DURDURULAMAZ!” iddiası ile
kendini vazifelendiren ve bir cengâver edası ile mikroplarla (!) savaşmak adına
çocuklarımızı hedef alan hijyen markasının reklâmı üzerinden yaptığımız
okumalara bakmaya devam edelim…
Kimi
sosyal medya ağlarında duyarlı insanımız ve medya kanallarında duyarlı kimi yazarlar
bu markanın ürünlerini boykot listesine alarak gerek sağlık ve gerekse ahlâkî
deformasyon açısından dikkat çekmişlerdi. Fakat şimdiye kadar bu markanın
gelecek neslimizin temel dinamikleri olan çocuklarımız, ergen ve genç
kızlarımız üzerinden ürettikleri projelere değinen olmadı.
İşte
bu yazı dizisiyle tüm bunlara mercek tutarak zihnimize üşüşecek sorularımıza
cevap bulmaya çalışacak ve gereğinin yapılacağını umarak gerekli kurumların
dikkatine sunarken mesuliyeti yetkili isimlere emanet edeceğiz.
Evet,
“Durdurulamaz!” meydan okuması üzerinden ele aldığımız, dünyanın en büyük 10 şirketinden biri olan İngiliz
menşeli Yahudi destekçisi “Unilever” markasının hijyen ürününe biraz daha
bakalım.
Yukarıda
belirttiğim kimi duyarlı kalemlerin ve kimselerin eleştirileri kulaklarına
erişmiş olmalı ki bu yıl ortasında yeni versiyonlu bir Domestos reklâmı
ekranlarımızdan bize ulaştı.
Şöyle
deniliyordu:
“Domestos’u
durdurulamaz yapan nedir? Mikropları öldürmekteki (!) kararlılığı… Yoğun
formülü, güçlü kıvamıyla uzun süreli hijyen sağlaması… Çocuklarımızın geleceğe
en iyi şekilde hazırlanabilmesi için Domestos hijyenini 4 buçuk milyon
öğrenciye, 14 bin okula, 72 şehre ulaştırmış ve daha fazlası için durmadan
çalışıyor olması…
İşte
bütün bunlar ve daha fazlasıyla (!) Domestos durdurulamaz!”
İzah
gayreti ile çekilmiş bu reklâmda aslına bakıldığında, kalabalık ortamda bulunan
çocuklar söz konusu olduğunda bu temizlik maddesinin yoğunluk iddiası ve güçlü
formül nitelendirmesi bilhassa dikkatimizi çekiyor. Ve mekân temizliğini
koordine edemeyecek, kontrolünü gerçekleştiremeyecek yaştaki yavrularımızın
günde minimum 5-6 saat bu ürünün kullanıldığı ortamda bulunmasındaki riskten de
bizi haberdar ediyor.
Bilindiği
gibi bu ürün hayli yoğun (jel kıvamında). Ne kadar kullanıldığı, nasıl
durulandığı, kullanım sonrası ortamların ne kadar havalandırıldığı, sağlıklı
netice vermesi için sıcak su ile kullanılması gerekiyorken her okulda sıcak
suyun bulunup bulunmadığı göz ardı edilmemeli, değil mi?
Pek
çok resmî kurum, bu tür hijyen maddelerinin kullanımı için mevzuat esaslı
dokümanlarla uygulama kurullarını belirler. Çünkü deterjan kullanımı kimyasal
bileşenler (biyositler) barındırdığından ve yanlış kullanımında insan sağlığını
tehdit etmekle kalmayıp şehir sularına karışımı doğrultusunda daha geniş
zararlara sebep olacağından dikkat edilmesi gereken ürünlerdir.
İşte
bu anlamda, bir üniversitenin hazırladığı dokümanda çamaşır suyunun kullanımı
ile ilgili uyarılardan sadece birkaç satır alıntılayarak temas ettiğimiz
konunun önemine dikkat çekelim ve üzerimize düşeni yapmış olalım.
Erciyes
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinin “Kimyasal Temizlik Maddelerinin Doğru
Kullanımı Talimatı” başlıklı metnindeki bir kısım uyarı aşağıdaki gibi:
“Kimyasal maddeler
zehirli ve yanıcı olabilir ya da karıştırıldıkları zaman şiddetli tepki
verebilirler.
Kimyasal
temizlik malzemeleri vücudumuza 3
yolla girerler:
1)
Solunumla
2)
Deri ve
gözlerden absorbe edilerek
3)
Sindirimle
Kimyasal
temizlik malzemeleri vücudumuza 5 hâlde
girerler:
1)
Toz
2)
Sis
3)
Duman
4)
Buhar
5)
Gaz
Bu yollar, sabun
dışındaki tüm temizlik malzemelerini kapsamaktadır. Bilinmesi gereken önemli
noktalar ise şunlar:
1)
Petrol ve
türevlerinden elde edilmektedir.
2)
Deterjanlar,
sabunun aksine sert suda çökelek oluşturmazlar. Bu nedenle sert sularda daha
iyi temizlerler.
3)
Deterjanlara
köpük düzenleyici katkı maddeleri ilâve edilir.
4)
Deterjan ve
sabun sıcak suda daha iyi temizler.
Deterjanların
olumsuzlukları:
1)
Ortamdaki
canlı tür adedi azalmakta ve belirgin değişiklikler ortaya çıkmaktadır.
2)
Arıtma
işlemleri güçlenmekte, şehir şebekesine verilen suyun tadı ve kokusu
kötüleşmektedir.
3)
Bu sular
insan sağlığı için tehlike yaratabilmektedirler.
4)
Çamaşır suyu çamaşırlarımızı, saçımızı,
dişlerimizi, derimizi ve yiyeceklerimizi beyazlatan, çamaşırdaki kir ve
lekelerin çıkmasına yarayan ya da çamaşırı beyazlatan, özel olarak hazırlanan
kimyasal sudur.
5)
Bulaşık,
fayans, ıslak zemin, banyo ve tuvalet temizliğinde ve hijyen amacıyla
kullanılan kimyasal bir maddedir.
6)
Klorlu
çamaşır suyu, sodyum hipokloritin yüzde 5’lik çözeltisidir.
7)
Beyazlatıcı
ve parlatıcı özelliğine sahiptir. Mikrop öldürücü özelliğine sahiptir. Ucuz dur.
(…)”
(Talimattan
sadece birkaç satıra dikkat çektiğim bu uyarıların tamamına dipnottaki linkten
ulaşılabilir.1)
***
Tam
burada, pandeminin ilk evresinde Koronavirüsten korunmak için kullanımı
önerilen çamaşır suyunun tozu neticesinde haberlere yansıyan yetişkin
zehirlenmelerini ve ölüm haberlerini de hatırlamakta fayda var.
Yetişkin
bilincine rağmen haberlere yansıyan bu tür vakalar, çocuklarımız söz konusu
olduğunda bize ne söyler?
Peki,
72 şehirdeki 14 bin okulda (reklâmda durmadan çalıştıklarını ifade ettiklerine
göre sayı artmış olabilir) bu kullanım talimatlarına deterjanı kullanan
çalışanlar ne kadar riayet ediyorlar? Çocuklarımız nasıl bir havayı teneffüs
ediyorlar? Dokundukları yerler (sıra, masa, kapı kolu, merdiven tırabzanları,
klozetler, lavabolar) iyi durulanıyorlar mu? Biliyor muyuz? Bilmiyorsak okul
idarelerine gidip soruyor muyuz? İçimiz rahat mı?
Ve
bu ürün millî olmalı değil mi? (Bu soruya madalyonun ikinci yüzünde cevap
arayacağız.)
***
Buraya
kadar somut düzlemde dikkat çektiğimiz bu hijyen ürününe şimdi de soyut
perspektiften bakalım…
Bu
reklâmda, siyah zemin üzerine çizilmiş Türkiye haritası ve tüm şehirlere
yayılmış hijyen ambalaj görselleri bana göre dikkat çekici.
Meselâ
Türk bayrağı renklerinde olabilirdi bu harita veya bilindik coğrafî harita renkleriyle
resmedilebilirdi. Dahası, renk mi bitti? Turkuaza, maviye, yeşile ne olmuştu?
Türk haritasının Batı kültüründe ölümü işaret eden rengi siyah ile resmedilmesi
(FETÖ’nün hocaları olduğuna inandığımdan) bana pek rastlantısal bir seçim gibi
görünmedi.
Buraya
bir parantez açmalı ve bu anlamdaki hassasiyetimin komplo teorisyenlerine
öykünme olmadığını, pek çoğu içinden birkaç örnek ile ispat etmeli.
İşte
ilk örnek: “Challenger uzay mekiği kazası, 28 Ocak 1986 tarihinde, mekiğin
kalkışından 73 saniye sonraki patlamayla oluşan kazadır. Kazada 7 astronot
ölmüştür. Patlama, yakıtın sızması yüzünden olmuştur…” Tarihte bu şekilde yer
alan bilimsel gerçeklikteki “Challenger” kelimesinin “meydan okuyan” anlamı
taşıması… Kime? Allah’a…
İkinci
örnek: Kaynaklara, “11 Eylül Saldırıları (İngilizce, ‘September 11 Attacks’): Genellikle
‘9/11’ olarak da anılır. Radikal İslâmcı silahlı grup El-Kaide’nin 11 Eylül
2001 Salı sabahı Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı düzenlediği dört koordineli
bir terör saldırısı dizisidir” şeklinde geçen olayın İslâm’ı terörleştirme
projeleri kapsamında tüm dünyaya “911” imdat çağrısı ile sunmaları… Haçlı
zihniyetinin senaristlerince hayata geçirilen bu olay neyi hedefliyordu? İslâm’ı…
Üçüncüsü:
15 Temmuz öncesi, her akşam primetime kuşakta izlediğimiz ihanet çetesinin
yayın organının reklâmında, savaş sirenleri eşliğinde yıkılan binalar arasından
doğarak gülümseyen bebekle gönderilen mesaj… Yerle bir edecekleri kimlerdi? İnançlı
yöneticiler ve Müslüman halk…
O
vakitler bu mesajı okuyamadığımı fark edince, Haçlı zihniyetinin kibrinden
mülhem kodlamalarını görmezden gelme gafletine düşmemek için zihnime tembihte
bulunmuştum. O gün bugündür reklâmları okuma alışkanlığı edinmiş olmamdan
hareketle bu yazı dizisi ortaya çıktı.
Masaya
yatırdığımız ürün İngiliz menşeli; verdiğim örnekler ABD ve FETÖ kökenli… Bir
tenakusa mahâl vermemek için hemen bakış düsturumuza ışık tutacak işaret
levhasını buraya kaydedelim: “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de, Hıristiyanlar
da Senden asla memnun kalmayacaklardır!”2
Ve
şu hakikati yeniden hatırlayalım: “Küfür tek millettir.”
***
“Peki,
ülkemizi karış karış dolaşan, binlerce okula bağış yapan bu markanın derdi
nedir?” sorusuna cevap aramadan önce reklâm mantığına değinelim kısaca ki
derdimiz izah bulsun…
Özellikle
belirtmeliyim ki, bir ürünün reklâm vasıtası ile tanıtılması ve pazarlanması,
içinde bulunduğumuz dönemin ticarî anlayışına ve etik kurallarına aykırı
değildir. Dileyen dilediği ürünü, inisiyatifi ve bedeli dâhilinde reklâm
aracılığı ile halkların dikkatine sunabilir.
Ancak
bizim mercek altına yatırdığımız dört ana kategoride (gıda, ikramlık, hijyen ve
kişisel bakım) 400 kadar ürüne sahip İngiliz markası Unilever’in reklâm
spotlarına baktığımızda, ürün satışından fazlasını hedeflediğini ve bunu bir
meydan okuma ile sunduğunu apaçık görüyoruz ve artık biliniyoruz! (Her “en” kadar görmezden gelinse de…)
Bu
markanın diğer ürünlerine ait reklâmlara da dikkat ettiğinizde, sabun ürünü ile
ergenlik çağındaki kızlarımızın özgüvenine, şampuan ürünü ile genç kızlarımızın
ve hanımlarımızın hayâllerine el attığını göreceksiniz. Sırası ile tüm
projelerine değineceğim bu yazı dizisinde elimizi verip kolumuzu kaptırdığımız
kapitalizm ile savaşmaya güç yetiremeyeceğimi bildiğimden, kapitalizmin
“kapital” hedefli reklâm anlayışındaki tutarsızlıklarına dikkat çekmek istedim.
Kime
sorsanız, reklâmların ürün tanıtımını, pazarlanmasını, arz ve talep çerçevesini
genişletmeyi hedeflediğini bilir. Fakat bizim ülkemizde söz konusu markanın
derdinin ürün satmak olmadığını, “çocuklarımızı, ergen ve genç kızlarımızı”
hedef alındığını, hatta para kazanmak şöyle dursun, üste para harcamaya teşne
olduklarını görmemek için kör olmak lâzım. Peki, neden?
Gerek
proje yatırımları, gerek bu projelerin sunumunda ve hayata geçirilmesinde
ülkemizin dine ve devlete kin kusan sanatçılarla iş birliği yapması da cabası…
Reklâmlarında rol alan ünlüler bu markanın projelerinde bedava rol alıyorlarsa
ayrı bir hainlik, para kazanıyorlarsa ayrı bir handikap söz konusu. Hani reklâm
“kapital” teminin aracıdır ya, kazanmayı hedefliyorken bu kadar harcama
yapılmasının ardında ne saklı ola ki?
Sorularımızı
şimdilik saklı tutalım ve haftaya madalyonun diğer yüzünü çevirerek iz sürmeye
devam edelim…
2Bakara, 120