanlıktan indiren sürecin amiral gemisi Hürriyet oldu. “Bir general”e
dayandırılan 90 manşet, sona giden yolun taşlarını örmüştü. Gazetelerde yer
alan manşetlere bakıldığında, “Rektörler Endişeli” (10 Aralık 1996, Sabah)
manşeti de rektörlerin hükûmeti devirmek üzere siyâsete nasıl soyunduklarını gösteriyordu
(Ertunç,
2010:492).
Nitekim 7
Şubat 1997 günü Rektörler Komitesi, yayınladığı deklarasyonda hükûmete sert
uyarılarda bulundu. Deklarasyonu YÖK Başkanı Kemal Gürüz okudu. Rektörler bir
yandan hükûmetle mücadele ederken, bir yandan da bilim adına kurulmuş
üniversitelerde öğretim üyelerini taciz ve tasfiye ile meşguldüler.
28
Şubat darbe mağduru Prof. Dr. Ağırakça, 28
Şubat’ta rektörlerin kendisini çok ezdiklerini, üniversitenin kapısından dışarı atıldığını, odasının kapatıldığını ve
kitaplarının paketlenmek sûretiyle üniversitenin önüne konulduğunu (Ağırakça, 2014) söyledi.
Bir başka 28 Şubat darbe mağduru Prof. Dr Mustafa
Acar da yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Bu
dönemde (2000-2008) kişisel olarak maruz kaldığım mağduriyetler arasında
şunları sıralayabilirim: Kendi üniversitemde kadro verilmemesi, başka bir
üniversiteye geçmem için muvafakat verilmemesi, başka bir üniversitede
yarı-zamanlı ders vermem için izin verilmemesi, bildiri sunarak katıldığım pek
çok bilimsel etkinliğe maddî destek verilmemesi, doçent unvanım olduğu hâlde
yazışmalarda ‘Yardımcı Doçent’ unvanının kullanılmaya devam edilmesi, unvan
alan emsallerime cüppe giydirilirken dışlanmam ve yine doçent olduğum hâlde
-YÖK Genel Kurulu’nun aksi yöndeki kararına rağmen- yardımcı doçentliğe yeniden
atanırken jüri raporları istenmesi…
Bu anlamda yurtdışından doktorayı bitirip mecburî hizmet borcumu ödemek
üzere döndükten sonra 11 yıl görev yaptığım üniversitemde söz konusu 11 yılın
yaklaşık sekiz buçuk yılı taciz ve psikolojik eziyet içinde geçmiştir. Kadro
verilmemesinden kaynaklanan yüklü miktarda bir maddî kaybım da söz konusudur.” (Acar, 2014)
Dönemin
bazı rektörleri 28 Şubat Darbesi’nin kurmayları olarak cephede gönüllü olarak
yerlerini almışlardı. O isimler birer darbe neferi olarak tarihteki yerlerini
aldılar.
Kemal Gürüz
Darbe operasyonunda üniversiteler de işin içindeydi. Darbenin öne çıkan birkaç
akademisyen kurmayı tarihî kayıtlarda yerlerini almışlardı. Dönemin YÖK Başkanı
Kemal Gürüz, Millî Güvenlik Kurulu kararlarının üniversitelerde uygulanmasını
sağladı. Üniversite giriş sisteminde değişiklik yaparak imam-hatip ve meslek
liselileri mağdur etti. İmam-hatip liselerinin kapatılmasını istedi. Amerikancı
olduğunu söyledi. 28 Şubat’ın darbe olmadığını iddia etti. Başörtüsü yasağının
mimarıydı. 7 Ocak 2009 tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına
alındı.
Kemal Alemdaroğlu
İstanbul Üniversitesi’nin tartışılan rektörüydü. Eğitim özgürlüğü ve insan
hakları konusunda yasakları sınır tanımadı. Yolsuzluk suçlamaları sebebiyle YÖK
ve Cumhurbaşkanı tarafından görevden alındı.
2003 yılında Türk Tabipler Birliği Onur Kurulu tarafından intihâl suçundan
iki ay meslekten uzaklaştırma cezası aldı. Ergenekon soruşturması kapsamında 21
Mart 2008 tarihinde gözaltına alındı, iki gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakıldı.
Nur Serter
İstanbul Üniversitesi’nin sonraki rektörüydü. İkna odalarının mimarıydı. 28
Şubat sürecinde başörtülü öğrencilere kök söktürdü. Yazdığı “Siyasal İslâm’da
Din Tekeli” isimli kitap, Refah Partisi’nin kapatılması sürecinde kaynak olarak
gösterildi.
Cumhuriyet mitinglerinde sıkça boy gösterdi. Daha sonra CHP milletvekili
seçildi.
2003 Sarıkız Darbesine giden yolda rektörler
Generaller
siyâsete o kadar çok bulaşmışlardır ki 2003 Ağustos’unda Deniz Kuvvetleri
Komutanlığına gelen Özden Örnek, “Görünen o ki daha çok siyâset konuşacağız”
diye günlüğüne not düşüyordu.
Kendilerine
“Cumhuriyet Çalışma Grubu” adını vermiş bu gayr-i meşru örgüt, tüm kurum ve
kuruluşları işin içine dâhil ederek bir darbe için gerekli bütün plânları
hayata geçiriyordu. Üniversite rektörleri yaptıkları konuşmalarla hükûmete
karşı psikolojik harp başlatmışlardı.
“Sarıkız,
Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven” isimli bu darbe plânları çerçevesinde basının ele
geçirilmesi, üniversite öğrencilerinin sokağa dökülmesi, dernek ve sendikaların
hükûmet aleyhine teşvik edilmesi, genç subayların rahatsız olduğunun haber
yapılması, dindar toplum kesimlerinin fişlenmesi, etnik çatışmaların
çıkarılması, Cumhuriyet’e saygı mitingleri yapılması (Tayyar, 2008:31) gibi plânlamalar dikkat çekiyordu.
Yapılan darbe
plânlaması dâhilinde, 10 Eylül 2003 günü dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı,
YÖK Başkanı ile rektörleri mâkâmına davet ederek onlarla özel bir görüşme
yapmıştı. General bu görüşmede rektörleri hükûmet aleyhinde konuşmaya teşvik
ediyordu. Genelkurmay ise yapılan bu siyâsî gösteriyi sahiplenmek zorunda
kalmıştı (Tayyar,
2008:20).
O günlerde Özden Örnek’in günlüklerine yansıyan üniversite yöneticilerinin
bazı hâlleri şöyleydi:
“8 Ekim 2003: Kocaeli Üniversitesi rektörünü aradım ve ona da rektörler
olarak bu işi (İHL yasası) hemen ve sert bir şekilde protesto etmelerini ve
arkalarında olduğumuzu söyledim. Basın ele geçirilmeye çalışılacak, üniversite
rektörleri ile temas kurulup öğrenciler sokağa dökülecek, sendikalarla da aynı
şekilde hareket edilecek, sokaklara afişler astırılacak, derneklerin hükûmet
aleyhinde olmaları teşvik edilecek, bütün bu olaylar yurt çapında
yaygınlaştırılacak ve bütün bunlar Sarıkız olarak anılacak…”
2007’deki 367 skandalının koçbaşı rektörler
YÖK
Başkanı Erdoğan Teziç, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri öncesinde YÖK Rektörler
Komitesi’ni toplayarak Sabih Kanadoğlu’nun 367 icadına destek açıklaması
yapmıştı. TBMM’deki 547 milletvekilinin 411’inin oyu ve 3 partinin uzlaşmasıyla
geçen, buna rağmen CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürülen
üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getiren yasaya karşı çıkmış, hattâ bunu
“anayasaya karşı hile” olarak adlandırmıştı (Kökçe, 2017).
Görüldüğü
gibi, ülkemizin yakın tarihi boyunca üniversitelerde ilim üretmek yerine darbe
filmlerinde rol almak için soyundukları anlaşılmaktadır.
Bugünkü
kavganın gerisinde de bir ilim gayretinin değil, bir film gayretinin olduğunu
anlamak çok zor olmasa gerek!