Reis: “Uzun ince bir yoldayım!”

“Kurucu Genel Başkanı olarak girdiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden yüzde 34 oyla 1. parti olarak çıktı çıkmasına ama iki numaralı koltuğa oturamaz. Siyasî yasağını sona erdiren düzenlemenin ardından, 9 Mart 2003 tarihinde yapılan yenileme seçimlerinde TBMM’ye 22. Dönem Siirt Milletvekili olarak girer ve zaferle çıkar. Takdir-i İlâhîdir ki, düştüğü yerden ayağa kalkmıştır. Tarihler 15 Mart 2003’ü gösterdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin 28’inci Başbakanı olarak güven oylamasına katılıyordur.”

TEK kişilik koltuğu dolduran tonton adamın yanına yaklaşan çocuk, “Dede, insan lider olarak mı doğar, yoksa sonradan mı olur?” diye sordu. Haberleri izlemekte olan dede, kıvır kıvır saçlarıyla altın bir kolyeyi andıran torununun omuz başlarından tutarak önce tebessüm etti, sonra televizyonu kapatarak bir sandalye çekip yanına oturmasını istedi. Belli ki dedesinin söyleyecekleri uzun ve önemliydi.

Dede, erinmeden kalkıp antika plâğın yuvasına Âşık Veysel’in 1973 yapımı 45’liğini özenle yerleştirip tekrar yerine oturdu. Çocuk, dedesinden önce plâktan çıkan melodiyi duydu: “Uzun ince bir yoldayım…” Ama sorusuyla plâktan çıkan ses arasında ilişki kurmakta zorlandı ve beklemeye koyuldu.

Dede anlatmaya başladı:

“Bak evlâdım, bir liderden bahsedebilmek için, kişileri peşinden sürükleyebilecek özelikleri bünyesinde taşıyıp taşımadığına ve gücüne bakılır ki French ve Bertham Raven’e göre bunlar ‘yasal güç, ödüllendirme gücü, zorlayıcı güç, uzmanlık gücü ve karizmatik güç’ olarak sıralanmıştır.

Tüm liderler, hedefledikleri bir kitleyi etkileyebilmek amacıyla konuşurlar ve kazanmalarını yahut kaybetmelerini belirleyen şey de işte bu konuşmalardır. Bu güç sayesinde muktedir liderler olduğu gibi, bahse konu gücü doğru kullanmayı beceremeyen ve bundan dolayı iktidardan uzaklaşan liderlere de rastlamak mümkündür. Hitabet yeteneğinin liderlere ‘karizmatik güç’ kazandırdığını rahatlıkla söyleyebilirim. ‘Karizmatik lider’ özellikleri arasında ikna ve özgüven yeteneği ile cesaret gelir ki, şimdi sorduğun soruya cevap teşkil edecek bir yaşanmışlık hikâyesi anlatacağım sana, iyi dinle!

1950’li yılların İstanbul’u ve Ahmet Kaptan

Bundan seneler evvel acılarını, gözyaşlarını ve hatıralarını Güneysu’ya bırakıp İstanbul’a göç eden bir Ahmet Kaptan varmış. ‘Ahmet Kaptan’ deyip geçmemek gerek! Ailesine ve çocuklarına karşı son derece bağlı, bir o kadar da otoriterdir. Onun gözünde evlât yetiştirmek, açık denizlere dümen kırıp yol almaktan çok daha zordur. Kasımpaşa'da ahşap bir eve yerleşirler. Çok geçmeden ailenin üçüncü çocuğu dünyaya gelir ve kendisine dedesinin ismi verilir. Zaman su gibi akmaktadır. Piyale İlkokulu'na kaydı yapılan, mahallenin dar sokaklarında arkadaşlarıyla çelik çomak, uzuneşek ve yakar top, eve geldiğinde ise kardeşleriyle dama, dokuztaş oynayan çocuğunun hayâllerini bir bisiklet süslemektedir, ancak Kaptan Amca o hayâlden habersizdir.

Yaz mevsiminde dedesinden miras kalan bahçelerde çay ve fındık toplayan ‘üç numara’ başıboş bırakılmaz ve Kur’an-ı Kerim öğrenmesi için bizzat babası tarafından bir hocaefendiye teslim edilir. İstanbul İmam-Hatip Okulu’ndan mezun olacağı zamana kadar Kur’an-ı Kerim ve Arapça dersiyle bağını koparmadan devam ettirir.

Şiire yatkındır. Türkiye Teknik Ressamlar Cemiyeti’nin düzenlediği şiir yarışmasında birinci gelir ve duvara monteli bir kütüphane ile 500 liralık para ödülünün sahibi olur ama o çalışmaktan dur olmaz. Yatılı okulda babasının verdiği 2 buçuk liralık haftalığı kartpostal alımına sermaye yapar. Ticareti, helâlinden kazanmayı ilke edinmiştir. Simit ve su satarak kazandığı paraları da kitap alımında harcamaktadır.

Seneler seneleri kovalar, takvimler 1973 yılını gösterdiğinde, kendisini MSP Gençlik Kolları’nda bulur. İki yıl içinde öyle bir performans gösterir ki bu başarısı ona İstanbul’un en gözde ilçelerinden biri olan Beyoğlu Gençlik Kolları, 1977 yılında ise İstanbul İl Başkanlığı’nı getirir.

Bir yıl sonra hayatının dönüm noktalarından birini yaşar. Ateşli konuşmalara imza atan genç siyasetçinin ünü kısa sürede yayılır. Kendisini dinlemek için ön sıralarda oturan Emine Hanım’dan etkilenir ve 4 Temmuz 1979 yılında evlenirler. 1980 yılındaki askerî müdahaleye kadar İl Başkanlığı görevini sürdürür.

En çalkantılı dönemde, siyasî yasakların sürdüğü 1981 senesinde Marmara Üniversitesi İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi'nden mezun olur. Camialtı, İETT ve Erokspor futbol kulüplerinde 16 yıl top koşturur. Siyasetten ve mücadelen kopmaz.

Anne ve babasının izinden gider; Ahmet Burak, Necmettin Bilal, Esra ve Sümeyye adında tam dört çocukları olur. Tevafuktur, dördü de İHL mezunu olur.

“Durmak yok, yola devam!”

1983 yılında siyasî yasakların son bulmasıyla kurulan Refah Partisi’nde Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985 senesinde ise İstanbul İl Başkanlığı görevlerine getirilir. 1989 yılına gelindiğinde, gece gündüz çalıştığı Beyoğlu’ndan ‘İçimizden biri’ sloganıyla Belediye Başkanlığına aday olur. Kaderin cilvesi, gündüz sayılan oylarda önde giderken, akşama sarkan oy sayımı sırasında elektrikler kesilmiş ve seçimi kaybettiği açıklanmıştır. Yaptığı itirazda hâkime hakaret ettiği gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılır, aldığı 10 aylık ceza paraya çevrilir.

O, bu yaşadıklarını yenilgi olarak görmez ve ayağına takılan küçük bir taş gibi iterek ‘Biz Türkiye’ye hizmete sevdalıyız! Yola çıkarken dedik ki, ‘Uzun ince bir yoldayız, gidiyoruz gündüz gece, gideceğiz gündüz gece’’ derken, diğer yandan, ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda,/ Beraber ıslandık yağan yağmurda,/ Şimdi dinlediğim tüm şarkılarda/ Bana her şey milletimi hatırlatıyor’ dizelerini okuyordu.

Büyük Türkiye yolculuğu

Aradan iki yıl geçmiştir. 1991 yılı seçimlerinde Refah Partisi İstanbul 6. Bölge’den milletvekili seçilir ve mazbatasını almak için başkente doğru yol alır. Meclis’teki 11. günün sonunda, aynı partiden Mustafa Baş’ın itirazı üzerine ‘tercihli oyların’ yeniden sayılması üzerine vekilliği düşer ama büyük Türkiye yolculuğuna küsmeden devam eder.

Kırk yıllık hatır

İstanbul İl Başkanı olarak devam ettiği sırada, önüne İstanbul rüyasını gerçekleştirme fırsatı çıkar ve 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde aday olur. 'Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var’ parolasıyla ev ev gezerek ‘40 yıllık hatır istiyoruz sizden’ der ve hazırlanan 40’ar gramlık kahve paketlerini dağıtır. Hiç kimsenin şans vermediği isim olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanır.

O, artık ‘Reis’ olarak çağrılmaktadır. Elde edilen zafer hem o, hem partisi, hem de Türk siyaseti için bir dönüm noktasıdır. Zaman kaybetmeden biriken sorunlar, çöpler ve borç için ekip çalışmasının temellerini atar, malî disiplin uygular ve kaynak oluşturur. Yolsuzluğu önleme politikalarının yanında yaptığı doğru teşhislerin tamamı sonuç odaklıdır. Tüm bunlar ona ve belediyecilik tarihinde kendinden sonraki dönemlere ışık tutacak başarıları getirir.

78 milyon vatandaşımıza efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik ve biz bu işi başaracağız’ sözlerinin sahibi, Molla Yûnus’un torunu Ahmet Erdoğan ile Terzi Mehmet’in kızı Tenzile Erdoğan çiftinin dört evlâdından biri olarak dünyaya gelen Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Medrese-i Yûsufiye’ye dönüşen Pınarhisar

12 Aralık 1997 tarihinde, Siirt’te halka hitaben konuşma yapmaktadır ve Ziya Gökalp'ın ‘Asker Duası’ isimli şiirinde geçen ‘Minareler süngü, kubbeler miğfer,/ Camiler kışlamız, müminler asker,/ Bu ilâhî ordu dinimi bekler,/ Allah-u Ekber, Allah-u Ekber!’ satırlarını okuduğu için 12 Nisan 1998’de 10 ay hapis cezasına çarptırılarak siyaset yasağı konulur. Belediye Başkanlığı düşürülmesinin ardından cezasını çekmek üzere cezaevine gönderilir.

Ona karşı en büyük sevgi seli de ‘Medrese-i Yûsufiye’ diye nitelendirdiği Pınarhisar’da yaşanır. Dilinde bu sefer Necip Fazıl’ın ‘Zindan iki hece Mehmed’im lâfta!/ Baba katiliyle baban bir safta!/ Bir de ‘geri adam’ boynunda yafta./ Hâlimi düşünüp yanma Mehmed'im!/ Kavuşmak mı? Belki... Daha ölmedim!’ satırları, kulağındaki türkü ise ‘Yemen Türküsü’ olacaktır. ‘Geçmişin muhasebesini yapma imkânı buldum’ dediği ve 4 ay kaldığı cezaevinden, okuması için kendisine getirilen kitaplardan bir kütüphane oluşturarak çıkar.

Mensubu olduğu Refah Partisi’nin temelli kapatılması sonucu, güvendiği isimlerden oluşan yol arkadaşlarıyla birlikte Türk siyasetine yeni bir sayfayı açacak karara imza atar ve 14 Ağustos 2001’de AK Parti’yi kurar.

Kurucu Genel Başkanı olarak girdiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden yüzde 34 oyla 1. parti olarak çıktı çıkmasına ama iki numaralı koltuğa oturamaz. Siyasî yasağını sona erdiren düzenlemenin ardından, 9 Mart 2003 tarihinde yapılan yenileme seçimlerinde TBMM’ye 22. Dönem Siirt Milletvekili olarak girer ve zaferle çıkar. Takdir-i İlâhîdir ki, düştüğü yerden ayağa kalkmıştır. Tarihler 15 Mart 2003’ü gösterdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin 28’inci Başbakanı olarak güven oylamasına katılıyordur.

Sessiz devrim

Onun döneminde enflasyon kontrol altına alınacak, TL’den 6 sıfır atılacak, malî disiplin politikaları uygulanacak, eğitim ve sağlıkta devrim niteliğinde reformlar yapılacaktır. Baraj, toplu konut, okul, yakaları birbirine bağlayan asma köprüler, bölünmüş yollar, tüneller, metro hatları, havalimanları, enerji santralleri ve üniversite inşaatlarına ağırlık verilecektir. Bununla yetinmeyecek ve Marmaray, Avrasya Tüneli, şehir hastaneleri, Kanal İstanbul ve İstanbul’a üçüncü havalimanı gibi çılgın projelere imza atacaktır. Bilimde ve savunma sanayiinde birbirini takip eden projeler, millî üretim ve 4,5G teknoljisi… Yürütülen akıllı iç ve dış politikalar neticesi bölgede yıldızı parlayan bir ülkenin başındaki bu insanın yaptıkları ‘sessiz devrim’ olarak nitelense de yedi düvelde ses getirmeye yetmiştir.

O ise koşan, coşan, yerinde durmayan, yeni ve güçlü bir Türkiye hayâl ederken, etrafı ‘bir liderin doğuşu’nu izlemekle yetiniyordur.

Çıraklık ve ustalık dönemi

22 Temmuz 2007’de yüzde 46,6 oyla 60’ıncı, 12 Haziran 2011 yılında ise yüzde 49,8 oyla 61’inci Hükûmet’i kurarak koalisyon hükûmetlerini tarihe gömer. Bu başarıyı hazmedemeyen iç ve dış mihraklar önce 31 Mayıs 2013 yılında Gezi olaylarını patlatır, sonuç alamayınca da 17-25 Aralık 2013 operasyonunu devreye sokarlar. Zamanında yapılan müdahaleler sonucu hükûmeti düşürmeye dönük bu eylemler 28 Şubat post-modern darbesi ile 27 Nisan e-muhtırasında olduğu gibi akamete uğratılır.

Hasımları onu iktidardan indirmek istedikçe, o, bir el tarafından hep yükseltilir. Hem Hakk’ın, hem de halkın nezdinde sesi, soluğu, konumu ve sevgisi artarak devam eder. Buna paralel, alkış tufanı da…

10 Ağustos 2014 tarihinde, sandık başına giden Türk halkının seçtiği ‘ilk cumhurbaşkanı’ sıfatıyla yemin ederek görevine başladığında, on binlerce kişiden oluşan sevgi çemberi içinde ikâmetinden Cumhurbaşkanlığı’na uğurlanır. Rakiplerinin bahaneleri yine hazırdır: ‘Saraya karşıyız!’ Ama o, kıskançlık hamlesine ait cılız sesi duymaz bile.


1915’ten 15 Temmuz’a kahramanlık destanları

Ülke tansiyonu bir türlü düşmüyordur. Bir yandan FETÖ ile mücadele, diğer yandan -Çözüm Süreci’ni baltalayan- PKK’nın çukur siyaseti, büyük şehirleri tesiri altına almayı amaçlayan patlamalar, sınır boyunda cereyan eden hareketlilik ve Suriye’de devam eden iç savaş ile onun tabibi sonucu göç dalgası… Tüm bunların tek sebebi vardır: Her cephede yorgun düşürülmek suretiyle parçalanarak yutulmak istenen bir devlet…

En nihayeti, 15 Temmuz 2016 tarihinde, bütün güçlerini birleştirip toplu saldırıya geçerler. Üstelik haince!

Geleceğini ipotek altına almak isteyen işgal güçlerine karşı şanlı bir direniş sergileyenlerin darbe girişimini ‘Meydanlara çıkın!’ emriyle püskürtmesi, başlı başına sorunun cevabı niteliğindedir evlât!

Günlerce süren ‘Demokrasi Nöbetleri’, 7 Ağustos 2016 tarihinde Sivil Dayanışma Platformu tarafından İstanbul Yenikapı Meydanı’nda düzenlenen ‘Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses’ mitinginde, ‘Ebedî vatanımızı, son devletimizi, bin yıllık kardeşliğimizi kimi zaman etnik fitneyle, kimi zaman mezhep fitnesiyle, kimi zaman sapkın akımlarla bölmek isteyenlere en güzel cevabı işte burada, Yenikapı’da sizler veriyorsunuz!’ sözlerinin yankılandığı büyük buluşmaya dost düşman bütün dünya şahitlik etmiştir.

Hatta Mısırlı kardeşlerimiz, ‘Sizin direnişiniz bizden evvel olsaydı Mısır’da darbe olmazdı’ diyerek direnişin örnek alındığını gösterirler.

“Kimsesizlerin kimi, sessiz yığınların sesi”

O, Rabialara umut, mazlumlara uzanan şefkat eli, zalimlere ve katillere ‘One minute!’ diyerek durduran cesaret abidesi… Onun sayesinde şimdi dünyanın her yerine uzanan bir Türkiye var. Başta Ortadoğu olmak üzere Suriye, Mısır, Lübnan, Libya, Filistin, Kuzey Kıbrıs, Kerkük, Musul, Karabağ, Bosna, Myanmar, Somali, Endonezya, Açe, Kırım ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki gelişmelere ‘sessiz’ kalmayan ve kalmayacak olan vefa göstergesidir o.

“Bu bir veda değil, bu yeni bir başlangıç”

16 Nisan 2017 tarihinde 18 maddelik ‘Anayasa ve yönetim sistem değişikliği’ için referanduma giden halk, ‘Tek millet için, tek bayrak için, tek vatan için, tek devlet için’ ‘Evet’ der ve sandıktan çıkan yüzde 51’lik sonuçla 21 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleşen 3. Olağan Büyük Kongre’de, Kurucu Genel Başkanı olduğu AK Parti’nin başına 998 günlük aradan sonra yeniden döner.

“Dava adamlığı kolay değildir!”

50 bin kişinin katıldığı kongrede şu konuşmayı yapar:

‘Aramızdaki mesafe, mevzuat gereği olan bir mesafeydi. Gönlümüz hep beraber oldu, hep beraberdi. Biliyoruz ki, gönüllere sınır çizmek, gönüllere duvar örmek mümkün değildir. Biz hep, ‘Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?/ Dar geliyor gardaşım’ dedik. Cumhurbaşkanlığı’na aday olduğumuzda, ‘Bu bir veda değil, bu yeni bir başlangıçtır’ demiş ve yeni dönemi hatırlayın, bir hatimeyle değil, Fatiha ile başlatmıştık.

Biz yola milletimizle birlikte çıkmıştık. Bugüne kadar her ne yapmışsak milletimiz için yaptık, milletimiz için yapmaya da devam edeceğiz. Bugüne kadar hangi sorunun üstesinden gelebilmişsek, yine milletimizin duası, desteği sayesinde geldik. Biz milletimiz için çalıştıkça, gayret ettikçe, ter döktükçe, milletimiz bize daha çok sahip çıktı.

Bizim sizlerle olan yol arkadaşlığımız, gönüldaşlığımız öyle pamuk ipliğine bağlı değildir. Bizim muhabbetimiz rüzgâra göre yön değiştirmez. Çünkü bizim kardeşliğimiz, ahiret kardeşliğidir. Bizim dava arkadaşlığımız, ervah-ı ezelden levh-i kalemde yazılmıştır.

Üstat ne diyor? ‘Eyvah, eyvah Sakarya, sana mı düştü bu yük?/ Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!/ Ne ağır imtihandır başındaki Sakarya!/ Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?/ İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal,/ Hamallık ki, sonunda ne rütbe var, ne de mal.’’

78 milyon vatandaşımıza efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik ve biz bu işi başaracağız’ sözlerinin sahibi, Molla Yûnus’un torunu Ahmet Erdoğan ile Terzi Mehmet’in kızı Tenzile Erdoğan çiftinin dört evlâdından biri olarak dünyaya gelen Recep Tayyip Erdoğan’dır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak -milletin malı- sayılan Beştepe’deki Külliye’de oturmaktadır.

Onu ‘uzun’ uzun anlatmaya hacet yoktur! Üstelik cennet mekân Âkif’in şu dizeleri varken…

‘Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem./ Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!/ -Boğamazsın ki!- Hiç olmazsa yanımdan kovarım./ Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;/ Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam./ Doğduğumdan beridir âşığım istiklâle,/ Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!/ Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?/ Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boyunum!/ Kanayan bir yara gördüm mü, yanar ta ciğerim!/ Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim./ ‘Adam aldırma da geç git!’ diyemem, aldırırım./ Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım./ Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu./ İrticâın, şu sizin lehçede mânâsı bu mu?’

Şimdi soruna cevap bulup bulmadığını sen söyle bana evlât!’

Bu sözleri üzerine dede, yarım kalan tebessümüne torununu da dâhil etti ve birbirlerine tek kelime etmeden gülümsemekle yetindiler…