Redd-i kredi

Hobi bahçelerine indirgenmiş toprak ve tarım anlayışımızı bir zamanlar sahip olduğumuz irtifaya çekmek diledik. “Geç değil” dedik, “Geç değil!”. Sıhhatimizi ve afiyetimizi tehdit eden değişimlerden el ayak çekip toprağın şefkat ikram eden ellerinden öpelim istedik. Beden sağlığını tesis edemezsek toplumun ruh sağlığını korumanın zorluğuna değindik…

MERAK ediyorum; cennet vatanımızın nüfusunun yüzde 27,2’sin oluşturan çocuklarımızın kaçı dalından henüz kopmuş bir domatesi koklamış, kaçı ağacından meyve yemiştir? Akşam vakti sulanan tarlaların kenarında kaç çocuk koşuşturmuş, buram buram kokan toprağın söylediklerine kaçı kulak vermiş, kaç çocuk nasırlı elleri öperek harçlık almıştır?

Yine merakımdır; ülkemizin yüzde 15,4’ünü kapsayan genç nüfusun kaçı memleketine gitmeye, fındık toplamaya, toprağı çapalamaya, ayrık otu ayıklamaya teşnedir? Kaçı hasat mevsimine şahit olmuş, sapla samanı birbirinden ayırmıştır? Kaç genç, hasılatın toplanmasında mevsimlik işçilerle birlikte ter dökmüştür?

Bilmiyorum. Bilmediğim içindir bunca soru soruşum. Evlâtlarımızın hafızalarında yer eden hatıraların birikmesinde etkin rol oynayan kaç yetişkin toprakla hemhâl olmuş, rüzgârların tohum devşirişini ibretle izlemiş, kaçı pamuk toplamış ve kaçı tütün dizmişse elleri çatlayasıya ya da kaçı mısır sermişse toprak damlara, o kadardır herhâlde toprağın cömertliğine şahit olan çocuk ve genç sayımız. Çünkü kaçınılmaz gerçektir edinimlerin, görgülerin, kültürel deneyimlerin nesilden nesle geçeceği.

“Kimsenin suçu değil toprakla bağımızın koparılışı, tercihlerimizden mes’uduz” desek, yalan olur. İddiam odur ki, ne toprakla kopan bağlarımız, ne de tercihlerimiz, hayat neşvemize bir katma değer ekleyebildi. Bilakis ellerimiz toprağın bereketli yüzüne değmediğinden ve hasat mevsimlerini, bağbozumlarını rivayet olarak dinlediğimizden beridir sapla samanı ayırma (!) tecrübesinden de yoksun kaldık.  

Kendi sıhhatimiz için elzem olan yediklerimizin yetiştirilmesinde modernleşmek sevdası ile tarlalarımızı terk ettiğimizden beridir ne idiğü bilinmez tohumların istilâsı ile sağlığımızdan olacağımızı hesaplayamadık. Damağımızdaki tadın doğallığını seralara, kendimizi seradan hâllice dairelere gönüllü hapsedenlerden olduk. Böylece azaldı şükrümüz. Çünkü o topraktan uzağa düşmüş dört duvardan mülhem odalarımızda, insan yapımı nesnelerin arasında kâinatın ikramlarından mahrum kalan ruhlarımıza, toprağa musallat olan süneler gibi bencillik ve hırçınlık musallat oldu. Çünkü toprak, sabrın öğretmeniydi; başarmanın ödülü, emeğin semeresini verendi.

Terk ettiğimiz tarlalarımızın aslında hayatta kalmamızın tartışılmaz kaynağı olduğu gerçeğini yabana attık atmasına da, suni gıdaların ve paket üretimlerin ceremesine bile isteye talip oluşumuzu hiç kimselere itiraf edemedik. Dahası, elmanın kurtlusunu methetmekten geri durmayan da, doğal gıda pazarlarını dolaşmayı ve marketlerdeki naturel ürün raflarından alışveriş yapmayı farkındalıktan sayıp duyarlılık abidesi kesilmeyi de bilen bizleriz.

Rabbimizin, emeğimiz karşılığında topraktaki tüm mineralleri kredi olarak çekebileceğimiz teminatına sırtımızı dönüp banka kredileri ile borçlanmayı seçtikse, köylülükten yüksündüğümüzdendi. Bırakıp ardımızda çeri çomağı, küreği çapayı, yaşlı ana-babamızı yollara düşmüş ve kentli olmayı kolay kazanç ihtimâline saymışsak, bilelim ki hem kendimizi, hem sevdiklerimizi, hem de milletimizi borçlandırma telâşından müteşekkil bir kaybedişti kararlarımız.

Bilemedik toprağın ve yağmurun geri ödemesi olmayan, Allah tarafından sonsuz rahmet hazinesinden “hibe” edilmiş birer kredi olduğunu. Hem öyle bir krediydi ki, sebzenin hasını, tahılların en doğalını, meyvenin tatlısını garantiliyordu. Bedenimizin sağlığı teminat altına alınırken, toprakla hemhâl olmak ise ruh salığımızı koruyordu. Bilemedik beden sağlığımız yitip giderse ruh sağlığımızın da etkileneceğini. Ve fıtratımıza uygun zemin ve mekânlarla yaratıldığımızı, varlığımızın izahının ancak bu zeminde ifade bulacağını bilemedik…

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” dizelerini ezber ettik fakat bildiğimizi eylemediğimizin ceremesini yine kendimiz çektik. İşte böylesi mülâhazalarla hazırladık elinizde tutuğunuz Kültür Ajanda dergimizin Ekim sayısını!

Hobi bahçelerine indirgenmiş toprak ve tarım anlayışımızı bir zamanlar sahip olduğumuz irtifaya çekmek diledik. “Geç değil” dedik, “Geç değil!”. Sıhhatimizi ve afiyetimizi tehdit eden değişimlerden el ayak çekip toprağın şefkat ikram eden ellerinden öpelim istedik. Beden sağlığını tesis edemezsek toplumun ruh sağlığını korumanın zorluğuna değindik…

Plâstik mutluluklar yerine aslî saadetin şifrelerini çözmek için yazarlarımızla el birliği yaptık ve toprağın hatırını sorduk. Biliyoruz ki, bir gün tarlalarımızın başına geri dönemesek de illâ toprağın kucağında son bulacak yolculuğumuz. Öyleyse, onunla hasbihâli kavi tutmak lâzım!

Huzurlu okumalar diliyoruz efendim…

Hoşnut kalınız!