Reform değil, engelliler için revizyon!

Emin olun, hakkını arayamayanın hakkını alabildiği bir Türkiye, âdeta cennet demektir. Avukat tutabilen, hakkını söke söke alır. Tanıdığı, çevresi bol olan, hakkını alır. Hele hele ekonomik ve silahlı gücü olan, isterse başkasının hakkını bile kendine geçirir. Adâlet oralarda değildir. Adâlet sistemi, hakkını arayamayanın hakkını alabilmesine imkân veriyorsa, işte o zaman başarılıdır! Bunun da turnusolu engellilerdir.

ÜLKEMİZİN ekonomi, adâlet ve devletin organizasyonel yapısında bir reform ihtiyacı olduğunu hepimiz biliyoruz. “ABD’ye giden Nobel alıyor, Almanya’ya giden aşı buluyor da, aynı insanlar Türkiye’de niye bir şey yapamıyor?” sorusunun cevabının da sosyo-kültürel bir reform ihtiyacından kaynaklandığını bilmek için öyle uzun araştırmalar yapmış bir insan olmaya gerek yok.

Bazı kilit sahalar vardır ve bunda iyileştirme yapmanız, pek çok sahayı etkiler. Doktora çalışmalarım esnasında böyle bir kritik alan keşfetmiştim. Osmanlı Medeniyeti’nden İttihat-Terakki’nin amaçladığı Batı Medeniyeti’ne geçişin en bâriz etkisi neredeydi, biliyor musunuz? Çok ilginçtir, “insan” tanımındaydı!

Her iki medeniyetin insan tanımı farklıydı ve geri kalan her şey ona göre konumlanmakta, belirlenmekte ve meydana gelmekteydi. Bunu kolayca fark edebilmemin nedeni, engelliler sahasındaki çalışmalardı.

Bu tanım değişikliği engelliler sahasında hemen etkisini göstermişti. Tersinden bir mantık yürütürsek, engelliler sahasında yapılabilecek ufak tefek şeyler de diğer sahalara iyi bir şekilde yansıyacaktır.

Engelliye güzel hizmet verebilen bir müessese hakkında “Herkese daha güzelini verebilir” gibi bir mantık yürütülebilir. O yüzden, bugünlerde yürütülen sürece bu yönden bakalım biz de…

Engelliler sahasında büyük reform, 2010 senesindeki Anayasa’daki değişikliklerle tamamlanmıştı. AK Parti’nin kurduğu ilk kabînenin Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ’ın, güvenoyunu alır almaz 30 Kasım tarihinde çıkardığı ilk genelge, engellilerin sağlık hizmetlerinden yararlanması hakkındadır.

Bugün sağlık sistemimizi anlatmamıza gerek yok. Formalitelerin azaltılması ve vatandaşın devlet kapısında “sürünmemesi” hakkında ilk çalışma da engelliler sahasında yapıldı. Kaymakamlıklarda “Tek Kapı” uygulamasına geçildi ve bugünün e-devlet süreci buradan doğdu. Detaylarına girmiyoruz şu an... O hâlde şimdi ne yapılmalı ki hangi sahalarda ne yaparsak ekonomiyi, adâleti, devletin organizasyonel yapısını geliştirilebilsin?

Ekonomi sahasında revizyon

İş yerlerinde, başta engelliler olmak üzere çalışanların etkinlik ve verimliliğini yükseltmek gerekiyor. Başta engellilerle ilgili ürünler olmak üzere, özellikle hiç girilmemiş sahalarda ürün geliştirme, üretme ve hizmet sunma çalışmalarını yoğunlaştırıp sonuç almalıyız. Bunları bütün dünyaya yönelik yapmamız lâzım. Meselâ öyle bir uygulama (apps) geliştirilmeli ki bunu dünyadaki bütün körlerin bile kullanabilmesine uygun şekilde üretmeliyiz. Bu, pazarın büyütülmesi için iyi bir kriterdir.

Ayrıca, sosyal sahada yapılan ekonomik desteklerin engellilerden başlanarak üretme motivasyonuna katkı yapacak şekilde yeniden organize edilmesi lâzım. Muhtaç maaşını kendisine iş teklif edilip kabul etmeyenlerinkini kesme doğrultusunda kanun yapmayı önermiş ve maalesef kabul ettirememiştik. Sadece engelliler sahasında “iş arıyor olma” kuralını getirmiştik. Bunun da “kendisine iş teklif edilenlerden işi 3 defa kabul etmeyenlerin maaşlarını kesmek” yönünde tekrar öneriyorum. Bu maaşın bir işe girince kesilmesi ve işten ayrılınca da bağlanmasını otomatik bir işlerliğe dönüştürürsek, işe girme motivasyonunu epey yükseltmiş oluruz.

Devletin çeşitli projelerele sağladığı işlere öncelikli olarak muhtaç aylığı gibi sosyal yardımlar verilen vatandaşlarımız alınırsa çift yönlü katkı sağlanmış olacaktır. Buna benzer, işlenecek çok konu var.

Adâlet ve engelliler meselesi

Emin olun, hakkını arayamayanın hakkını alabildiği bir Türkiye, âdeta cennet demektir. Avukat tutabilen, hakkını söke söke alır. Tanıdığı, çevresi bol olan, hakkını alır. Hele hele ekonomik ve silahlı gücü olan, isterse başkasının hakkını bile kendine geçirir. Adâlet oralarda değildir. Adâlet sistemi, hakkını arayamayanın hakkını alabilmesine imkân veriyorsa, işte o zaman başarılıdır! Bunun da turnusolu engellilerdir.

Kamu Denetçiliği’ne müracaat edenlerin oranına bakınız, engellilerin bâriz bir şekilde çok olduğunu göreceksiniz. Çünkü ekonomik bir güç gerektirmiyor. Peki, sonuç alınabiliyor mu? Onu ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim. Kurarken en umutlu olduğum kurumlardan biri de buydu. Tarafgirlik, kuruluşun misyonunu yok etti. Kimse kırılıp gücenmesin ama adâlet konusunda insanlara pek itimadım kalmadı. O yüzden iki aşamalı bir yapay zekâ çalışması öneriyoruz. İlki, her türlü mevzuatın eğitilmiş bir yapay zekâ tarafından taranması ve sistemsel tutarsızlık, çelişki, eksiklik ve fazlalıkların tespit edilmesi yönünde. İkincisi de, insan eliyle yürütülen adâlet hizmetlerine müdahale etmeden, sürecin aynı şekilde yapay zekâ ortamında da gerçekleştirilmesi ve her iki sürecin ve sonucun örneklem yöntemiyle analiz edilip değerlendirilmesi...

Devletin organizasyonel yapısı hakkında

Devletin yapısında o kadar gereksiz yere çalışanları ve vatandaşları yoran iş ve işlemler var ki insan, “Yahu bizim bakanlarımız, genel müdürlerimiz hem çok iyiler ve iyi niyetliler, hem de çok zeki ve bilgililer ama bunu niye düzeltmiyorlar?” diye düşünüyor.

Elbette “kurum körlğü” denen sıkıntı devrede! İnsan, zamanla içinde bulunduğu ortamın gereksizliklerini göremez hâle geliyor.

Meselâ, bunları yazıyorum ya, eminim, benim meşguliyet alanlarımda da kıyamet gibi saçmalıklarım vardır. Onu ancak başkası görür, ben değil.

Meselâ, kaymakamlıklarda gelir testi ile muhtaçlık belge işlemleri aynı neredeyse. Muhtaçlık belgesi için 6 memur çalışmak zorunda. Memurlar da bilgisayardan bakıp imzalıyorlar. Peki, bu 6 memur yerine kaymakamlıktaki bilgisayar baksa, olmuyor mu? Soybis Sistemi’nde de aynı skıntı var. Tüm bu işlemler, üstelik aynı bakanlığa bağlı. Hele şu engelli rapor sistemi…

Hazîne ve Mâliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı’nın bilgisayarından bakamıyor. Belediyeler bile bakabildiği hâlde üstelik… Her kamu kuruluşu benim müracaatımda benden tekrar rapor isteyip hem beni hastanelerde süründürmesin, hem de hastaneleri böyle mükerrer işler için meşgul etmesin. Bunun yerine, gitsin, Sağlık Bakanlığı’mızın hizmete sunduğu ve dünyaya örnek olan uygulamasından öğrensin.

Millî eğitim konusu

Buna mecburen bahsetmek zorundayız!

Öğretmen-öğrenci-eğitim bir araya gelemiyorsa, ona “eğitim” denir mi? Kusura bakmasınlar ama şu an millî eğitimimiz kendi kendini kandırıyor. Körler, sağırlar, zihinsel engelliler ne öğretmenleri, ne de eğitimle buluşabiliyorlar. Siz OECD’nin beğenmesine falan bakıp da yaptığınız uygulamayı başarılı falan sanmayın! Onların böyle bir derdi zaten yok. Kim uyduydursa, “Avrupa’da engellilerin durumu iyi” diye bir yalan var. Birkaç örneğe bakıp da genelleyerek Avrupa’yı kendimize kriter alamayız. Bizim kriterimiz, kendi medeniyetimizdir! “Erişilebilirlik” denen konu o kadar basit bir şey iken, hâlâ çözülemedi. Eğer engellilerin eğitim meselesini çözebilirsek, köydekinin de, yetimin de, kız çocuğunun da, suça itilen çocukların da meselesini çözeriz.

Öğrenci için “geçer not” anlaşılabilir de millî eğitim için “geçer not” diye bir şey olmaz. Hem “Eğitimde feda edilecek bir tek vatandaş yok!” diyeceksin, hem de “Adım Hıdır, elimden gelen budur”. Olmaz!

Bu konuları ilk kez kamuya açık bir şekilde burada yazıyor da değiliz. İlgili herkesin tepeden tırnağa haberi var.

Netîce olarak, ekonomi ve adâlet reformlarını “herkes için” anlayışıyla yapalım. Kendilerini site duvarlarının arkasında korumaya alan insanların, bir gün geliyor, Taksim Meydanı'na da yolları düşüyor. Sitede duvarlarının arkasında zararlarından güya korunduğu tinerci bir çocuğun saldırısıyla o gün karşılaşabiliyorlar. Hepimiz âdil ve müreffeh bir ortamda olmazsak, hiçbirimiz olamayız!

İnanıyorum ki, mutlu olmam için sizin mutlu olmanız şart. Buna “mütemmim” olmak deniliyor. İster “Allah’ın yarattğı ve zayıf görünen kullarını Bizzat Kendisinin korumasından dolayı” deyin, ister “Sosyolojik bir durum”, ortada duran bu!

Bu şekilde yapılmazsa az şey kaybedileceği düşünülebilir, ama yapılırsa, herkesin kazanacağı muhakkak!