GEÇEN hafta,
yazımın sonunda iki soruya dikkat çekmiştim. İlki şöyleydi: “Ülkemizde söz
konusu markanın derdinin ürün satmak olmadığını, çocuklarımızın, ergen ve genç
kızlarımızın hedef alındığını, hatta para kazanmak şöyle dursun, üste para
harcamaya teşne olunduğunu görmemek için kör olmak lâzım; peki, neden?”
İkincisi soru ise, “Hani
reklâm ‘kapital’ temin aracıdır ya, kazanmayı hedefliyorken bu kadar harcama
yapılmasının ardında ne saklı ola?” şeklindeydi.
Pazarlama sektörüne ait,
“Bir hizmet ücretsizse, ürün sizsiniz!” (If a service is free, you are the
product) veya “Ürüne para ödemiyorsan, ürün sensin!” (If you don’t pay for the
product, you are the product) mottosuna rağmen ücretsiz tüm ürün ve hizmetten
istifade etme eğilimini kârdan saymanın kefareti ne yazık ki hemen ödenmiyor.
Şimdi buraya, nasıl bir
kefaret ödediğimize yahut ödeyeceğimize dair bir pencere açalım: Batı/lın İslâm
coğrafyalarını asimile ederek kimlik zafiyeti oluşturmak, zihnen işgal ederek
kendi ürünlerini vazgeçilmez hâle getirmek (giyim, gıda, hijyen, kişisel bakım
gibi), siyâsî yöntemlerle halkların hakları bağlamında demokrasi ve adalet
taşıdığı iddiası taşıyan kurumlarıyla öz kaynaklarını sömürmek için servis
ettiği uzun soluklu projeler yıllar sonra tesirlerini gösteriyor.
Sabrı jeopolitik düzlemde
uygulayan Batı/lın bu güya “insancıl” projeleri kendileri dışındaki tüm
ülkelere servis ediliyor ve uyum sağlamayan yönetimler ile halklar ilkin kaos
ortamına sürüklenerek yıldırılmaya çalışılıyor. Dönüştürülmeye ve sömürülmeye güç
yetiremediklerinde mezhep çatışması, aşiret düşmanlığı, kabile rekabeti
üzerinden iç savaşlar körükleniyor. Sonra da asayişi sağlamak, halkların
haklarını korumak adı altında, paralı askerleri ile kendi coğrafyalarından kilometrelerce
uzak coğrafyalara (ki genellikle öz kaynağı kuvvetli, kültürel dinamikleri
güçlü İslâm coğrafyalarına) “barış ve demokrasi” vaadi ile çöreklenmeyi vazife
addederek işgaller ve işkenceler “çözüm üretmek” olarak takdim ediliyor.
Bitti mi? Hayır! Tüm bu
uzun soluklu ve sabırlı proje uygulamaları da netice vermezse son iki yüzyıldır
pratik ettikleri suikastlar devreye giriyor. Bakıyorlar ki, yönetimlerin
istikrarında bir vazgeçiş yok, işte son merhale olarak “darbe” geliyor. Yönetim
el değiştiriyor ve yine AB’si, BM’si, NATO’su “barış” çığlıkları atarak, söz
konusu ülkelere yerleşiveriyorlar. Bu merhaleyi tecrübe etmiş Irak, Suriye,
Mısır, Afganistan, Filistin, Bosna gibi ülkelerin tarihi bize çok şey
söylemesine rağmen, bizse alışkanlıklarımızı değiştirmemekte, Batı/lın
ürünleriyle zehirlenmeye devam etmekte ısrarda beis görmediğimiz gibi,
rahatımızı bozmaya da yanaşmıyoruz.
Ne acıdır ki, Batı/lın bu
uygulamalarına sırası ile şahit olmuş bir ülkeyiz ve son merhalenin 12 Eylül
1980 Darbesi ile neticelendiğini seyretmişliğimiz var. Fakat “insan nisyan ile
malul” imiş ya, zaman zaman yakın tarihe ve olup bitene yeniden bakmak
gerekiyor.
Evet, şimdi pencereyi
kapatalım ve seyrettiğimiz manzaranın etkisi ile üç ayrı ürün üzerinden
ilköğretim yaşındaki milyonlarca çocuğumuzu (Domestos), ergenlik dönemi genç
kızlarımızı (Dove) ve genç kadınları (Elidor) hedef kitle olarak belirleyen Unilever
markalarının üste para takdim edecek kadar fedakâr (!) projelerinden söz eden reklâmlarını
okumaya devam edelim…
***
Unilever’in Domestos
(çamaşır suyu) ile 14 bin okula, milyonlarca çocuğumuza ve 72 şehrimize ulaştığını
biliyoruz artık. Ve hâlâ durmadan “Durdurulamaz” mottosu ile meydan okuya okuya
yüz binlerce çocuğumuza ulaşmak için bağış yapmaya devam ettiğini de…
Son rakamlardan bîhaberiz,
ancak farklı bir ürün ile kaç ergenlik dönemine girmiş kız çocuklarına
ulaştıklarına bir bakalım şimdi de…
Bu ürün, aynı adlı
markanın kişisel bakım ürünleri arasında yer alıyor ve adı “Dove”…
Reklâmı ise aynen şöyle: “Sosyal
medyadaki güzellik baskısı gençlerin özgüvenine zarar veriyor. Dove, ‘Özgüven
Projesi’ (!) ile Türkiye’de 400
binden fazla genci Özgüven Eğitimleri ile buluşturduk. Daha çok gence ulaşmamız
için şimdi sen de bize katıl. Güzelliğe bakışımızı değiştirelim.”
Ne kadar duyarlı bir reklâm
metni, değil mi? Evet, öyle… Biz, kendimiz, kendi öz kültürümüz ve kendimize
ait özgüven değerlerimizle böylesi bir proje gerçekleştirseydik çok daha
duyarlı ve çok daha başarılı olabilirdik. Kendi yaramızı kendi merhemimizle
sarar, zarardan, riskten, bizden olmayana dönüşmesinden yavrularımızı
koruyabilirdik.
Meselâ bu reklâmda rol
alan ergen genç kızımızın dudaklarına ruj sürmesiyle başlamazdık işe. Gözlerine
eyeliner çekmesine gerek bile kalmazdı. “Sen de dene” demeye getirmezdik bu
sorumluluğu üstlenirken.
Fakat yapamıyoruz. Aidiyet
sorumluluğumuzu çoktan terk ettik, Batı/lın asimile projelerinin ana hedefi
olan asimilasyona epeydir yenik düştük. Bizim çocuklarımızı, ergenlerimizi ve
genç kadınlarımızı sahiplenmelerinden menfaat devşirmeye yeltenir olduk. Önce
farklı kanallarından pompaladıkları güzellik baskısını projeye dönüştürmenin
insanca bir sorumluluk değil, insaniyetten uzak bir sömürü olduğunu okuyamaz hâle
geldik.
Ve bizler, ne yazık ki
yukarıda belirttiğim gibi ezber bozmaktan, rahatımızı kaçırmaktan imtina eden, yapılanı
eleştirmek için can atan, hazır sunulanı su gibi içen bir hâle
getirildiğimizden böyle girişimleri masrafa sayarız. Bütçe ister, onay ister,
bürokratik prosedürlerden nefes alamayız.
Hayat boşluk kabul etmiyor
maalesef. Kıymeti bilinmeyen, sorumluluğunu yitirdiğimiz her alan, Batı/l için
şahane bir fırsata dönüşüyor. Boş bırakılan her alanı kendi dinamikleriyle
doldurma çabalarından iki kere kazançlı çıkan yine onlar oluyorlar. Hem erdemler
üzerinden kendilerini “insancıl” ve “duyarlı” takdim etme fırsatını yakalıyor,
hem kendi çözülme ve bozulmalarını sari bir hastalık olarak bizlere
bulaştırmayı başarıp kültür asimilasyonu ve zihin işgali gerçekleştiriyorlar.
İlk iki bölümle Domestos
reklâmıyla ürünün risklerine değindik ve ulaşılan çocuk sayısını kayda geçtik
ve 4 buçuk milyon (Kasım ayı reklâmı) olduğunu öğrendik. Bugünse 400 binden
fazla ergen kızımıza özgüven eğitimi ile ulaştıklarını görüyoruz. Ellerinde var
5 milyonluk gencecik, su gibi saf zihinler!
Bitti mi? Hayır! Ama daha
bakacağımız bir ürün daha var ve rakam bununla sınırlı değil!
Dilerim yavrularımız
üzerinden oynanan ve bir toplumun “çözülmesi”, kültürel “çürüme”nin tetiklenmesi
için onları kobay gibi kullanan ve çare üretiyor görünümü altında ebeveyn çatışmalarını
körükleyen bu ve benzeri projelere sessiz kalan, tedbir geliştirmeyen tüm kalpler
burulur.
Özellikle reklâmı
seyretmenizi ve küçücük bir kızın düşürüldüğü konumu/durumu izlemenizi dilerim.
Aşağılanma hissi oluşturan, kompleksli bir portre çizen bu görsellerin
zihninizde ve kalbinizde nasıl bir etki oluşturduğunu yoklamanızı ve
hissettiklerinizin tadına karar vermenizi isterim.
Kendi çocuklarına sahip
çıkamayan Devlet’e ve ebeveynlere işlerini öğretmek ve eksiklerini tamamlamak
vazifesine gönüllü olmalarındaki amacı sezmemiz gerekiyor. Aksi durumda kendi
yavrularımızı kendi ellerimizle Batı/lın bâtıl argümanları ile dönüştürülmesine
rızamız var demektir.
Eğer öyleyse, razıysak yavrularımızın masumiyetleri üzerinden idealarını gerçekleştiren Haçlı zihniyetinin eylemlerine, dilerim bu kadar yavrunun hayatını değiştirip dönüştürmelerine müsaade ettiğimiz için ilgili kurumların, kişilerin ve mü’min hanımların ve beylerin uykuları kaçar. Ve dilerim bu satırlara erişenler birleşerek, birbirinden haberdar olarak çare üretmek için gayrete düşerler. (Devam edecek inşallah…)