ÜLKEMİZİN
ekonomi, adâlet ve devletin organizasyonel yapısında bir reform ihtiyacı
olduğunu hepimiz biliyoruz. “ABD’ye giden Nobel alıyor, Almanya’ya giden aşı buluyor
da, aynı insanlar Türkiye’de niye bir şey yapamıyor?” sorusunun cevabının da
sosyo-kültürel bir reform ihtiyacından kaynaklandığını bilmek için öyle uzun
araştırmalar yapmış bir insan olmaya gerek yok.
Bazı kilit sahalar vardır ve bunda iyileştirme yapmanız, pek
çok sahayı etkiler. Doktora çalışmalarım esnasında böyle bir kritik alan keşfetmiştim.
Osmanlı Medeniyeti’nden İttihat-Terakki’nin amaçladığı Batı Medeniyeti’ne
geçişin en bâriz etkisi neredeydi, biliyor musunuz? Çok ilginçtir, “insan” tanımındaydı!
Her iki medeniyetin insan tanımı farklıydı ve geri kalan her
şey ona göre konumlanmakta, belirlenmekte ve meydana gelmekteydi. Bunu kolayca
fark edebilmemin nedeni, engelliler sahasındaki çalışmalardı.
Bu tanım değişikliği engelliler sahasında hemen etkisini
göstermişti. Tersinden bir mantık yürütürsek, engelliler sahasında
yapılabilecek ufak tefek şeyler de diğer sahalara iyi bir şekilde
yansıyacaktır.
Engelliye güzel hizmet verebilen bir müessese hakkında “Herkese daha güzelini verebilir” gibi
bir mantık yürütülebilir. O yüzden, bugünlerde yürütülen sürece bu yönden
bakalım biz de…
Engelliler sahasında büyük reform, 2010 senesindeki Anayasa’daki
değişikliklerle tamamlanmıştı. AK Parti’nin kurduğu ilk kabînenin Sağlık Bakanı
Sayın Recep Akdağ’ın, güvenoyunu alır almaz 30 Kasım tarihinde çıkardığı ilk
genelge, engellilerin sağlık hizmetlerinden yararlanması hakkındadır.
Bugün sağlık sistemimizi anlatmamıza gerek yok.
Formalitelerin azaltılması ve vatandaşın devlet kapısında “sürünmemesi” hakkında
ilk çalışma da engelliler sahasında yapıldı. Kaymakamlıklarda “Tek Kapı” uygulamasına
geçildi ve bugünün e-devlet süreci buradan doğdu. Detaylarına girmiyoruz şu
an... O hâlde şimdi ne yapılmalı ki hangi sahalarda ne yaparsak ekonomiyi, adâleti,
devletin organizasyonel yapısını geliştirilebilsin?
Ekonomi sahasında revizyon
İş yerlerinde, başta engelliler olmak üzere çalışanların
etkinlik ve verimliliğini yükseltmek gerekiyor. Başta engellilerle ilgili ürünler
olmak üzere, özellikle hiç girilmemiş sahalarda ürün geliştirme, üretme ve
hizmet sunma çalışmalarını yoğunlaştırıp sonuç almalıyız. Bunları bütün dünyaya
yönelik yapmamız lâzım. Meselâ öyle bir uygulama (apps) geliştirilmeli ki bunu
dünyadaki bütün körlerin bile kullanabilmesine uygun şekilde üretmeliyiz. Bu,
pazarın büyütülmesi için iyi bir kriterdir.
Ayrıca, sosyal sahada yapılan ekonomik desteklerin
engellilerden başlanarak üretme motivasyonuna katkı yapacak şekilde yeniden
organize edilmesi lâzım. Muhtaç maaşını kendisine iş teklif edilip kabul
etmeyenlerinkini kesme doğrultusunda kanun yapmayı önermiş ve maalesef kabul
ettirememiştik. Sadece engelliler sahasında “iş arıyor olma” kuralını
getirmiştik. Bunun da “kendisine iş teklif edilenlerden işi 3 defa kabul etmeyenlerin
maaşlarını kesmek” yönünde tekrar öneriyorum. Bu maaşın bir işe girince
kesilmesi ve işten ayrılınca da bağlanmasını otomatik bir işlerliğe
dönüştürürsek, işe girme motivasyonunu epey yükseltmiş oluruz.
Devletin çeşitli projelerele sağladığı işlere öncelikli
olarak muhtaç aylığı gibi sosyal yardımlar verilen vatandaşlarımız alınırsa
çift yönlü katkı sağlanmış olacaktır. Buna benzer, işlenecek çok konu var.
Adâlet ve engelliler meselesi
Emin olun, hakkını arayamayanın hakkını alabildiği bir
Türkiye, âdeta cennet demektir. Avukat tutabilen, hakkını söke söke alır.
Tanıdığı, çevresi bol olan, hakkını alır. Hele hele ekonomik ve silahlı gücü
olan, isterse başkasının hakkını bile kendine geçirir. Adâlet oralarda değildir.
Adâlet sistemi, hakkını arayamayanın hakkını alabilmesine imkân veriyorsa, işte
o zaman başarılıdır! Bunun da turnusolu engellilerdir.
Kamu Denetçiliği’ne müracaat edenlerin oranına bakınız,
engellilerin bâriz bir şekilde çok olduğunu göreceksiniz. Çünkü ekonomik bir güç
gerektirmiyor. Peki, sonuç alınabiliyor mu? Onu ne siz sorun, ne de ben
söyleyeyim. Kurarken en umutlu olduğum kurumlardan biri de buydu. Tarafgirlik,
kuruluşun misyonunu yok etti. Kimse kırılıp gücenmesin ama adâlet konusunda
insanlara pek itimadım kalmadı. O yüzden iki aşamalı bir yapay zekâ çalışması
öneriyoruz. İlki, her türlü mevzuatın eğitilmiş bir yapay zekâ tarafından
taranması ve sistemsel tutarsızlık, çelişki, eksiklik ve fazlalıkların tespit
edilmesi yönünde. İkincisi de, insan eliyle yürütülen adâlet hizmetlerine
müdahale etmeden, sürecin aynı şekilde yapay zekâ ortamında da
gerçekleştirilmesi ve her iki sürecin ve sonucun örneklem yöntemiyle analiz edilip
değerlendirilmesi...
Devletin organizasyonel yapısı hakkında
Devletin yapısında o kadar gereksiz yere çalışanları ve
vatandaşları yoran iş ve işlemler var ki insan, “Yahu bizim bakanlarımız, genel müdürlerimiz hem çok iyiler ve iyi
niyetliler, hem de çok zeki ve bilgililer ama bunu niye düzeltmiyorlar?” diye
düşünüyor.
Elbette “kurum körlğü” denen sıkıntı devrede! İnsan, zamanla
içinde bulunduğu ortamın gereksizliklerini göremez hâle geliyor.
Meselâ, bunları yazıyorum ya, eminim, benim meşguliyet
alanlarımda da kıyamet gibi saçmalıklarım vardır. Onu ancak başkası görür, ben
değil.
Meselâ, kaymakamlıklarda gelir testi ile muhtaçlık belge
işlemleri aynı neredeyse. Muhtaçlık belgesi için 6 memur çalışmak zorunda.
Memurlar da bilgisayardan bakıp imzalıyorlar. Peki, bu 6 memur yerine
kaymakamlıktaki bilgisayar baksa, olmuyor mu? Soybis Sistemi’nde de aynı skıntı
var. Tüm bu işlemler, üstelik aynı bakanlığa bağlı. Hele şu engelli rapor
sistemi…
Hazîne ve Mâliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı’nın
bilgisayarından bakamıyor. Belediyeler bile bakabildiği hâlde üstelik… Her kamu
kuruluşu benim müracaatımda benden tekrar rapor isteyip hem beni hastanelerde
süründürmesin, hem de hastaneleri böyle mükerrer işler için meşgul etmesin. Bunun
yerine, gitsin, Sağlık Bakanlığı’mızın hizmete sunduğu ve dünyaya örnek olan
uygulamasından öğrensin.
Millî eğitim konusu
Buna mecburen bahsetmek zorundayız!
Öğretmen-öğrenci-eğitim bir araya gelemiyorsa, ona “eğitim”
denir mi? Kusura bakmasınlar ama şu an millî eğitimimiz kendi kendini
kandırıyor. Körler, sağırlar, zihinsel engelliler ne öğretmenleri, ne de eğitimle
buluşabiliyorlar. Siz OECD’nin beğenmesine falan bakıp da yaptığınız uygulamayı
başarılı falan sanmayın! Onların böyle bir derdi zaten yok. Kim uyduydursa, “Avrupa’da engellilerin durumu iyi” diye
bir yalan var. Birkaç örneğe bakıp da genelleyerek Avrupa’yı kendimize kriter
alamayız. Bizim kriterimiz, kendi medeniyetimizdir! “Erişilebilirlik” denen
konu o kadar basit bir şey iken, hâlâ çözülemedi. Eğer engellilerin eğitim
meselesini çözebilirsek, köydekinin de, yetimin de, kız çocuğunun da, suça
itilen çocukların da meselesini çözeriz.
Öğrenci için “geçer not” anlaşılabilir de millî eğitim için
“geçer not” diye bir şey olmaz. Hem “Eğitimde
feda edilecek bir tek vatandaş yok!” diyeceksin, hem de “Adım Hıdır, elimden gelen budur”.
Olmaz!
Bu konuları ilk kez kamuya açık bir şekilde burada yazıyor da
değiliz. İlgili herkesin tepeden tırnağa haberi var.
Netîce olarak, ekonomi ve adâlet reformlarını “herkes için” anlayışıyla yapalım.
Kendilerini site duvarlarının arkasında korumaya alan insanların, bir gün
geliyor, Taksim Meydanı'na da yolları düşüyor. Sitede duvarlarının arkasında
zararlarından güya korunduğu tinerci bir çocuğun saldırısıyla o gün karşılaşabiliyorlar.
Hepimiz âdil ve müreffeh bir ortamda olmazsak, hiçbirimiz olamayız!
İnanıyorum ki, mutlu olmam için sizin mutlu olmanız şart.
Buna “mütemmim” olmak deniliyor. İster “Allah’ın yarattğı ve zayıf görünen
kullarını Bizzat Kendisinin korumasından dolayı” deyin, ister “Sosyolojik bir
durum”, ortada duran bu!
Bu şekilde yapılmazsa az şey kaybedileceği düşünülebilir, ama yapılırsa, herkesin kazanacağı muhakkak!