TEK kişilik koltuğu dolduran tonton adamın yanına yaklaşan çocuk, “Dede, insan
lider olarak mı doğar, yoksa sonradan mı olur?” diye sordu. Haberleri izlemekte
olan dede, kıvır kıvır saçlarıyla altın bir kolyeyi andıran torununun omuz
başlarından tutarak önce tebessüm etti, sonra televizyonu kapatarak bir
sandalye çekip yanına oturmasını istedi. Belli ki dedesinin söyleyecekleri uzun
ve önemliydi.
Dede, erinmeden kalkıp antika plâğın
yuvasına Âşık Veysel’in 1973 yapımı 45’liğini özenle yerleştirip tekrar yerine
oturdu. Çocuk, dedesinden önce plâktan çıkan melodiyi duydu: “Uzun ince bir
yoldayım…” Ama sorusuyla plâktan çıkan ses arasında ilişki kurmakta zorlandı ve
beklemeye koyuldu.
Dede anlatmaya başladı:
“Bak evlâdım, bir liderden
bahsedebilmek için, kişileri peşinden sürükleyebilecek özelikleri bünyesinde
taşıyıp taşımadığına ve gücüne bakılır ki French ve Bertham Raven’e göre bunlar
‘yasal güç, ödüllendirme gücü, zorlayıcı güç, uzmanlık gücü ve karizmatik güç’
olarak sıralanmıştır.
Tüm liderler, hedefledikleri bir
kitleyi etkileyebilmek amacıyla konuşurlar ve kazanmalarını yahut
kaybetmelerini belirleyen şey de işte bu konuşmalardır. Bu güç sayesinde muktedir
liderler olduğu gibi, bahse konu gücü doğru kullanmayı beceremeyen ve bundan
dolayı iktidardan uzaklaşan liderlere de rastlamak mümkündür. Hitabet yeteneğinin
liderlere ‘karizmatik güç’ kazandırdığını rahatlıkla söyleyebilirim. ‘Karizmatik
lider’ özellikleri arasında ikna ve özgüven yeteneği ile cesaret gelir ki, şimdi
sorduğun soruya cevap teşkil edecek bir yaşanmışlık hikâyesi anlatacağım sana,
iyi dinle!
1950’li yılların İstanbul’u ve
Ahmet Kaptan
Bundan seneler evvel acılarını,
gözyaşlarını ve hatıralarını Güneysu’ya bırakıp İstanbul’a göç eden bir Ahmet
Kaptan varmış. ‘Ahmet Kaptan’ deyip geçmemek gerek! Ailesine ve çocuklarına
karşı son derece bağlı, bir o kadar da otoriterdir. Onun gözünde evlât
yetiştirmek, açık denizlere dümen kırıp yol almaktan çok daha zordur.
Kasımpaşa'da ahşap bir eve yerleşirler. Çok geçmeden ailenin üçüncü çocuğu
dünyaya gelir ve kendisine dedesinin ismi verilir. Zaman su gibi akmaktadır.
Piyale İlkokulu'na kaydı yapılan, mahallenin dar sokaklarında arkadaşlarıyla
çelik çomak, uzuneşek ve yakar top, eve geldiğinde ise kardeşleriyle dama,
dokuztaş oynayan çocuğunun hayâllerini bir bisiklet süslemektedir, ancak Kaptan
Amca o hayâlden habersizdir.
Yaz mevsiminde dedesinden miras
kalan bahçelerde çay ve fındık toplayan ‘üç numara’ başıboş bırakılmaz ve Kur’an-ı
Kerim öğrenmesi için bizzat babası tarafından bir hocaefendiye teslim edilir.
İstanbul İmam-Hatip Okulu’ndan mezun olacağı zamana kadar Kur’an-ı Kerim ve
Arapça dersiyle bağını koparmadan devam ettirir.
Şiire yatkındır. Türkiye Teknik
Ressamlar Cemiyeti’nin düzenlediği şiir yarışmasında birinci gelir ve duvara
monteli bir kütüphane ile 500 liralık para ödülünün sahibi olur ama o
çalışmaktan dur olmaz. Yatılı okulda babasının verdiği 2 buçuk liralık
haftalığı kartpostal alımına sermaye yapar. Ticareti, helâlinden kazanmayı ilke
edinmiştir. Simit ve su satarak kazandığı paraları da kitap alımında
harcamaktadır.
Seneler seneleri kovalar,
takvimler 1973 yılını gösterdiğinde, kendisini MSP Gençlik Kolları’nda bulur.
İki yıl içinde öyle bir performans gösterir ki bu başarısı ona İstanbul’un en
gözde ilçelerinden biri olan Beyoğlu Gençlik Kolları, 1977 yılında ise İstanbul
İl Başkanlığı’nı getirir.
Bir yıl sonra hayatının dönüm
noktalarından birini yaşar. Ateşli konuşmalara imza atan genç siyasetçinin ünü
kısa sürede yayılır. Kendisini dinlemek için ön sıralarda oturan Emine Hanım’dan
etkilenir ve 4 Temmuz 1979 yılında evlenirler. 1980 yılındaki askerî müdahaleye
kadar İl Başkanlığı görevini sürdürür.
En çalkantılı dönemde, siyasî
yasakların sürdüğü 1981 senesinde Marmara Üniversitesi İktisadî ve Ticarî İlimler
Akademisi'nden mezun olur. Camialtı, İETT ve Erokspor futbol kulüplerinde 16
yıl top koşturur. Siyasetten ve mücadelen kopmaz.
Anne ve babasının izinden gider;
Ahmet Burak, Necmettin Bilal, Esra ve Sümeyye adında tam dört çocukları olur.
Tevafuktur, dördü de İHL mezunu olur.
“Durmak yok, yola devam!”
1983 yılında siyasî yasakların son
bulmasıyla kurulan Refah Partisi’nde Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985 senesinde ise
İstanbul İl Başkanlığı görevlerine getirilir. 1989 yılına gelindiğinde, gece
gündüz çalıştığı Beyoğlu’ndan ‘İçimizden biri’ sloganıyla Belediye Başkanlığına
aday olur. Kaderin cilvesi, gündüz sayılan oylarda önde giderken, akşama sarkan
oy sayımı sırasında elektrikler kesilmiş ve seçimi kaybettiği açıklanmıştır.
Yaptığı itirazda hâkime hakaret ettiği gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılır,
aldığı 10 aylık ceza paraya çevrilir.
O, bu yaşadıklarını yenilgi
olarak görmez ve ayağına takılan küçük bir taş gibi iterek ‘Biz Türkiye’ye
hizmete sevdalıyız! Yola çıkarken dedik ki, ‘Uzun ince bir yoldayız, gidiyoruz
gündüz gece, gideceğiz gündüz gece’’ derken, diğer yandan, ‘Beraber yürüdük biz
bu yollarda,/ Beraber ıslandık yağan yağmurda,/ Şimdi dinlediğim tüm şarkılarda/
Bana her şey milletimi hatırlatıyor’ dizelerini okuyordu.
Büyük Türkiye yolculuğu
Aradan iki yıl geçmiştir. 1991
yılı seçimlerinde Refah Partisi İstanbul 6. Bölge’den milletvekili seçilir ve mazbatasını
almak için başkente doğru yol alır. Meclis’teki 11. günün sonunda, aynı
partiden Mustafa Baş’ın itirazı üzerine ‘tercihli oyların’ yeniden sayılması
üzerine vekilliği düşer ama büyük Türkiye yolculuğuna küsmeden devam eder.
Kırk yıllık hatır
İstanbul İl Başkanı olarak devam
ettiği sırada, önüne İstanbul rüyasını gerçekleştirme fırsatı çıkar ve 27 Mart
1994 yerel seçimlerinde aday olur. 'Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var’
parolasıyla ev ev gezerek ‘40 yıllık hatır istiyoruz sizden’ der ve hazırlanan 40’ar
gramlık kahve paketlerini dağıtır. Hiç kimsenin şans vermediği isim olarak
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanır.
O, artık ‘Reis’ olarak çağrılmaktadır. Elde edilen zafer hem o, hem partisi, hem de Türk siyaseti için bir dönüm noktasıdır. Zaman kaybetmeden biriken sorunlar, çöpler ve borç için ekip çalışmasının temellerini atar, malî disiplin uygular ve kaynak oluşturur. Yolsuzluğu önleme politikalarının yanında yaptığı doğru teşhislerin tamamı sonuç odaklıdır. Tüm bunlar ona ve belediyecilik tarihinde kendinden sonraki dönemlere ışık tutacak başarıları getirir.
78 milyon vatandaşımıza efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik ve biz bu işi başaracağız’ sözlerinin sahibi, Molla Yûnus’un torunu Ahmet Erdoğan ile Terzi Mehmet’in kızı Tenzile Erdoğan çiftinin dört evlâdından biri olarak dünyaya gelen Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Medrese-i Yûsufiye’ye dönüşen
Pınarhisar
12 Aralık 1997 tarihinde,
Siirt’te halka hitaben konuşma yapmaktadır ve Ziya Gökalp'ın ‘Asker Duası’
isimli şiirinde geçen ‘Minareler süngü, kubbeler miğfer,/ Camiler kışlamız,
müminler asker,/ Bu ilâhî ordu dinimi bekler,/ Allah-u Ekber, Allah-u Ekber!’ satırlarını
okuduğu için 12 Nisan 1998’de 10 ay hapis cezasına çarptırılarak siyaset yasağı
konulur. Belediye Başkanlığı düşürülmesinin ardından cezasını çekmek üzere
cezaevine gönderilir.
Ona karşı en büyük sevgi seli de
‘Medrese-i Yûsufiye’ diye nitelendirdiği Pınarhisar’da yaşanır. Dilinde bu
sefer Necip Fazıl’ın ‘Zindan iki hece Mehmed’im lâfta!/ Baba katiliyle baban
bir safta!/ Bir de ‘geri adam’ boynunda yafta./ Hâlimi düşünüp yanma
Mehmed'im!/ Kavuşmak mı? Belki... Daha ölmedim!’ satırları, kulağındaki türkü
ise ‘Yemen Türküsü’ olacaktır. ‘Geçmişin muhasebesini yapma imkânı buldum’ dediği
ve 4 ay kaldığı cezaevinden, okuması için kendisine getirilen kitaplardan bir
kütüphane oluşturarak çıkar.
Mensubu olduğu Refah Partisi’nin
temelli kapatılması sonucu, güvendiği isimlerden oluşan yol arkadaşlarıyla
birlikte Türk siyasetine yeni bir sayfayı açacak karara imza atar ve 14 Ağustos
2001’de AK Parti’yi kurar.
Kurucu Genel Başkanı olarak
girdiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden yüzde 34 oyla 1. parti olarak çıktı
çıkmasına ama iki numaralı koltuğa oturamaz. Siyasî yasağını sona erdiren
düzenlemenin ardından, 9 Mart 2003 tarihinde yapılan yenileme seçimlerinde
TBMM’ye 22. Dönem Siirt Milletvekili olarak girer ve zaferle çıkar. Takdir-i
İlâhîdir ki, düştüğü yerden ayağa kalkmıştır. Tarihler 15 Mart 2003’ü gösterdiğinde,
Türkiye Cumhuriyeti’nin 28’inci Başbakanı olarak güven oylamasına katılıyordur.
Sessiz devrim
Onun döneminde enflasyon kontrol altına
alınacak, TL’den 6 sıfır atılacak, malî disiplin politikaları uygulanacak,
eğitim ve sağlıkta devrim niteliğinde reformlar yapılacaktır. Baraj, toplu
konut, okul, yakaları birbirine bağlayan asma köprüler, bölünmüş yollar,
tüneller, metro hatları, havalimanları, enerji santralleri ve üniversite
inşaatlarına ağırlık verilecektir. Bununla yetinmeyecek ve Marmaray, Avrasya
Tüneli, şehir hastaneleri, Kanal İstanbul ve İstanbul’a üçüncü havalimanı gibi
çılgın projelere imza atacaktır. Bilimde ve savunma sanayiinde birbirini takip
eden projeler, millî üretim ve 4,5G teknoljisi… Yürütülen akıllı iç ve dış
politikalar neticesi bölgede yıldızı parlayan bir ülkenin başındaki bu insanın
yaptıkları ‘sessiz devrim’ olarak nitelense de yedi düvelde ses getirmeye
yetmiştir.
O ise koşan, coşan, yerinde durmayan, yeni ve güçlü bir Türkiye hayâl
ederken, etrafı ‘bir liderin doğuşu’nu izlemekle yetiniyordur.
Çıraklık ve ustalık dönemi
22 Temmuz 2007’de yüzde 46,6 oyla
60’ıncı, 12 Haziran 2011 yılında ise yüzde 49,8 oyla 61’inci Hükûmet’i kurarak koalisyon
hükûmetlerini tarihe gömer. Bu başarıyı hazmedemeyen iç ve dış mihraklar önce
31 Mayıs 2013 yılında Gezi olaylarını patlatır, sonuç alamayınca da 17-25
Aralık 2013 operasyonunu devreye sokarlar. Zamanında yapılan müdahaleler sonucu
hükûmeti düşürmeye dönük bu eylemler 28 Şubat post-modern darbesi ile 27 Nisan e-muhtırasında
olduğu gibi akamete uğratılır.
Hasımları onu iktidardan indirmek
istedikçe, o, bir el tarafından hep yükseltilir. Hem Hakk’ın, hem de halkın
nezdinde sesi, soluğu, konumu ve sevgisi artarak devam eder. Buna paralel,
alkış tufanı da…
10 Ağustos 2014 tarihinde, sandık başına giden Türk halkının seçtiği ‘ilk cumhurbaşkanı’ sıfatıyla yemin ederek görevine başladığında, on binlerce kişiden oluşan sevgi çemberi içinde ikâmetinden Cumhurbaşkanlığı’na uğurlanır. Rakiplerinin bahaneleri yine hazırdır: ‘Saraya karşıyız!’ Ama o, kıskançlık hamlesine ait cılız sesi duymaz bile.
1915’ten 15 Temmuz’a kahramanlık
destanları
Ülke tansiyonu bir türlü
düşmüyordur. Bir yandan FETÖ ile mücadele, diğer yandan -Çözüm Süreci’ni
baltalayan- PKK’nın çukur siyaseti, büyük şehirleri tesiri altına almayı
amaçlayan patlamalar, sınır boyunda cereyan eden hareketlilik ve Suriye’de
devam eden iç savaş ile onun tabibi sonucu göç dalgası… Tüm bunların tek sebebi
vardır: Her cephede yorgun düşürülmek suretiyle parçalanarak yutulmak istenen
bir devlet…
En nihayeti, 15 Temmuz 2016
tarihinde, bütün güçlerini birleştirip toplu saldırıya geçerler. Üstelik
haince!
Geleceğini ipotek altına almak
isteyen işgal güçlerine karşı şanlı bir direniş sergileyenlerin darbe girişimini
‘Meydanlara çıkın!’ emriyle püskürtmesi, başlı başına sorunun cevabı niteliğindedir
evlât!
Günlerce süren ‘Demokrasi
Nöbetleri’, 7 Ağustos 2016 tarihinde Sivil Dayanışma Platformu tarafından
İstanbul Yenikapı Meydanı’nda düzenlenen ‘Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek
Ses’ mitinginde, ‘Ebedî vatanımızı, son devletimizi, bin yıllık kardeşliğimizi
kimi zaman etnik fitneyle, kimi zaman mezhep fitnesiyle, kimi zaman sapkın
akımlarla bölmek isteyenlere en güzel cevabı işte burada, Yenikapı’da sizler
veriyorsunuz!’ sözlerinin yankılandığı büyük buluşmaya dost düşman bütün dünya
şahitlik etmiştir.
Hatta Mısırlı kardeşlerimiz, ‘Sizin
direnişiniz bizden evvel olsaydı Mısır’da darbe olmazdı’ diyerek direnişin örnek
alındığını gösterirler.
“Kimsesizlerin kimi, sessiz
yığınların sesi”
O, Rabialara umut, mazlumlara
uzanan şefkat eli, zalimlere ve katillere ‘One minute!’ diyerek durduran
cesaret abidesi… Onun sayesinde şimdi dünyanın her yerine uzanan bir Türkiye
var. Başta Ortadoğu olmak üzere Suriye, Mısır, Lübnan, Libya, Filistin, Kuzey Kıbrıs,
Kerkük, Musul, Karabağ, Bosna, Myanmar, Somali, Endonezya, Açe, Kırım ve Sincan
Uygur Özerk Bölgesi'ndeki gelişmelere ‘sessiz’ kalmayan ve kalmayacak olan vefa
göstergesidir o.
“Bu bir veda değil, bu yeni bir
başlangıç”
16 Nisan 2017 tarihinde 18
maddelik ‘Anayasa ve yönetim sistem değişikliği’ için referanduma giden halk, ‘Tek
millet için, tek bayrak için, tek vatan için, tek devlet için’ ‘Evet’ der ve
sandıktan çıkan yüzde 51’lik sonuçla 21 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleşen 3. Olağan
Büyük Kongre’de, Kurucu Genel Başkanı olduğu AK Parti’nin başına 998 günlük
aradan sonra yeniden döner.
“Dava adamlığı kolay değildir!”
50 bin kişinin katıldığı kongrede
şu konuşmayı yapar:
‘Aramızdaki mesafe, mevzuat
gereği olan bir mesafeydi. Gönlümüz hep beraber oldu, hep beraberdi. Biliyoruz
ki, gönüllere sınır çizmek, gönüllere duvar örmek mümkün değildir. Biz hep, ‘Bu
hududu kimler çizmiş gönlüme?/ Dar geliyor gardaşım’ dedik. Cumhurbaşkanlığı’na
aday olduğumuzda, ‘Bu bir veda değil, bu yeni bir başlangıçtır’ demiş ve yeni
dönemi hatırlayın, bir hatimeyle değil, Fatiha ile başlatmıştık.
Biz yola milletimizle birlikte
çıkmıştık. Bugüne kadar her ne yapmışsak milletimiz için yaptık, milletimiz
için yapmaya da devam edeceğiz. Bugüne kadar hangi sorunun üstesinden
gelebilmişsek, yine milletimizin duası, desteği sayesinde geldik. Biz
milletimiz için çalıştıkça, gayret ettikçe, ter döktükçe, milletimiz bize daha
çok sahip çıktı.
Bizim sizlerle olan yol arkadaşlığımız,
gönüldaşlığımız öyle pamuk ipliğine bağlı değildir. Bizim muhabbetimiz rüzgâra
göre yön değiştirmez. Çünkü bizim kardeşliğimiz, ahiret kardeşliğidir. Bizim
dava arkadaşlığımız, ervah-ı ezelden levh-i kalemde yazılmıştır.
Üstat ne diyor? ‘Eyvah, eyvah
Sakarya, sana mı düştü bu yük?/ Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!/ Ne
ağır imtihandır başındaki Sakarya!/ Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?/
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal,/ Hamallık ki, sonunda ne rütbe var, ne
de mal.’’
78 milyon vatandaşımıza efendi
olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik ve biz bu işi başaracağız’ sözlerinin
sahibi, Molla Yûnus’un torunu Ahmet Erdoğan ile Terzi Mehmet’in kızı Tenzile
Erdoğan çiftinin dört evlâdından biri olarak dünyaya gelen Recep Tayyip Erdoğan’dır
ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak -milletin malı- sayılan
Beştepe’deki Külliye’de oturmaktadır.
Onu ‘uzun’ uzun anlatmaya hacet
yoktur! Üstelik cennet mekân Âkif’in şu dizeleri varken…
‘Zulmü alkışlayamam, zalimi asla
sevemem;/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem./ Biri ecdadıma saldırdı
mı, hatta boğarım!/ -Boğamazsın ki!- Hiç olmazsa yanımdan kovarım./ Üç buçuk
soysuzun ardından zağarlık yapamam;/ Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam./
Doğduğumdan beridir âşığım istiklâle,/ Bana hiç tasmalık etmiş değil altın
lâle!/ Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?/ Kesilir belki fakat çekmeye
gelmez boyunum!/ Kanayan bir yara gördüm mü, yanar ta ciğerim!/ Onu dindirmek
için kamçı yerim, çifte yerim./ ‘Adam aldırma da geç git!’ diyemem, aldırırım./
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım./ Zalimin hasmıyım amma severim
mazlumu./ İrticâın, şu sizin lehçede mânâsı bu mu?’
Şimdi soruna cevap bulup
bulmadığını sen söyle bana evlât!’
Bu sözleri üzerine dede, yarım kalan tebessümüne torununu da dâhil etti ve birbirlerine tek kelime etmeden gülümsemekle yetindiler…